Semineri Nurullah Bayır sundu. Tebliğ konusunu, “Tebliğin mana ve mahiyeti” “Tebliğ ve Bediüzzaman” ve “Tebliğ ve ahirzaman” başlıkları altında altında inceledi.
Tebliğin mana ve mahiyeti başlığında, tebliğin kelime anlamı ve tanımına değinildi.
Ardından şunlar söylendi: “İslamda tebliğ, hem müslümanlara hem de gayr-i müslimlere yönelik bir faaliyettir; Müslümanlara Kuranın hakikatlerini ders ve talim ettirmek, vaaz ve nasihatte bulunmak, gayr-i müslimlere de dini tebliğ etmek, ilahi mesajı ulaştırmak ve irşad faaliyetlerinde bulunmak demektir. Kuran, İslam dininin yayılmasının yegane yolunun bu davet ve tebliğ olduğunu göstermektedir”
“Tebliğ, biz Müslüman’lar tarafından üzerinde hassasiyetle ve ciddiyetle durulması gereken bir meseledir. Nur ve rahmet olarak gönderilen İslâmiyet, eğer doğru ve etkili tebliğ edilirse, dünyanın rengini değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir. Neyi, niçin, ne kadar ve kime karşı nasıl anlatacağını çok iyi bilen, savunduğu davayı hazmetmiş fedâkar fertlerle yapılan bir tebliğ, asr-ı saadet misal bir asrı netice verebilir.”
“Yegane tebliğ ve irşad kitabı Kur’an-ı azimüşşandır. Baştan ayağa, irşad, tebliğ ve davet hakikatleriyle doludur. Yüz yirmi dört bin, peygamber “tebliğ” ile vazifelendirilmiştir. Hz. Âdem(a.s.) ile başlayan suhuf ve sair semavi kitaplar da irşad için indirilmiştir. Yüz yirmi dört milyonu aşkın evliya da bu nurani irşad halkasında vazife almıştır. Tebliğ, peygamberliğin beş vasfından en önemlisidir.”
“Tebliğ, her peygamberin varlık gayesidir. Tebliğ olmasaydı, peygamberlerin gönderilişi de manasız olurdu. Allah insanlara olan lütûf ve keremini, peygamberlerle canlandırmış ve onların hayatlarıyla rahmaniyet ve rahimiyetini tecelli ettirmiştir. Bunun diğer insanlara aksetmesi ise, ancak tebliğ ile olacaktır.”
“Bu zamandaki Kur an’ i hizmet stratejisini kim çizecek? Önemle vurgulayalım ki, örnek alacağımız yegâne şahsiyet, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ve sünneti, yegâne kitap Kur an ı Kerim’dir.”
“Her ilmin, her sahanın bir uzmanı, otoritesi vardır. Kur’an ve Sünnet, ebede kadar baki olduğuna ve bütün zaman ve mekanlara, meslek ve meşreplere hitap ettiklerine ve iki dünya saadetinin anahtarını taşıdıklarına göre; bu zamandaki mesajlarını almak, anlamak için de yine bir “müceddide, müçtehide”, yani ihtisas sahibi ve otoriteye ihtiyaç bulunuyor.”
