Risale-i Nur'un siyasete karşı tavrı: Anahtar kavramları üzerinden analiz denemesi
Risale-i Nur, Kuran-ı Kerim’in temel konularını, imanî hakikatlerini tefsir eden, açıklayıp izah eden bir külliyattır. Böyle bir külliyatta bir kavram ve bir kurum olarak siyaset mefhumu da gereğince işlenir. Ancak, biz bu çalışmada Risale-i Nur’da işlenen siyaset kavramını ele almayacağız. Ne var ki bu alanda çalışmalar kısmen yapılmış olmakla birlikte çok daha kapsamlı ve derinlikli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Biz sınırlarımızı fazla zorlamadan, burada -tespit edebildiğimiz kadarıyla- anahtar kavramlarından hareketle Risale-i Nur’un reel politik siyasete karşı tavrının, duruşunun bir analiz denemesini yapacağız. Kısaca, Risale-i Nur’un siyasete bakışını değil, reel siyasete karşı tavrını genel hatlarıyla belirlemeye çalışacağız.
“Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase”: Said Nursi; tarafgirlikle siyasetçiliğin birleşmesiyle bir âlim hoca, kendi siyasi görüşüne aykırı düşünen başka bir dindar âlimi “fasıklık” ile itham ederken, kendi görüşünü savunan meşhur bir münafığı ise övmesini gördüğünde bu meşhur sözü söyleyerek siyaseti terk etmiştir. (Âsâr-ı Bediiyye: 385)
“Müsbet Hareket”: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir.” diyerek “müsbet hareket” kavramlaştırması ile Said Nursi, Risale-i Nur’un sosyal hayata bakan en birinci kavramını müsbet hareket olarak belirlemiştir. Müsbet hareket, yapıcı olmaktır, yıkıcı olmamaktır. Kendi fikrinle, işinle meşgul olup başkalarının eksikliği, eleştirilmesi seni meşgul etmemesidir. Başkalarına sadece yapıcı bir tarzda katkıda bulunmaya -eğer imkân varsa- çalışmaktır. İnsanların birbirlerine düşmanlaştırılmaması ve toplumun huzur ve güvenliği için müsbet hareket tarzı Risale-i Nur hizmetlerinin temeline yerleştirilir. (Emirdağ Lahikası-2: 241)
“Ehven-i Şerr”: Nursi, siyasi ortamda bir tercih imkânı olduğunda “ehven-i şerr” ilkesiyle daha çok kötü olanın iktidara gelmemesi için ‘daha az kötü’ olana oyunu vermiştir. Particilik yapmadan daha az kötü olan partiye destek vermiş ve talebelerine de böyle yapmalarını tavsiye etmiştir. (Emirdağ Lahikası-2: 245)
“Siyaseti dine alet yapmak”: Nursi, siyasi ortamın müsait olduğu durumlarda siyaseti dine alet etmeye çalışmıştır. Yani, siyasetin imkânlarının dinin hakikatlerinin toplumda yaşanmasına vesile olabilir mi diye gayretleri olmuştur. Ancak, asla ve asla dini siyasete alet etmemiştir ve kesinlikle dinin siyasete alet edilmesine karşı çıkmıştır. Said Nursi, dinin siyasete alet edilmemesi için azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. (Âsâr-ı Bediiyye: 385)
“İman mal-i umumidir”: Müslüman bir toplumda iman meselesi herkesin ortak konusudur. Tüm toplumun paydaşıdır iman. Böyle olduğundan toplumda iman hizmetlerine çalışanlar, insanları gruplara ayıran siyasi tarafgirliklerden kaçınmak zorundadırlar. İman hizmetleri siyasi tarafgirlik kaldırmaz. İman hizmetlerinde, sadece küfre, dalalete ve dinsizliğe karşı cephe alınır. Başka türlü hiçbir partiye, bir görüşe cephe alınmaz. (Emirdağ Lahikası-1: 180)
“Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ”: Nursi, Zümer Suresi 40. ayetinde geçen bu ifadeye çok sık atıfta bulunur. Özellikle toplumsal meseleleri ele aldığı lahikalarda en çok vurgu yaptığı ayetlerden biri de bu ayettir. Birinin hatasıyla yakınlarının ya da başkasının suçlanamayacağını emreder bu ayet. Hatta Said Nursi; bir kişinin yanlış bir sıfatı, bir davranışı yüzünden masum olan sıfatlarını suçlamakla o kişiye çöp kutusuna atmamak gerektiği dersini de alır bu ayetten. Nursi bu ayete o kadar çok vurgu yapar ki, bu ayetin emrini insan ilişkilerinde en merkezine koyar. (Emirdağ Lahikası-2: 241)
“Mükemmel insan olmaz”: Said Nursi, Sahabe ve selef-i salihîn döneminden sonra siyasetçi olanın çoğunlukla tam dindar olamayacağını ve tam dindar olanın da siyasetçi olamayacağını belirtir. Asıl maksadı siyaset olanlarda din ikinci derecede kalır, der. Bundan dolayı bir siyasetçi tam dindarlık ölçütleriyle değerlendirilmemelidir. Zaten mutlak mükemmel insan olamaz. Öyle mükemmel siyasetçi ya da hükumet bekleyenler, bu dünya şartlarında ‘en iyi olan’ bile karşılarına çıksa yine razı olmayacaklardır. Kısaca herhangi bir insan tam mükemmel olamadığı gibi siyasetçide ve hükumette tam mükemmellik aranmaz. (Emirdağ Lahikası-1: 57; Âsâr-ı Bediyye: 315)
“Siyaset halkı geveze yapar”: Devlet adamları, siyasetçiler ve bürokratların işleri gereği alakaları olduğu geniş siyasi konular, politik gündemler sıradan halkı çok da ilgilendirmez. Sıradan halk, Kur’an’ın iman eğitiminden geçme, dinini gereği gibi yaşama gibi elzem görevlerini ihmal edip genel siyasi meselelerle gece gündüz ilgilenip bunları hep ‘gündemleri’ yapmaları, onların ruhlarını sersem ve akıllarını geveze yapar. Sıradan halkın –kendince doğru olanı tespit etmenin ötesinde- elzem görevlerini ihmal edip siyasi meseleleri her zamanın değişmez gündemi yapmaları, İslamî bir toplumun geleceği açısından sıkıntılı bir durumdur. (Kastamonu Lahikası: 38)
“Görev İstenilmez”: Nursi, Risale-i Nur okurlarına, bir göreve talipli olmamayı tavsiye eder. Bu temel prensibin hem manevi hizmetlerde ve hem de maddi, dünyevi işlerde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yani, görev talep edilmez. Eğer layık ve ehil isen ve sana ihtiyaç var ise seni o göreve getirirler. Eğer getirmiyorlarsa; sen, o göreve gelmeye çalışma. (Lem’alar: 162)
“İhlas”: Said Nursi, Risale-i Nur’un sırf rıza-i İlahi için bu zamanda imanı kurtarmaya hizmet ettiğini söyler. Risale-i Nur hizmetleri, Kur’an’ın imanî manalarını ümmete ve insanlığa tebliğ etmeyi amaçlar. Risale-i Nur hizmetlerinde, rıza-i İlahi dışında değil dünyevi; uhrevi bir amaç, bir menfaat bile güdülmez. Hele dünyevi bir menfaat, bir maksat asla ve asla Risale-i Nur hizmetlerinde amaç edilmez. Amaç edenler Risale-i Nur’a ihanet ederler. (Emirdağ Lahikası-2: 242)