İslam coğrafyası kanamaya devam ediyor. Her tarafta çirkin ve karmakarışık oyunlarla tezgâhlanan savaş ve saldırılarla masum insanlar ölüyor ve büyük çilelerin girdabına yuvarlanıyor.
Bir bölgede yapılan zulümler bitmediği gibi şiddetleniyor, arkasından bir başka İslam coğrafyasında kan dökülmeye başlanıyor. Ve ne yazık ki bu zulümleri, birbirlerine Müslümanlar reva görüyor.
Bizim küçüklüğümüzün geçtiği memleketimizde biz Rojava hikâyeleri ile büyüdük. Buralara göç eden akrabalarımızdan uzun yıllar sonra arada bir gelen haberleri aldıkça, büyüklerimizin, onlarla ilgili hatıraları süslerdi dünyamızı. Büyük amcamızın hayatı, büyüklerimizin hatıralar ile süslenen anlatımlarını, merak ve heyecan ile dinlerdik. Onlara ciddi bir iştiyak duyar, merak ve heyecan ile onları nasıl görebileceğimizin hesaplarını yapar, hayallerini kurardık.
Biz Rojava’ya, Rojava demezdik. Biz Rojava’yı hep ‘’Batı’’ anlamında kullandık. Kelime manası da öyledir zaten. Bu isim, kelime dağarcığımıza, son olaylarla birlikte biraz farklı bir anlamda eklenmeye başladı.
Bizim memlekette ‘’Ser Xet’’ ve ‘’Bın Xet’’ diye ifade edilirdi, hududun bu tarafı ile arkasında kalan topraklar. Arada tel örgüler vardı ve tel örgülerin de etrafına mayınlar döşenmişti. Tabii ki, hududun arkası bizim için bugün Rojava olarak ifade edilen Suriye idi. Yani Kürtlerin yaşadığı bu topraklara da Suriye demeye başlamışlardı ve biz de öyle diyorduk.
Bugün Rojava, Suriye’nin kuzey bölgelerinde kalan ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Batı Kürdistan için kullanılıyor. Malum olduğu üzere, Kürtler komşu dört ülkenin birbirleri ile bitişik topraklarında yaşamaya devam ediyorlar.
Yani Birinci Dünya Savaşından sonra masa başında devlet sınırlarını çizen hâkim ve galip güçler böyle takdir etmişti, yeni devletlerin isimlerini ve sınırların. Araya da yalnız tel örgüler çekmekle kalmamışlardı. Mayınlar da döşenmişti kardeş ve akrabaların arasına.
Fakat her şeye rağmen, sınırın iki yakasındaki akrabalar arasında ilişkiler hiç kopmadı. Sınırdan, tehlikeler de göze alınarak ziyaretler devam etti. Hatta gelin alıp vermeler de hep devam etti. Bu münasebetler elbette yıllar geçtikçe seyrekleşti, yeni nesillerle birlikte bazı aileler için koptu. Fakat her şeye rağmen, bu ilişkileri ısrar ve inatla bugüne kadar sürdürenler hep oldu.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, ‘’Bın Xet’’te, yani sınırın öte yakasında kalanlara, yenileri eklenmeye başlandı. Türkiye’de yapılan devrimlerden ve dini hayata getirilen kısıtlamalardan rahatsız olan çok sayıda aile, âlim ve şeyhler de, çocuklarının geleceğini düşünerek ‘’Bın Xet’’e göç ettiler. Burada henüz otorite olmayan devlet idaresinden uzak bir şekilde dinlerini rahatça yaşamaya devam ettiler. Tekke ve medreselerini buralarda kurmaya çalıştılar. Hatta sırf bu medreselerde okumak için oralara gidip gelenler oldu bu yıllarda.
Geçenlerde talihsiz bir saldırı sonucu vefat eden büyük âlim Said Ramazan el Boti’nin babası Ramazan el Boti de, Cizre’den Suriye’ye 1933 yılında göç etmişti. Şeyh İbrahim Hakkı ve daha birçok büyük âlim ve fazıl zat da, bu göç kervanına katılmışlardı.
Rojava’da bu nedenle dini hayat ve İslami hassasiyetler, çok takdir edilecek bir noktada bulunuyordu. Burada yaşayan Kürtler arasında tarikat yapılanmaları ve dini hizmetler bölgenin her tarafında yaygın bir şekilde bulunuyordu. Bu hizmetlerle ilgili olarak, zaman zaman bize bu çerçevede çok güzel ve ümit verici haberler ulaşıyordu.
Muhakkak ki bugüne kadar, bu hassasiyetlerin büyük ölçüde korunduğu kanaatindeyim. Ancak son yıllardaki dini hayattaki aşınmaların arttığını ve seküler hayat tarzından da azımsanamayacak bir etkileşimin de olduğunun biliyoruz.
Birkaç gün önce görüştüğüm ve fırsat buldukça Rojava’ya giden bir akrabamın anlattıkları da maalesef, İslami hayattaki gevşekliğin küçümsenemeyecek bir seviyeye geldiğini duymanın da üzüntüsünü yaşadım. Misafir olarak bulunduğu ve bin kişinin yaşadığı bir köyde, Cuma namazını kılacak kırk erkeğin bulunamadığını ve bu yüzden de Cuma namazını kılamadıklarını üzülerek anlatmıştı bana.
Demek ki, bazı yerlerdeki dinden uzaklaşmalar, tahminlerimizin de çok ötesinde bulunuyor. Tabii ki, ideolojik etkilenmeler arttıkça, maalesef dini hassasiyetler de o ölçüde azalıyor.
Bunlar tabii ki ayrı bir konu. Meselenin kader ciheti hakkında herhangi bir hüküm vermemiz mümkün değil. Her şey ind-i İlahide malumdur ve kader yansımaları, Rabbimizin takdiri dairesindedir.
