Ünlü Alevi yazar Rıza Zelyut'un, 51. ölüm yıldümünde anılırken ünlü İslam alimi Bediüzzüman Said Nursi için kullandığı Belaüzzaman nitelemesi büyük tartışma doğurdu. Haber 7 yapılması gerekeni yaptı:
Rıza Zelyut, meslektaş olarak birkaç zaman değişik yerlerde karşılaşıp konuştuğum gazetecilerden. Bende bıraktığı iz, onun ‘inanan’ bir alevi olduğu! Kendince haram ve helal konularına riayet etmeye çalışan biri. Atatürkçü ama ‘Kemalistlik’ bağnazlığı yok.
Yazısını okuyunca, şaşırdım. Çünkü bu kadar basit bir konuda bu kadar büyük bir hata yapmasını ona yakıştıramadım. ‘Bu olsa olsa ısmarlama bir yazıdır’ diye düşündüm. Yahut da, birileri damarına bastı, o da esasında pek de bilmediği bir konuda çoğu gazetecinin yaptığı gibi çaldı kalemi… Üçüncü bir hal aklıma gelmedi.
O gün, gün boyunca mailler aldım, arayanlar oldu, “bir cevap yazmam’ için.
Hemen yazmak gelmedi içimden. Sabah kalkıp tepkilere bakınca, işin farklı bir boyuta doğru gitmekte olduğunu gördüm. Bir sükunet yazısı yazmaya karar verdim. Daha ancak bir iki parağraf yazmıştım ki, Haber7.com genel yayın müdürü sevgili dostum Ünal Tanık aradı. “Gel seninle Rıza Zelyut’a gidelim”, dedi. “Olur”, dedim, “konuş randevu al, gidelim”. Gittik. İyi ki de gitmişiz. (Ünal beyin konu ile ilgili röportajı sanırım Pazartesi günü yayınlanır! Detayları oradan okuyabilirsiniz!)
Onunla Bediuzzaman üzerine konuşurken, bir şeyi çok net hissettim; Zelyut, o yakıştırmayı bilinçli yapmamış. İşin bu noktaya gelmiş olmasına da üzülmüş. “Ben onun takipçilerinden özür diliyorum, bendeki Bediuzzaman bilgileri ile gerçekte olan farklı imiş, bunu öğrendim” dedi.
GEÇMİŞTEN BİR HATIRA
Onun bu sözü, yıllar önce ‘Necdet Sevinç’ –ki ağabey dediğim bir hemşerimdir- yaptığımız bir tartışmayı hatırlattı. Ortadoğu’da köşe komşusuyduk. O beni biraz ‘yeşil’ buluyor, ben de onu katı ‘al kırmızı’.
Türkiyenin, Özal’ın Kürtlere ‘federasyon’ tartışmalarıyla çalkalandığı günler. Bir gün odasına girdim. Baktım, burnundan soluyor. Beni görünce, “seninki şimdi mezarında göbek atıyordur” dedi.
“Benimki’nden kastı ‘Bediuzzaman’dı. Anlamazlıktan gelerek “Bediuzzaman mı?” dedim. O, “Said-i Kürdi”, dedi, “şimdi keyiften yıkılıyordur”.
Ona “Kesinle yanılıyorsun, bugün yaşasaydı, toplumun şu parçalanmaya gidiyormuş gibi görünen halinden en çok o acı çekerdi” dedim. Ona da Sayın Zelyut’a söylediğim gibi, ‘düşünebildiğiniz en büyük Türkçünün sevgisi ve hizmeti, Bediuzzaman’ın bu millete olan sevgisi ve hizmetinin yanında hiç kalır’ dedim. ‘İnşallah ömrünüz yeterse bunu göreceksiniz’, diye de ekledim.
Ona Bediuzzamanı’ın Prens Sabahattin ile yaptığı tartışmayı aktardım. Neden Şeyh Said’e katılmadığını, katılanları da nasıl vazgeçirmeye çalıştığını da…
“Benim tanıdığım Sait bu değildir. Resmi istihbarat belgelerinin bize aktardığı Said, hain bir Kürt’tür” dedi.
