Bediüzzaman, kurulan yeni devletin kurum ve kuruluşlarının yapılandırıldığı bir sırada, asrın iman ve irfan hareketinin ilk adımların attı. Barla’da, ücra bir köşededir. Kan dökülmesini önlemeye çalıştığı halde, Şeyh Said Hadisesi bahane edilerek Doğu’dan, Van’dan koparılıp alınmış ve hiç tanımadığı bir çevrede ve tanımadığı insanlar arasında ikamete mecbur edilmiştir.
1927-1934 yılları arasındaki ülke şartları göz önüne alındığında, yolu olmayan ve dağlar arasında kurulmuş küçük bir yerleşim birimindeki hayat şartlarının ne kadar zor olduğu anlaşılır. Üstelik yabancıdır. Ve etrafa da, bu sürgünün Kürt ve tehlikeli olduğu propagandası yapılmaktadır. Orada bulunan Jandarma Karakolu’na da, köylülerle temasına mani olunması için talimat verilmiştir. Fakat O, kendisini kuşatan bu kadar baskı ve zulüm halkalarına hiç önem vermedi. Zira O’nun için Allah’ın yar olması kâfidir ve ‘’O yar ise herkes yardır.’’
48 yaşında Barla’ya getirilen Bediüzzaman, ilk olarak Yokuşbaşı Mescidi İmamı olan Muhacir Hafız Ahmed’in misafirhanesine götürüldü. Burada kısa bir süre kaldı. Bu kısa süre içerisinde, O’nun farklılığını müşahede eden ve kendisi de bir ehl-i kalb olan Muhacir Hafız Ahmed, büyük bir muhabbet ve hürmet duymaya başladı ve böylece Barla’daki ilk talebesi oldu. Muhacir Hafız Ahmed, 8,5 yıllık Barla sürgünü boyunca bütün aile efradı ile birlikte her zaman hizmetine koştu.
1927 yılının başlarında ve soğuk bir kış gününde Barla’ya gelen Bediüzzaman’la birlikte bu belde, farklı bir hüviyet kazanmaya başladı. Barla’nın dağlarında ve bahçelerinde ilk olarak 10. Söz, yazıldı. Haşir bahsi, iman esasları içerisinde çok çetin ve önemli bir rükün olmakla birlikte, münafıkların ehl-i imanı şüphe ve evhama düşürmek için çok sık kullandıkları bir meseledir.
Barla’nın yemyeşil dağlarını ve bağlarını gezerek kısa bir süre içerisinde bu harika eseri tamamlayan Bediüzzaman, her hakikati yazılırken ‘’yüzer ayat-ı Kur’aniyyenin bariz yardım ve himayesini’’ müşahede etti. Bu eserin el yazması bir nüshası Barla’lı bir tüccar olan Bekir Dikmen Bey’e verildi ve Bekir Bey, ticaret için İstanbul’a gittiği bir sırada bu eseri de beraber götürerek, orada Harf inkılâbından önce bin adet bastırdı. Böylece bu ‘’Sivil Üniversite’’nin ilk kitabı basılmış ve Üstad. Bediüzzaman da, bundan dolayı adeta sevinçlere gark olmuştur..
Gaybi bir istihdam ile yazdırılan ve zor bir dönemde basılan bu eser, aynı zamanda, Allah ve ahireti inkâr için başlatılacak bir kampanyanın aynı zamanına tevafuk eder. Bediüzzaman, basılan bu Haşir Risalesinden bir miktarını Ankara’daki dostlarına gönderir. Bu risalelerden bir tanesi de eski Van Valisi ve dostu Tahsin Bey vasıtası ile Yeğeni Abdurrahman’ın eline geçer. Yeğeni Abdurrahman, Üstad’ı ve amcasının emrine muhalefet ederek O’ndan ayrılmış ve Ankara’ya yerleşmiştir. O sıralarda bir bunalımda olduğu anlaşılan Abdurrahman’a bu kitap tam bir ilaç olur. Abdurrahman bu eseri okuyup tam manasıyla istifade ettikten üç ay sonra çok genç yaşta, daha otuzuna gelmeden vefat eder.
Bediüzzaman’ın dostları tarafından Haşir Risalesinin bu nüshaları, Ankara’da önemli kişilere verildi. Bir nüshası da, inkâr kampanyasının baş aktörlerinden Abdullah Cevdet’in eline geçer. Bu kitabı okuyan Abdullah Cevdet, büyük bir hayal kırıklığına uğramış ve ahireti inkâr etmek maksadıyla yazmayı düşündüğü kitabı –Haşir Risalesi karşısında hiçbir etki gösteremeyeceği düşüncesiyle- yazmaktan vazgeçmiştir.