Denildi ve ikinci başlı olan Bediüzzaman ve Tebliğe geçildi. “Asrımızın imamı Bediüzzaman Hazretleri, zamanı iyi okuyan, ikna edici ve kalplerde yankı bulan, özellikle izzetli ve haysiyetli bir tebliğle İslâmiyet’i muhtaç gönüllere ulaştırmıştır. Milyonlarca insanın hayatında yankı uyandırmış, imanları kurtarmaya vesile olmuş, kaynağını doğrudan doğruya Kur’an ve sünnetten almıştır” denildi ve Risale-i Nur’un tebliğ esaslarına alt başlıklar altında değinildi. Bunlardan birincisi “Lisân-ı hal ile tebliğ” oldu. Şöyle ki: “Tebliğe önce kendi nefsinden başlayan Bediüzzaman Hazretleri, “Ben nefsimi herkesten ziyâde nasihate muhtaç görüyorum.” “Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez. Der. Çünkü tebliğin tesirli olabilmesi için en önemli hususlardan biri de tebliğ edenin, kabul edilmesi ve yaşanması için anlattığı hakikatleri kendi hayatında yaşamasıdır. Yoksa, kendini ayrı tutarak veya nefsini unutarak yapılan bir tebliğ, neticesiz kalabilir. Dünyanın rengini değiştirecek bir tebliğin, İslâmiyet’i, örnek bir şekilde yaşayarak anlatmaktan geçtiğini üstâdın şu cümlelerinden anlıyoruz: “Eğer biz, doğru İslâmiyet'i ve İslâmiyet'e lâyık doğruluğu ve istikâmeti kendi üzerimizde göstersek, bundan sonra insanlar efvecen efvecen (dalga dalga) İslâmiyet’e dahil olacaklar, girecekler. Belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler.’’ Bu hakikat iledir ki, Üstad, lisanı ile Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu bütün cihana ispat ederken Lisan-i haliyle de Kur’an’ı okuyup; hal ve ahlâkıyla da onun manasını neşretmiştir.
Ardından gelen alt başlık ise “Merkezinde ihlâs olan bir tebliğ” oldu. “Dine hizmet eden kişiler, inanç, fikir, söz ve davranış bakımından örnek bir samimiyet göstermelidir. Yani ihlaslı olmalıdır. Sırf Hak Teâlâ’nın rızasını kazanmak maksadıyla irşat ve tebliğde bulunmalıdır. Davranışlarda menfaat sağlama, gösteriş, kıskançlık, tama hiç olmamalıdır.”
“Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, tebliğ metodunun merkezinde ihlâs hakikati vardır. Allah’ın dinine hizmetin hangi maksatla yapılması gerektiğini kendisi şu cümlelerle beyan eder. Evet, tebliğin mayasında ihlâs ve samimiyetle istemek olmalıdır ki, netice alınabilsin. Çünkü ihlâs öyle bir iksirdir ki “samimi bir ihlâs şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. İhlâs ile kim ne isterse Allah verir.”
“Kendi vazifesini yapıp Allah’ın vazifesine karışmayan bir tebliğ” alt başlığının altı şu cümlelerle dolduruldu: “Allah Teâlâ, peygamberlere düşen vazifenin sadece tebliğden ibaret olduğunu, kabul ettirip ettirmemenin ise kendisine ait olduğunu bildiriyor: Hz. Peygambere(a.s.m) hitaben de: “Sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir.” Tebliği vazifesinde bulunan bir kimsenin vazifesi, güzel bir dâvet ve ilâhî hükümleri muhataplara ulaştırmaktır. Hidayete erdirmek ise Allah Teâlâ’nın bileceği bir iştir. Çünkü davetçi halkı zorla imana getirecek güce sahip değildir ve bundan mesul de değildir.”
“Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir." deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'an dan ders aldığını” söyler. Çokluğa önem vermeyen bir tebliğ ölçüsüyle hareket etmiştir. Kabul ettirmenin ve insanları etrafımıza toplamanın Allah’ın vazifesi olduğuna tam inanan Bediüzzaman Hazretleri, bazen bir tek kişinin irşadının bin kişinin irşadı kadar Cenab-ı Hakkı razı edeceğini ifade eder. O yüzden sayıca çokluğa değil, Allah’ın razı olduğu kaliteli çokluğa ehemmiyet verilmesi üzerinde ısrarla durur.”
Nazikâne, nezihane, bir üslupla tebliğ: “Kur’ ân, makul bir delil ileri sürmeden, bilgisizce ve boş iddialarla yapılan mücadele şeklini reddetmiştir. Dâvetini hikmet ve güzel öğüt esasları üzerine yürütürken, inatçı, katı ve sert tabiatlı insanlarla da en güzel şekilde mücadele yapılmasını ve tatlı dil kullanılmasını istemiştir.”