Şimdi bu bölgede büyük bir zulüm yaşanıyor. Çok büyük bir kargaşa, kaos ve dehşetli bir karışıklık, almış başını gidiyor. Bu bölgede yaşayan insanlar, alışık olmadıkları bir karmaşanın içine itilmiş durumdalar.
Beşar Esed, bütün ülkesi ile birlikte Rojava’yı da büyük bir ateşin ve cehennemin içine atmakta bir beis görmedi. Saltanatını uzatabilmek için, bütün ülkesini büyük bir fitneye yuvarlayan Esed, Rojava’ya da gazabını bulaştırdı.
Şimdi Rojava bölgesinde büyük bir fitne kol geziyor. Kürt gençleri farklı isimlerdeki örgütlerin çatısı altında birbirlerini öldürmeye devam ediyorlar. Bazı köylere, uçaklarla saldırıların yapıldığı söyleniyor, fakat bu da kafa karıştırıyor. Peki Nusra örgütünün elinde uçaklar var mı? Yok. Herhalde Esed’in uçakları, fitneyi iyice ateşlemek için, ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Çok acı ve elim bir tablodan daha bahsediliyor. Bugün Nusra örgütü içinde faaliyet gösteren çok sayıda Kürt gencinden de bahsediliyor. Bu gelecek için de kaygıları arttıran bir durum. Çünkü bir müddet sonra silahlar sustuğunda, bu bölgede, huzur ve istikrarın sağlanması da hiç kolay olmayacak.
Bu örgüt kavgalarından bugüne kadar binlerce insan hayatını kaybetti. Suriye’de bugüne kadar öldürülen yüz binden fazla insana arasına, Rojava’da öldürülen masum insanlar da eklenmeye başlandı.
Esed’in kullandığı kimyasal silahlarla, üç bine yakın masum inansın acımasızca öldürüldüğü bu ülkedeki felaketlere, şimdi Rojava dramı da yürekleri yakıyor. İki milyondan fazla insanın, komşu ülkelere perişan bir şekilde savrulduğu bu ülkenin Kürtleri de, Irak Bölgesel Kürt yönetimine sığınmaya başladı. Buraya sığınan insanların sayısının yüz bini geçtiği ifade ediliyor.
Suriye, herkes için acı, ızdırap ve felaket ülkesi olmaya başladı. Dünya barışını sağlamakla görevli Birleşmiş Milletler, bu dehşetli tabloyu seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde veto hakkına sahip beş ülkenin basit ve çirkin hesapları, insani bütün adımların önünde aşılmaz bir bariyer oluşturuyor.
İki milyondan fazla Kürt kardeşimizin yaşadığı Suriye’ye de, kalıcı ve insani bir çözüm, maalesef çok yakın olarak gözükmüyor. Bu çilekeş ve sahipsiz insanlar, kardeş kavgasının ortasında heder olmaya ve mazlum bir şekilde öldürülmeye devam ediliyorlar.
Rojava ile birlikte bütün Suriye’de silahların susması ve barışın sağlanması için, İslam ülkelerinin ciddi ve kararlı hiçbir girişimi de ne yazık ki, görülmüyor. Bunun için daha ne kadar masum insanın öldürülmesi gerekiyor?
İslam coğrafyasında, büyük sancılar ve acılar yaşanıyor. Bu acıların dozu ve şiddeti de her geçen gün artmaya devam ediyor. Saddam’ın 1988 yılında Halepçe’de kullandığı kimyasal silahlarla öldürdüğü beş bin masum ve savunmasız insanın acıları, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hala taze bir şekilde yürekleri yakmaya devam etmiyor mu?
Şam’ın hemen yakınlarında Kasiyun bölgesinde Esed’in emriyle kullanılan kimyasal silahların öldürdüğü ve çoğunluğu masum çocuklardan oluşan binlerce insanın acısını, unutmanın imkânı var mıdır?
Suriye’nin şimdi bütün bölgelerinde bu acı ve dram daha yoğun bir şekilde yaşanmaya başlandı. Savaşın başından yakın bir zamana kadar nisbeten rahat bir dönem geçiren Rojava’nın da fitne ve ateşin içine çekilmesini, acılarımızı bir kat daha arttırmıştır.
Herkes, üzerine düşeni yapmalı. Komşumuzdaki ateş sönmezse, bize de bulaşır ve bizi de yakabilir. Bu tür acılara yabancı olmayan ülkemiz insanlarının, mutlaka duyarlı davranması ve üzerlerine düşen görevi en iyi şekilde yapması gerekir. Suriye’nin diğer bölgelerine yapılan yardımların, artık Rojava’yı da içine alacak şekilde planlanması, kardeşliğin, komşuluğun ve dindaşlığın bir gereğidir. Bu konudaki herhangi bir ayrımın kabul edilebilmesi mümkün değildir. Türkiye, bütün bölgeye uzattığı yardım elini, hiçbir ayrım yapmadan sonuna kadar devam ettirmelidir.
Bu durum, Türkiye’yi istikbalde bekleyen büyük misyonu kolaylaştıracak ve önünü açacaktır. Ayrıca, bu yardım ve destek, kardeşlik hukukunu ve vicdanın da bir gereğidir.
Bütün mazlumlara eşit ve tarafsız bir şekilde bakmak ve yardımcı olmak gerekir. Dinimizin de bize emrettiği budur. Duamız Rojava ile birlikte, bütün Suriye’nin, Mısır’ın ve topyekûn İslam dünyasının en kısa zamanda huzur ve istkrara kavuşmasıdır. Elimizden hiçbir şey gelmiyorsa bile, lütfen hiç olmazsa, dualarımızı eksik etmeyelim.