Risale Haber-Haber Merkezi
City University of New York Sosyoloji Profesörü Dr. Mücahit Bilici, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesinin geleceğin hukukunu zayi etmek olduğunu söyledi. Yakın bir zamanda Türkiye’nin dilinin Risalece olacağına dikkat çeken Bilici, “Risale-i Nur Yeni Türkiye’nin, İttihad-ı İslam'a hizmet edecek Anadolu insanının gelecekteki dilidir” dedi.
İşte Mücahit Bilici’nin “Sadeleştirmenin görünmeyen cinayetleri” başlıklı yazısı:
Nasıl ki zaman ihtiyarlandıkça, Kur’an gençleşiyor, öyle de üstümüzdeki gaflet ve istibdat perdeleri yırtıldıkça Risale-i Nur’a daha çok yaklaşıyoruz. Evet, Risale-i Nur ile olan ilişkimiz bir yaklaşma ve varma ilişkisidir.
Bugün karmaşık yahut fazla görünen yarın sade ve tam kıvamda görünecektir. Nasıl ki kaderin hükmü uzun vadede ortaya çıkar ve kısa vadeli bakan insana kaderin pek çok güzellikleri şer veya çirkinlik olarak görünür. Hadi bilemediniz, en iyimser haliyle kesafet ve karışıklık olarak görünür. Öyle de bir esere yaklaşırken insanin fehmi kendine çok itimad ederse istifadede nakıs kalır. Okuduğu eserde, fehminin mevcut havsalasına sığmayan unsurlar fazlalık ve karmaşıklık olarak görünür. Ünsiyeti kesb için gayret edeceğine yani fehim ve havsalasını mütevaziyane inbisat ettireceğine, kalkıp kendi fehminin bıçağı ile o eserde mütehakkimane ameliyat yapan, kesafeti izale için, yabanilikleri ayıklayan bir insanın, yaptığı şey o eseri daraltıp, düşürüp, sadece kendine muhatap hale getirmektir.
Şu halde, sadeleştirme bir libasta terzilik değil, cilt ve hatta azalarda tasarruf yani bedende kasaplık demektir. Ortaya çıkan (yani geriye kalan) eser için, tasarruf sahibi işte benim fehmim (yani bana yansıdığı haliyle Parıltılar) diyebilir, buna hakkı var. Ama o kendi payına düşen Parıltılar’a Lem’alar diyemez. Derse haksızlık eder, hırsızlık eder.
SADECE-LEŞTİRME
Yalnız cihanşümul kitaplar, kalıcı kitaplardır. Hangi zaman veya mekanda yazılmış yahut söylenmiş olursa olsun, zaman ve mekanın kayıtlarından çıkabilen eserler evrensellik kazanırlar. Ve evrenselliğe ulaşan, yani bu dünyada bir nevi bekaya mazhar olan her eser, bilaistisna bir sanat eseridir. Kur’an-ı Azimüşşan gibi evrensel bir hitap ve onun ayinesi ve tefsiri olan Risale-i Nur, birer sanat eseridir. Kur’an ve ona insanları yaklaştırmak için yakınlaşan şeffaf tefsirler, ayine eserler, çok-boyutlu olurlar. Onlardan gıdalanan muhatap tabakaları pek çoktur. Muhatap tabakalardan birinin keyfine göre onları “düzeltmek” belli bir zaman ve fehme indirgemek onların sanat eseri olarak mahiyetlerine bir tecavüzdür. Yani bekaya merbut bir şeyi faniliğe düşürmek gibidir. Sözü hûdadan alıp hevanın eline vermek gibidir. O kitapta her şey, sadeleştirene bakan veçhesi hariç, helaka uğratılmış olur. Şu halde, kitabı sadeleştiren gelecekten çalmıştır. Geleceği, şimdinin tahakküm ve asimilasyonu altında ezmiştir. O eser, istikbalin hukukunu zayi etmiştir.
Zira, Risale-i Nur’daki dilin fazlalıkları bizim sonramız ve bizden sonrakiler içindir. Zahiren kesafet, tekrar ve karmaşıklık olarak görünen şeyler, bizden sonraki ve bizden baksa şimdikiler için iddihar edilmiş kelimeler ve manalardır. Risale-i Nur sadece bir kitab-ı fikir değildir ki ondaki kimi tekrarlar “fazla” yahut “lüzumsuz” olsun. Bir kitab-ı zikir için o tekrar zaruridir. Sadeleştirme hangi cenahtan gelirse gelsin inhisar neticesi doğurursa hakka tecavüzdür. Risale-i Nur’ları sadece bir akıl kitabı yahut bir kalp kitabı olarak okumak mümkündür. Sadeleştirme avamileştirmeye münhasır değildir. Bir feylesofun Risale-i Nur’u sadeleştirmesi de aynı şekilde bir çoraklaştırma olurdu. Gıdasını sadece akla veren, kalp ve duyguları eli boş gönderen bir sadelik olurdu. Sadeleştirme esasen sadeceleştirmedir. “Sadece benim fehmim”in kitabı haline getirmektir.