Sen Kürt Teali Cemiyeti üyesi Molla Sait ile Bediuzzaman Said Nursi’yi karıştırıyorsun. Bugün ortalama yüzde 50 Türk okurunun Said Nursi’yi aynı zamanda Şeyh Said sanması gibi…
Tartışmamız fazla sürmedi. Sevinç, araştıran biri olduğu için ben araştıracağını biliyordum. Ona rica ettim, “kitaplarını oku, sonra karar ver”, dedim.
Odasından çıkarken faksı çaldı. Ben yerime geçtim, iki dakika sonra baktım elinde bir faks kağıdı ile yanıma geldi. “Bu faksı bana geçmelerini sen mi söyledin?” diye sordu. Bu kadar kısa sürede bunun olamayacağını bile bile.…
O faksta Bediuzzaman’ın, ‘adem-i merkeziyetçiliği’ savunan Prens Sabahattin’e verdiği cevaplar vardı. Etkilenmişti fikirlerinden!
O tartışmadan sonra Necdet Sevinç’in, Said Nursi’ye karşı olan katı tutumu geçti. Kendisi araştırmaya ve tanımaya başlayınca sanırım, o menfi tutumu da kalmadı…
ALEVİLERİN İLGİSİZLİĞİ KADİRŞİNASLIĞA SIĞMAZ
Rıza Zelyut beyin yanından ayrılırken içime hâkim olan hissiyat da aynı idi. Zelyut, en kısa zamanda Bediuzzaman’ı kendi eserlerinden tanımak için harekete geçecektir. Çünkü Osmanlıcası da fena değildir. Hadise ve siyere de kayıtsız değildir…
Hem de geçmeli!
Çünkü aksi takdirde kendilerini savunun ve onları ‘ehli necat’ çizgide tutmak için çabalamış bir âlime haksızlık etmiş olurlar. Bediuzzaman ehlisünnet bir âlimi olarak, hakiki bir alevinin asla münkir olamayacağını söyler. ‘Onlardaki Ali sevgisi, onları imansızlıktan korur’ diyerek, bugüne kadar dışlanmış bir anlayışı ehl-i necat dairesine dahil etmeye çalışıyor.
O bunu yaparken, bir alevinin çıkıp onu zamanın belası diye suçlaması haksızlık. Bediuzzaman onları iman çizgisi içine çekerken, onların ona hakaret etmesi ehli beyt sevgisine ve geleneğine sığmaz!
Bediuzzaman, bugün dünyada yaşanmakta olan mücadelenin net bir şekilde iman küfür mücadelesine dönüştüğünü fark ettiği için, bir ‘camiu’l-avâlim’ olarak davranmış, zerre miktar imana sahip herkesi ve her kesimi kucaklamaya çalışmıştır.
Bu açıdan, ben gerçek Alevilerden, Bediuzzaman’a bir sahiplenme, en azından teşekkür beklerken, Zelyut gibi, kendisini ‘mümin bir alevi’ diye tanımlayan birinin Bediuzzaman’a ‘belauzzaman’ demesi haksızlıktır, talihsizliktir!
Bediuzzamanın yaklaşımlarının farkında olan Aleviler bu haksızlığı telafi etmeli!
BEDİUZZAMAN KİMİN BELASI?
Mamafih onun fikirleri bazı kesimler için bela olmuş durumda cidden! Risale-i Nur’’la bir türlü baş edemedikleri, onun fikirlerinin yayılmasını asla durduramadıkları için kahrından ölen, her yola başvurdukları halde netice alamadıkları için kahrolan bir kesim var. Bunların en başında da Zındıka Komitesi geliyor. Onlar kendilerini bilirler!
Onu bela gibi gören bir diğer kesim de ‘laikçi’ –laik demiyorum- dünya görüşüne sahip Kemalistlerdir. Onlar için Bediuzzaman hakikaten ‘bela’ sayılabilir. Hatırlayın, Firavun da Musa (as) için, ‘Sen uğursuzun tekisin. Sen ortaya çıktığından bu yana Mısır’ın başı retten kurtulmuyor, başımıza bela oldun” kabilinden şeyler söylemişti. (Araf,131).
