Birinci Bölüm
Risale-i Nur’un Topluma Takdimi ve Eğitim Müfredatına Entegrasyonunda Yöntem Tahlilleri-1
Hayat kurtarıcı acil müdahale reçetesi niteliğindeki çözüm önerimiz olan ve “Medresetüzzehra’nın Uygulamalı Bir Modeli” isimli yazımızda takdim ettiğimiz (geçmiş yazılarımıza sayfanın başındaki “Yazarın Tüm Yazıları” bölümünden ulaşabilirsiniz) ve özelde Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın ve genelde Risale-i Nur’un topluma takdimi ve eğitim müfredatına entegrasyonunda bazı yöntemleri ve bu konuda sahip olunan yanlış düşünceleri, tuhaf çekinceleri, garip tereddütleri, hatta kabul edilmez korkuları vs. tahlil etmek istiyoruz.
Öncelikle bazı hakikatleri (önemine binaen) vurgulamak arzu ediyoruz:
Risale-i Nur’un ve ona gönül verenlerin temel maksadı, “imanı tahkikî yaparak kuvvetlendirmek ve kurtarmak”tır. Mevcut müfredat paralelinde bu maksadı karşılayan bir ders kitabı yazmanın mümkün olmadığını düşünüyoruz. Çıkış noktası bağımsız, müstakil ve müfredatı kendinden olan detaylı, kapsamlı bir tek eğitim programı olabilir ancak. O da elimizin altında. (Nerede mi? Üç paragraf aşağıya bakın) Hemen, beklemeden uygulanabilir. Daha sonrasına ayrıca bakılır diye düşünüyoruz. Artık daha fazla kaybedilecek zaman kalmadı. Erken bir kıyameti mi bekliyoruz? Dünyanın ne kadar ömrü kaldı ki zaten?
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi çok daha uygunsuz şartlarda hem Medresetüzzehra’yı savundu, 1.Meclise kabul ettirdi (gerekçelerini ve kimlere nasıl kabul ettirdiğini lütfen hatırlayınız) hem de 1950-1960 dönemleri gibi şimdiden çok daha uygunsuz şartlarda hükümet yetkililerine Risale-i Nur'un ders kitabı olarak okutulmasını (hatta CHP’ye bile) teklif ve dava etti.
50-60 sene sonra gelen bizler ise, o dönemden çok daha yüksek sesle bu talebi aynen ve içeriğinden taviz vermeden dile getirmeli ve çekinmemeliyiz. (Asıl metnin de okutulduğu izahlı, görsel destekli akademik bir eğitim programını da –imana dair hakikatler sağlam bir mantık kurgusuyla ve tüm detaylarıyla anlatıldığından- aynı manada telakki ve kabul ediyoruz.)
Fakat Üstadımızın inandığının, en azından yarısı kadar bu talebin gerçekleşeceğine inancımız olmalı değil mi? Önce biz bu talebin gerçekçi, kabul görecek ve vazgeçilmez derecede gerekli bir hakikat olduğuna kendimiz inanmalıyız. Biz buna konuyla ilgili delillerimize ve tespitlerimize dayanarak, tüm aklımız ve kalbimizle inanıyoruz. (goo.gl/hNIUou adresinden eğitim programı içeriğine, resmi sunum dosyasına ve bu dosyanın içinde de, eğitim programının fikrî altyapısına dair inceleme yazılarına ve bu konuda oluşturulacak din dersi kitabı ile ilgili tespit ve çözümlemelere ulaşılabilir.)
Vazife bizden, netice Allah’tan. Yapmamız gereken sadece bu hakikatleri akademik ve anlaşılır bir üslupla, mantık kurgusu sağlam bir metinle ve modern bir şekilde yeniden takdim etmek.
Biz bu mananın en üst bir şekilde yukarı bahsi geçen yazımızda takdim ettiğimiz eğitim projemiz ile maksadı karşılayacak bir surette ortaya çıktığına tüm akıl ve kalbimizle inanıyoruz.
Ayrıca biz bu ortaya çıkan çalışmalarla tüm dünyaya bu hakikatleri en mükemmel, kabul edilebilir ve etkili bir tarzda takdim ve ilan edebileceğimize inanıyoruz.
Üstadımıza maneviyat alemi açılmış ve Risale-i Nur hakikatlerinin Kur’an namına tüm dünyada kabul göreceğinin ve manen hâkim olacağının müjdesini vermiş. Bunu asla unutmamak gerek. O nasıl senelerce ve ömrü boyunca “ortam müsait değil, insanlar tepkili ve önyargılı, eserlerim yasaklanıyor ve toplatılıyor; ben ise mahkemeden mahkemeye, sürgünden sürgüne gidiyorum vs.” diye vazgeçmemiş ve en ufak bir taviz de vermemiş, aksine tüm aklı ve kalbiyle inanarak her fırsatta ve her ortamda ve herkese karşı bu hakikatleri dava etmiş. Öyleyse bizim de onun talebesi olarak aynı çizgiden ayrılmamamız lazım.
Yani bu Kur’ânî hakikatleri tüm dünyanın kabul edeceğini ve Risale-i Nur’a tüm insanlığın vazgeçilmez bir surette muhtaç olduğunu dava ederek; gerek eğitim gerek toplum ve gerekse bilimsel alanda bu hakikatlerin hâkim olması yönündeki gayretlerin doğruluğuna, gerekliliğine ve sonuç vereceğine, tamamen ve kesin olarak inanmamız gerekiyor.
Hem vazifemizi yapalım neticeyi Allah'a bırakalım. (tabi bu son cümleyi geçmiş iki inceleme yazımızda hayatın ve toplumun gerçeğine uygunluğu da tamamen gözeterek ele aldığımız ve "Medresetüzzehra Hayali Nasıl Gerçekleşecek?" ve "Risale-i Nur Nasıl Ders Kitabı Olarak Okutulabilir?" sorularının cevaplarını aradığımız yazılarımızla beraber göz önünde bulundurmak lazım. Detaylı ve tam bir çözümleme için lütfen bu yazıları muhakkak dikkatle okuyunuz)
Bu yazılarda iki temel nokta üzerinde duruluyor ve şöyle bir durum tespiti yapılıyor:
1- Binlerce ders kitabının mana-yı harfi ekseninde dönüştürülmesi güzel ve gerekli olsa da, şimdilik çok zor ve uzak bir hedef bulunduğundan, hem de bu imanî hakikatlerin tüm detaylarıyla ve hakkıyla anlatılması ancak tek, bağımsız, müstakil bir ders programıyla mümkün olacağından; emsal çalışmalara da yol açacak ve istenen maksadı ise beklemeye gerek kalmadan tam karşılayacak ve pratik, kolay ve ulaşılabilir bir hedef olarak tercihen din dersine entegre edilecek Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın üzerinde durulması ve ona odaklanılması gerekiyor.
2- Risale-i Nur bir ders kitabı formatında olmadığı, hacimce büyük olması ve lisanındaki zorluk vs gibi muhtelif nedenlerle ders kitabı olarak okutulması manasının ancak haricî bir eğitim kitabı ile gerçekleştirilebileceği.
Yazımızın bir sonraki bölümünde Bediüzzaman ve Risale-i Nur konusunda (özellikle darbe teşebbüsü sebebiyle) toplumun belli kesimlerinde mevcut olan bir takım önyargılar ve negatif algılara karşı, Risale-i Nur’un topluma takdiminde ve eğitim müfredatına entegrasyonunda nasıl bir yöntem ve hareket tarzı izlenmesi gerektiği konusunu tahlil edeceğiz inşallah.