PARÇADAN BÜTÜNE
Evet, mürur-u zaman, evrenselin üzerindeki lokal perdeyi yavaş yavaş kaldırır. Kaderin ekranında bütün güzelliğiyle arz-ı endam eden bir sanat levhası, zamanın ve gafil insanin cüzi nazarının perdesiyle yahut kesif lensleriyle bir karaltı yahut bir karmaşıklık olarak görünebilir. Zamanın geriye sayan saati bizleri asla rücu ettiriyor. Yani geldiğimiz yere geri dönüyoruz. Okuduğumuz kitaba yaklaşıyoruz. Zaman geçtikçe hakikat açığa çıkıyor, Kur’an dinçleşiyor. Yani cüzi’den külliye dönüyoruz. Eksik gördüğümüz ve dolayısıyla manalandıramadığımız, fazla sandığımız, engel yahut şer gördüğümüz görüntüden, tam ve hakikaten anlamlı olan fotoğrafın letafetli bütününü görmeye doğru bir yolculuk yaşıyoruz. Bu sebepledir ki geleceği hesaba katmadan an’ı yaşamak insan olarak bize yakışmıyor.
GELECEĞE DÖNÜŞ
Risaleleri sadeleştirmeye teşebbüs edenler, ileride kan dolaşımında çok ihtiyaç duyulacak hangi damarları kestiklerinin, ilerideki muhtelif inşikaklardan kurtulmak için üzerinden geçilecek hangi köprüleri yıktıklarının farkında değiller. Evet, bir iddiam var: Risale-i Nur Yeni Türkiye’nin, İttihad-ı İslam'a hizmet edecek Anadolu insanının gelecekteki dilidir. Bu dil, bir nevi Osmanlıdır. Ama geçmişin Osmanlıcası değil, geleceğin Osmanlıcasıdır. Nasıl ki Kur’an Arapça dilini yeniden tanımladı. Öyle de Risale-i Nur, Türkçe’yi yeniden tanımlamıştır. Bu tanımlama gerçekleşmiştir ama yansımaları henüz bütünüyle görünür değildir. Şu an ancak bir iddia olarak görülebilecek bu gerçeğin mahiyeti ileride daha net görülecektir. Evet, yakinim odur ki gaflet ve istibdat perdeleri izale oldukça Türkçe bir dil olarak tasaffi edip Risalece olacak. Kur’an’a yaklaştıkça dilimiz Risalece olacak. İttihad-ı İslam’ın sath-i mailine girdikçe dilimiz Risalece olacak. Türklerin ve Kürtlerin uhuvveti sıhhat bulup tazelenince sümbül verecek dil Said Nursi’nin kırık Türkçesi, yani Osmanlıcaya pek uymayan garip ve leziz bir Osmanlıca, yani Risalece olacak.
TÜRKİYE’NİN DİLİ RİSALECE OLACAK!
Şimdiden bunun emareleri görünüyor. Umum dindarlarda Risalelere hürmet ve alaka artmıştır. Dindar veya değil, ekser Türkiye entelijansiyasinin Risale-i Nur karşısındaki kibirleri yıkılmıştır. Ayrıca, Osmanlıca’ya dönüş her kesimde var. Bu memleketin aklı başında olan solcuları dahi Osmanlıca ile müsalaha ettiler. Akademideki bazı solcular, milliyetçi dindarlardan belki daha ziyade Arapçaya alakadarlar. Her cenahtan Risale-i Nur diline bir yürüyüş var. Belki on yıl belki yirmi yıl sonra Türkiye’nin dili Risalece olacak. Türkiye sömürgelikten halas olduğunda, Türkçe sadece Türklerin değil, aynı zamanda Kürtlerin dili olduğunda ve Kürtçe (aynı vatanı paylaşmanın hukuki vergisi ve manevi zekatı çerçevesinde) herkes için bir parça tanıdıklaşıp normalleştiğinde, Türkçe biraz daha Kürtçeleşecek. Güneydeki kardeşlerimiz zincirlerini kırdıklarında, Asya kıtası uyandığında ve dünyanın dengeleri Arapçayı daha bir merkeze taşıdığında Arapça, Türkçeyi biraz daha Arapçalaştıracak. Farsçayla, Azericeyle komşuluğumuz derinleştiğinde, Türkçe daha bir Farsçalaşacak ve Azericeleşecek. Ve neticede, ortaya çıkacak olan dil şu an hameleliğini Nur talebelerinin yaptığı dil olan Risale-i Nur dili olacak.
İşte sadeleştirme yaptıklarını sananlar bir candamarını bilmeden kesiyorlar. Kürtler ve Türklerin kesişim noktasındaki köprü-dili, köprünün bir tarafına ricat ile havaya uçuruyorlar. Şimdinin rahatı için gelecekten çalıyorlar. Kader de bazen zalim beşerin eliyle bizlere adalet ediyor. “Hakim seni sirkatle mahkum edip hapsetti. Halbuki sen sarık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var.”