“Bediüzzaman hazretleri, tebliğde "ona yumuşak söz söyleyin" ayetini kendisine rehber edinmiştir. Siyasilerden idarecilere, çocuklardan yaşlılara kadar herkesle yumuşak ve seviyelerine uygun bir dille konuşmuştur. Muarızlarına ve çeyrek asır kendisine işkence edenlere bile mütevazi bir şekilde cevap vermiştir.”
Şu sözleri bunun en güzel ifadesidir: "Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefâlar ve maruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musîbetler hep helal olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkum etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim."
Toplumun hiçbir tabakasını ihmal etmeyen bir tebliğ: “Bediüzzaman hazretleri, manevî tahribata karşı tebliğ vazifesini yaparken toplumdaki her bir ferdin hukukunu düşünerek hareket etmiştir. Toplumun her kesimine hitap edip, muhatap ayırt etmemiştir. Hedef kitlesi herkestir. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri yediden yetmişe herkesi muhatap kabul eder. Bediüzzaman hazretleri, hem halk kitleleri arasında, hem sınıflar arasında bir ayırım gözetmeden her gruba, anlayabileceği seviyede hitap etmiştir. Dolayısıyla yazdığı eserlerde de muhataplarından kimseyi ihmâl etmemiştir.”
“Tabiat Risalesi ile tabiatperestlerin felsefelerini çürütmüş. Gençleri gençlik hevesatının elinden Gençlik Rehberi kurtarmış. Mütefekkirleri Ayet’ül Kübra ile hakikatlere davet etmiş. Hanımlara Hanımlar Rehberi ile ikna edici dersler vermiş. Müminlere Uhuvvet ve İhlas Risaleleri, hastalara ümit ve derman aşılayan ilaçlar Hastalar risalesini neşretmiştir.
Özünde ispat ve ikna olan bir tebliğ: “Bediüzzaman hazretleri, önce yarayı ve hastalığı teşhis etmiş, sonra tedavi yollarını beyan etmiştir.” Bunu şu ifadelerinde açık bir şekilde görmek mümkündür: "Eski zamanda dalalet cehâletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydır. Bu zamanda dalalet fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izâlesi müşküldür."
“Bütün iman esaslarına ilişen bu büyük tehlikeye, asrımızın imamı, zamanın anlayışına uygun yeni ikna ve ispat usulleriyle karşı koymuştur. İman esaslarını iki kere iki kere dört eder katiyette ispat edip, ehl-i imanın imanını muhafazaya çalışmıştır.”
Misal getirerek anlatma: “Üstad Bediüzzaman Hazretleri başta da dediğimiz gibi Risâle-i Nur’da Kur’ anî bir metot olan misal getirerek anlatma ve ispat etme yolunu çoklukla, tercih etmiştir. Temsil metodu da denilen bu ispat usulünde, misaller, bir merdiven vazifesi görmektedir. En uzak, hakikatlerin anlaşılmasına ve en derin manaların kolayca kavranmasına hizmet ederler. Bu ispat usulünde; hususi, cüzî bir misal vasıtasıyla umumi bir hakikatin ucu gösterilip, hüküm o hakikate bina edilir.”
“Bediüzzaman hazretlerinin irşad ve tebliğ metodu, Kur'an metodudur. Çünkü Bediüzzaman hazretleri, Risâle-i Nur'u yazarken, Kur'an'dan başka yanında eser bulundurmamış ve ondan başka mürşit tanımamıştır.” Bunu şu sözleriyle ifade etmiştir: "Kur'an-ı Hakim mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir adabta rehberimizdir..."
Tebliğde istiğna düsturu: “Bediüzzaman hazretlerinin, hayatının en çarpıcı özelliklerinden biri de istiğna düsturudur. Yani insanlardan yaptığı hizmet mukabilinde maddi-manevî hiçbir şey talep ve kabul etmemesidir. Üstad, çocukluğundan beri ilmin izzetini muhafaza etmek için bu kaidesini bozmamıştır.”