Bu kitabın ortaya çıkmasıyla birlikte, Barla’daki baskı ve zulüm de artamaya başlamış,bu zulüm ve baskılar arttıkça, insanların ilgi ve teveccühü de o nispette çoğalmıştır. Haşir Risalesi’nin ardından diğer Risaleler de arka arkaya yazılmaya başlandı. Barla ile birlikte bu iman ve Kur’an hakikatleri çevre köy ve ilçelere de ulaşmış ve buradaki gönül ehli müminler tarafından yazılıp okunma çalışmalarına girişilmiştir. Çok açık ve zahir bir İlahi inayete tam mazhar bir şekilde, iman ve Kur’an hizmetinin inkişafı Isparta çevresinde fütuhatkarane bir şekilde başlamıştır. .
İnsanlar tam bir şevk ve heyecan içinde yeni telif edilen risaleleri yazmak ve okumak için çok özel bir gayret göstermişlerdir. Bunlardan bir tanesi de İslamköylü Hafız Ali’dir. Yeni yazılan risaleler öncelikle Barla’nın çok yakınında bulunan ve Eğridir’e bağlı bir köy olan Bedre’de imamlık yapan Hoca Sabri’ye gönderilmektedir.
Hoca Sabri kendisi için bir nüsha yazdıktan sonra, genellikle İslamköy’de imamlık yapan Hafız Ali’ye göndermektedir. Hafız ali eline geçen risaleler ile adeta kendini bulmuş, bütün varlığı ile bu eserlere bağlanmıştır. Risalelerin kendisine ulaşması geciktikçe Hafız Ali sabırsızlanmakta, evinin damına çıkarak Bedre’ye yönelmekte ve Hoca Sabri’ye hitaben ‘’ Keçeli İmam, mes’ulsün, mes’ulsün’’ diye seslenmektedir. Hafız Ali, bu hitaplardan sonra, yeni yazılan risalelerin daha kısa bir sürede eline ulaştığını müşahede etmektedir. Hafız Ali’nin yaşadığı duyguların benzeri, birçok köy ve beldede de hamiyet sahibi insanlar tarafından da yaşanmaktadır.
Dalga dalga yayılan iman ve Kur’an’a hizmet çalışmaları ve manevi seferberlik sonucu binlerce nüsha yazıldı ve perde altında elden ele dolaşmaya başladı. Bu büyük ve samimi manevi cihad ve gayretlerin sonucunda yüz binlerce risale elle yazıldı ve her tarafa ulaştı. İmkânsızlıklar ve baskılara muhatap olunsa bile, imana hizmetin en müşahhas örneği verilerek ‘’iman tekniğe meydan okudu’ ve ‘’sivil itaatsizliğin’’ en destansı ve muhteşem bir numunesi yaşandı.
Her ne kadar Bediüzzaman’ı ücra bir köye göndererek unutturmak için böyle bir sürgün ve istibdat planlanmışsa bile, O Barla’ya sığmamış; daha doğrusu Barla bir hitap kürsüsüne dönüşmüş, sabır, azim ve kararlılıkla büyük bir manevi mücahedeye girişmiş, maddi kılıçlarla ve siyaset yoluyla neticeye ulaşılamayacağını Hadislerden çıkararak, ahir zamanın bu büyük fitne ve inkar fırtınasına karşı ancak müspet iman hizmeti ile karşı konulup muvaffak olunacağını bildiğinden, böyle yeni, özgün ve sonuç getirici bir yolu tercih etmiştir.
Bu nurları söndürmek için yapılan her hamle ve girişilen her faaliyet, tam aksi bir şekilde neticelenmiş, insanların dikkatinin ve merakının bu eserlere yönelmesine vesile olmuştur. Bu dikkat ve merakın neticesinde, bu eserleri okuyarak imanını taklididen tahkikiye inkişaf ettiren insanlar, tam bir hizmet aşkı ve heyecanı ile dolmuşlardır. Üstelik bu eserleri okuyan insanların ilminde meydana gelen inkişaf, sosyal hayata yansımış ve her biri mahallerinin en muteber insanları haline gelmişlerdir.
1934 yılına kadar Risale-i Nur’un mühim parçalarının büyük bir ekseriyeti Barla’da yazılmış, bu 8,5 yıllık sürgün, kıyamete kadar Ümmet-i Muhammediyeyi (ASV) sahil-i selamete çıkarıp, şaşmaz bir Kur’an’i pusula olacak bu muhteşem külliyatın yazılması için çok mümbit ve nurani bir zemin olmuştur.
Daha sonra ikamet ettiği Isparta, Eskişehir Hapishanesi, Kastamonu, Denizli Hapishanesi, Emirdağ ve Afyon Hapishanesinde yazılan diğer risaleler ile tamamlanan bu paha biçilmez Kur’ani hazine; ehl-i iman için büyük bir istinatgah, tükenmez bir ümit kaynağı ve yanılmaz bir rehber vazifesini deruhte etmiştir.
‘’Bediüzzaman; gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir; rejimin temel nizamlarını yıkıyor" gibi uydurma, hükümeti aldatıcı tertip ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, İdam kastıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle yargılanmak üzere’’ Isparta’dan Eskişehir hapsine doğru götürülürken, binlerce insan yollara dökülmüş, dualar ve gözyaşlarıyla uğurlanmıştır.