Bu açıdan bakıldığında, evet, hakikaten milletin başına bela olmuş birlerinin belası olmuş durumda Bediuzzaman!
Kendisi öldüremediler. Fikirlerini öldüremediler. Dirisiyle baş edemediler, sonunda mezarını yok ettiler ama bu onları, korkularından koruyamadı! Dolayısıyla bugün Türkiye’nin onu tartışıyor olması, birçokları açısından ciddi bir bela.
Onu bela gören sadece Kemalistler de değil. Maalesef bu tarafta gözüküp kendi küçük hayallerinin, onun muhteşem idealleriyle boy ölçüşemediğini gören diğer bir takım cücelerin de belası oldu o. Dolayısıyla Sayın Zelyut’un o yakıştırması bek de yabana atılır değil!.
NURCULARA DÜŞEN GÖREV
Tabii Bediuzzaman’ın böyle algılanmasında nurcuların da payı olsa gerek. Yani Sayın Zelyut gibi en azından ‘ateist’ olmayan bir alevi yazara bile Bediuzzaman’ı doğru anlatamamışlar.
Onun dünyasında Hz. Ali’nin ne kadar müstesna bir yer uttuğunu, ehli beyte duyduğu derin muhabbetini, Hz. Ali’nin, Risale-i Nur öğretisindeki özel yerini, onun, Alevileri kucaklayan yaklaşımını anlatamamışlar. Bu hadise, ‘Risale-i nur’un Alevilere anlatılması zamanı geldi’ şeklinde algılanırsa, büyük bir hayra kapı açmış olur!
Bediuzzaman, Risale-i Nur’a yönelik itirazlara karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğini Kastamonu Lahikası’nda anlatıyor. O çerçevede bir heyet, Zelyut’u ziyaret edip, itirazlarına medeni cevaplar verebilir! Zira “medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşi barbarlar gibi icbar ile değildir”
ZELYUTUN YANILGILARI
Bu arada Sayın Zelyut’un bilmeyerek de olsa yaptığı bir iki hataya da değinmek istiyorum. Ne diyor Zelyut:
-Said Kürt’tür.
-Evet, Sait Kürtt’ür, hem de seyit bir Kürt!. Bunda ayıplanacak bir şey var mı?
-Sait Kürtçüdür.
—Hayır Sait Kürtçü değildir. Böyle bir iddia ahmakları bile güldürür. Şeytan tüm şeytanlığı ile gelse, onun Kürtçü veya Türkçü olduğunu ispat edemez. Çünkü o yalın bir iman eridir. Üzerinde pas karar kılmaz bir elmas kılınç gibi!
-“Said Kürtlerin tealisi için çalışmış!”
—Çalışmamış olsaydı asıl o zaman dûn himmetlik ederdi. Herkesin kavmi için bir şeyler yaptığı o yıkılış hengâmesinde, o da Kürt halkının uyanması, yükselmesi ve medeni halklar içindeki yerini alması için çalışmış ve onları, uyanmaları için sarsmıştır:
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa, sahrâ-yı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir.Hikmet denilen makine-i âlemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme uzanan ve dal budak salan kanun-u nurânî-yi İlâhiyenin müessisi olan hikmet-i İlâhiye, ufk-u ezelden kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile müteferrik su gibi katre katre zâyi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle, yani İslâmiyet milliyetiyle tevhid ve mezc ederek, zerratın câzibe-i cüz'iyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile, kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi câzibesine ittibâ ile muvazene ve âheng-i umumiyeyi muhafaza ediniz.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 58)
Ne var bunda, ırkçılık mı yapmış? Hayır. Ama niyeti başka türlü olanlar, sözünün şurasına burasına bir şeyler ekleyerek onu maksatların alet etmek istiyorlar ama yapamazlar. O ne ırkçı bir Kürtçü ne de hain Kürt’tür!
O tam bir İslam hamiyetperveridir. Bütün varlığı ile bir İslam milliyetçisidir. Kürtleri sever, çünkü onların arasında çıkmıştır. Türkleri sever, çünkü onların İslamiyet’e hizmetleri çok büyüktür. Arab’ı Farsı sever, çünkü dinde öncülük etmişlerdir. Çeçeni, çerkezi, boşnağı sever, çünkü bayrağı devralmışlardır. Onun kadar Türkleri sena etmiş ve Türk milletini İslam’a hizmetlerinden dolayı yüceltmiş biri daha yoktur.