“Hem Hakkı neşrederken peygamberlere tâbi olunması gerektiğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri: Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ayetine güzel bir ayine olarak insanlardan hiçbir beklenti içinde olmamıştır. Bu dehşetli asırda pek çok kimsenin uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, servet, şöhret ve daha nice maddî ve manevi menfaatlerle asla alâkası olmadan Kur’an’a hizmet etmiş ve dünyaya tenezzül etmeyerek gönülleri fethetmiştir.”
“M. Kemal Paşa itiraz ile, içindeki niyet ve halet-i ruhiyesini ifade ile, Bedîüzzaman'ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek istemesi, Bedîüzzaman'a meb'usluk, hem Dâr-ül Hikmet'teki eski vazifesini, hem şarkta Şeyh Sünusî'nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapmasına karşılık; Bediüzzaman hazretleri bunların hiçbirini kabul etmemiştir.”
İzzetli ve kişilikli bir tebliğ: “Bediüzzaman Hazretleri’nin tebliğinin en önemli özeliklerinden biri de güç odaklarından etkilenmeden, izzetli ve kişilikli bir tebliğ yapmasıdır. İzzetli ve kişilikli yapılan bir tebliğ, tebliğe kuvvet ve ruh veren çok mühim bir faktördür. Her türlü dünyevî kaygılardan ve korkulardan uzak sadece Rabbin iltifatını önemseyen bir tebliğ, üstadın tebliğ tarzını ifade eder.”
“Üstad, İslam’ın izzetini, Kur’an’ın şerefini muhafaza etmek için hayatı boyunca insanlardan korkmadan, zorluklardan yılmadan hareket etmiştir. Tehditler, sürgünler, mahkemeler, hapisler, işkenceler, defalarca zehirlemeler, idam sehpaları onu davasından geri çevirememiştir. Gerektiğinde imandan gelen üstün bir cesaretle “Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım olsa, her gün biri kesilse, hakikat-ı Kur'âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-i mutlakaya eğmem. Ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.” diyerek zalimlere karşı kükremiştir.”
Müsbet hareket üzerine kurulu bir tebliğ: “Bediüzzaman Hazretleri, “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir.” Der menfi tahriklere kapılmadan, sadece kendi meslekleriyle meşgul olup, İslamiyet dairesi içinde hangi meşrebte olursa olsun, bütün Müslüman’la la muhabbete, kardeşliğe ve birliğe vesile olacak mukaddes bağlar bulunduğunu bilirler. Müslümanları birbirinden uzaklaştıran, birbirine soğutan, birlik ruhunu dağıtan, ayrılığa sebep olan menfi şeylerin her zaman karşısında olmamız gerekiyor.”
Tebliğ hizmetinde karşılaşılan zorluklara sabır: “Sabır, Müslümanların dinî vazifelerinden biridir. İşte Bediüzzaman hazretleri, zatında bu hakikatı kemaliyle yaşamış, talebelerine ve tebliğ ve irşatta bulunanlara tavsiye etmiştir: “Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse, yine ucuz düşen bir hakikatın uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir.”
Bunlar söylendikten sonra, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin tebliği şöyle özetlendi: “Ölçüsünü doğrudan doğruya Kur’an ve sünnetten alan, ihlâs ve istiğna düsturunu kendine rehber yapan, anlattıklarını bizzat kendisi yaşayarak, başkalarına da yaşatan, asrın hastalıklarının farkında olup zamanın ihtiyaçlarını iyi teşhis edip, ilim ve fenni esas alıp özünde ispat ve ikna edip uygun tedaviyi veren, gayr-ı meşru lezzet içindeki elemleri, acıları gösterip insanları haramdan uzaklaştıran, kendi vazifesini yapıp Allah’ın vazifesine karışmayan, hidayeti Allah’a bırakan, muhatap ayırt etmeyerek toplumun her kesimine ulaşmaya çalışan, ona göre de eserler bırakan müsbet hareket üzerine kurulu, nazikane bir üsluba sahip olan, izzetli ve kişilikli örnek bir tebliğ yapmıştır.”
Tebliğ ve Ahir zaman başlığında “Hz. Peygamberin(a.s.m) insanlara akıllarına göre konuşun emrini kendimize bu asırda rehber etmemiz gerekir” denilerek başlandı. “Bu emir ile, muhatabın yaş, idrak, kültür seviyesini ve yetiştiği çevreyi dikkate alarak konuşmak gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü en iyi tebliğ, karşıdakinin fıtratına en uygun olandır. Özellikle bu asrın mizacı dikkate alındığında insanların ilk önce aklını doyurmak gerekmektedir. Dolayısıyla tebliğ yöntemi, muhataplara ilim ve fikirle, delil ve ispatla konuşmayı zorunlu kılmaktadır.”
“Günümüz insanının zamanı kısa, ömrü kısa, işleri çok, vakit sermayesi ise pek azdır. Medrese usulü ile ilim tahsil etmek çok zorlaşmış. Çünkü, medrese usul ve metoduyla en azından, 10-15 sene gerekir ki, ancak İslami kelime ve mefhumlar anlaşılabilsin, Kur’an dili ve mefhumlarına hakimiyet sağlanabilsin. Oysa buna zamanımızın şartları müsait değil. Halbuki bu meselelerin öğrenilmesi, müzakere ve mütalaa edilmesi gerekir. “
“Bilhassa bugün ilim, fen ve felsefe yoluyla İslamiyet’e, Kur’an’a hücum ediliyor; çürütmeye çalışılıyor. İşte, ilmi eski izah metodu ile bu zamanın yaralarına merhem olamayacağını gören Bediüzzaman, Risale-i Nur ile yeni bir ilmi izah metodu ile çığırı açıp, beşeriyete sunmuştur.”
“Ahir zaman da nasıl bir yol izlemeliyiz. İkinci başlığım olan tebliğ ve Bediüzzaman hazretleri kısmının alt başlıklarında iyi bir tebliğ nasıl olmalı, dini tebliğ etmek isteyen birisinde nasıl özellikler barındırması gerektiğine değinmiştik. Üstad hazretlerinin izlemiş olduğu metod ahir zaman metodur. Nitekim Bediüzzaman hazretleri, her asrın kendine has şartları olduğunu kabul eder, yapılacak tebliğin mevcut şartlara ve asrın anlayışına uygun olması gerektiğini savunur ve dini tebliğ etmede, alanındaki stratejisini şu sözlerle ifade eder.” "Hz. Mevlâna benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur'u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevi'yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevi tarzındaydı, şimdi ise Risâle-i Nur tarzındadır."
“Sonuç olarak kısaca şunu ifade edebiliriz ki Bediüzzaman hazretlerinin hizmet metodu geçerliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Hala geçerli ve asrımızın insanı için gereklidir. Dini tebliğ etmek isteyenler bunu incelemek zorundadırlar. Önce hedef çizilmiş, şartlar nazara alınmakla birlikte günün şartlarına teslim olunmamış, zamana ve zemine göre mücadele stratejisi değişmiş, ancak varılmak istenilen nokta hiçbir zaman değişmemiştir. İmanın yüksek hakikatların dan taviz verilmemiş; gazete, kitap, kürsü vs. gibi her türlü tebliğ imkânından faydalanılmış. Başarı kazanılmadığını söyleyebilmek mümkün değildir. Bıraktığı manevi miras, Risâle-i Nur Külliyatı, Türkiye’de ve dünyada milyonlarca insanın ellerinde, dillerindedir. Milyonlarca insan, o manevi miras sayesinde imanın güzelliklerini tatmıştır. İmanlarının kurtulmasına vesile olmuştur.”