KENDİNİZİ MİLLETE SEVDİREMEDİ İSENİZ SAİD NE YAPSIN?
Başka?
-Efendim, Said Rejimi sevmiyormuş.
—Ne yani? Sevmek zorunda mıdır? Hayır. Sevmemiştir, sevmediğini de yüzlerine karşı haykırmıştır. “Ben sizin rejiminizi sevmiyorum. Ama ilişmiyorum da” demiştir. Çünkü, başlangıçta taraftar olduğu cumhuriyetçilerin gerçek niyetleriyle, onun düşündüğü anlayış örtüşmemiştir. O rejimle mücadele etmiştir ama silah kullanarak filan değil. Fikrini söylemiş ve yaymıştır. Bunu yapmaya herkesin de hakkı var. Rejimin kurucularının elinde daha büyük imkânlar vardı. Mektepler, okullar, üniversiteler, bütün bürokratik daireler, kürsüler, meydanlar.
Said’in elinde ne vardı? Onun fikrini yayabileceği yerler, hapishane koğuşları, üç beş köylü, dağ başları, kırlar, bayırlar… Bazen kuşlar gelip dinlerdi hem hemesini bazen sinekler. Yalnızdı hep. Kimse ile konuşmasına müsaade etmezlerdi. O da en çok ‘kardeşim’ dediği çınar ağacıyla hasbi hal ederdi.
Rejimin sahipleri ona nefes bile aldırmıyorlardı. 17 kere zehirlemişlerdi. Onun iliştiklerini kanun koruyordu. Onu kanun bile koruyamıyordu rejimin hışmından!
Bugün fikirleriyle milyonları etkilemişse ne günahı var? Sizin kanunlarla, dayatmalarla ayakta tutamaya çalıştığınız fikirleriniz demode olurken onun zindan odalarında tütün kâğıtlarına yazdığı fikirleri rağbet görmüşse suç onun mu?
Rejiminiz tutmadı işte, tutmuyor. Üç darbe, bir yığın muhtıraya rağmen kendinizi millete sevdiremediniz. Ne yapalım şimdi?
Bir de neymiş, “Said silahlı kalkışmanın tutmadığını görünce fikir mücadelesine başlamışmış!
—E ne güzel işte. Adam silahlı eylemlere karışmamış, kimsenin huzurunu bozmamış. Milyonlarca deli fişek talebesi varken hiç birisini hiçbir eyleme bulaştırmamış. Daha ne yapsın. Hatta onları ‘dâhilde ne adına ve kim adına olursa olsun her türlü kargaşa ve asayişsizliğin millet ve vatan aleyhine olacağını’ söyleyerek, asayiş kuvvetlerinin yanında yer almalarını istemiş.
Bu mu suç yani?
Bir de tarikatçiliği var tabii!
Bediuzzaman’a yönelik eleştiri yazanlarda, beni en çok eğlendiren ve güldüren ona yapılan ‘tarikatçi’ suçlamasıdır.
Ne tuhaf değil mi? Tarikat erbabı olanlar, onu ‘zaman tarikat zamanı değil’ dediği için eleştiriyorlar, Rıza Zelyut gibi bihaber olanlar da onu tarikatçılıkla suçluyorlar.
Sanki tarikatçılık çok kötü imiş gibi!
Laikçi olmak, Kemalist olmak, roteryen olmak, mason olmak üç kağıtçı olmak zül değil, bir tarikata mensup olmak zül, öyle mi? Keşke ben hakiki bir ehli tarik olabilseydim. O Allah dostlarının yolunda olmak ne şeref!.
Haaa Said, kendisi de 12 tarikatın virdini yaptığını söyler gerçi! Yani ona tarikatçı demek onun zoruna gitmez fakat tarikatçı değil!
Bunu bile anlatamamışlar demek ki.
Sayın Zelyut’tan başlayabilirler anlatmaya…
Haber7