Bediüzzaman anlayışında, kavramların bizâtihi iyi ya da kötü olması değil de iyi veya kötü biçimleri sözkonusudur.
Avrupa'nın olduğu gibi, Avrupa sanatı da Bediüzzaman için ikiye ayrılır. Batı'nın büyük zeka tarlalarını, insanlığa nafi sanatlarını, insan sevgisi vurgusunu beğenir ve takdir etmekten kaçınmaz.
Ancak, Batı modernizminin insanın içindeki duygu ve arzularına karşılık bulma biçimine karşı çıkar. Dinsiz felsefenin gerçekleri çarpıtarak yönlendirdiği sorularına eğlence ve fantezilerle cevap vermesini şiddetle eleştirir.
Bediüzzaman'ın temel eleştirisi Batı'nın bulduğu bu 'romanvari nazar'adır.
Batı, romanlarıyla hayalî yaşamlar kurar. İnsanlar yaşatır, öldürür. İnsan varlığını beden üzerinde idealize eder, nefsin ihtiyaçlarını aşırılığa mahkum eder. Özeli (mahremi) kaldırır. Yatak odasını açar. Ölüme sinema ile hayat süsü vermeye çalışır. Hevesatı harekete geçirir.
Romanvari bakış takılan bir göz (mercek) insanı elbiselerinden sıyırıp hayvaniyete eşitler, rezil eder.
Tiyatro ile, insanı kaderin bir oyuncağı olarak gösterir (trajedya), ölüme isyan ettirir, ahireti unutturur ya da hevesatı içinde yalanı meşrulaştırır (komedya). İnsanın yaşamak arzularını kullanır, hatta ölü bedenlerden hareket umar hale getirir.
Romanvari bakış, her neticeyi somutta arar, bulur, görür, gösterir, orada tüketir; mücerredi tanımaz. Varlığı somutta sabitler.
Modern Batı sanatı işte bu roman sanatıdır. Hayata karşı avuntusu romanlarıdır, tiyatro ve sineması bu romanlarının (heykelin canlanması gibi) canlanmasıyla ortaya çıkacaktır.
Roman, varlığı bedende görmek ve göstermek ister (heykel gibi), ortaya döker, umumun nazarına açar; burada açılan odanın zengin fakir, güzel çirkin, iyi kötü, dindar dinsiz olmasının önemi yoktur.
Bu bakışla bir eser ortaya koyacaksanız bunları yapacaksınız demektir. Bir sinema filmi yapacaksanız, bir erkeğin ya da kadının hayatı bu şekilde sergilenmesi gerekecektir.
Romanda insanın 'nefsi'ni temel almalısınız; bunu yapınca sözkonusu olan nefsin, hangi inanca ait olursa olsun, belli ihtiyaç ve arzularını karşılama ve bunları teşhir etme biçimi olmalıdır.
İnsan hayatında, örneğin, yemeğin önemini gözardı edemezsiniz. Bu nedenle bir roman kahramanının ne tür beslendiği, sevdiği yemekler, yapılma usulleri, zevk aldığı tarifler, sunum biçimleri, yemek yediği mekanları, birlikte yemek yemekten hoşlandığı dostları, yanında içtikleri, tatlıları, yemek kültürünü aldığı kaynaklar, yemeğini beğendiği kültürler, ülkeler, markalar gibi birçok ayrıntıyı da bulmak gerekir. (Yemek sahneleri romanvari yapıtların en değer verdiği parçalarındandır).
Bu sebeple, mesela, bir yemek ile beraber ürün (ve marka) bağımlılığı romanlar üzerinden kurulabilecektir.
Buradan, bir müslüman için de gayri müslim için de ortak bir yemek bağımlılığı (kültürü) kurulabilecektir.
Bunun gibi, insanın kendi bedenini geliştirmesi (ideal vücud ölçüsüne sahip kadın veya erkekler), neslini devam ettirmesi gibi 'nefsî gerekler' de bir kültürel gerçeklik olarak üretilecektir.
Ortaya çıkacak yöntemler, bireyi toplumun nazarında bir belirlenmişliğe mahkum kılacaktır.
Hangi inanç ya da düşüncede olursanız olun kültürün dışına çıkamayacaksınız.
Kültürü belirlemede çoğu Batı kaynaklı bu tür malzemelere mahkum kalacaksınızdır.
Mevcut roman medeniyeti kültürü kendi geliştirecek ve de dayatacaktır. Bu kültür dinin hayata uygulanmasında bile yöntem dayatabilecektir. (İslamcılık tartışmalarında bu nokta da değerlendirilmelidir).
Mesela: Bir filmde, gayri islamî aile yerine islamî bir aile koyduğunuzda buradaki format içinde bu ailenin de özel dairesini yaşatmak durumunda kalacaksınız. Bu şekilde özel dairenin içine girdiğinizde mevcut durum, elbette, islami ahlaka uygun kaçmayacaktır. Özellikle kadın açısından mahremiyet atmosferinde, rahatlığını sergileyebileceği bir ortam kurmak gerekecektir. Aile özelinde islamî olan bu durumu bir film içinde gösterdiğinizde müslüman izleyici açısından büyük sorun olacaktır. Aynı şekilde, müslüman bir oyuncu için de, kendi özelinde meşru olan bir durumu sergilemesi yine sorun olacaktır.
Aksi durumda ise romanvarî gerçeklik oluşturulamayacağından ürün kültürel yeterliliği yakalayamayacaktır.
Günümüz şartlarında, karşı bir alternatif üretmek, neredeyse, bütün dünyayı karşına almayı gerektirecek kadar zordur.
Kısacası, Bediüzzaman'ın 'romanvari nazar' olarak tanımladığı ve reddettiği, tenkit ettiği roman, sinema ve tiyatronun üretildiği zemin bu tür islamî ürünlerin 'Batı standartlarında' gerçekleştirilmesini imkansız hale getirmektedir.
Bu nazarın dışında teknikleri kullanabilir misiniz?
Teorik olarak mümkündür, ancak, hali hazırda başarılı olmuş bir alternatif bulunabilmiş değildir. Postmodern sanat dili ise alternatif olmaktan ziyade bu dilin aşırılaştırılmasından başka bir işe yaramamıştır.
Yeni romanlar yazacaklar, yeni sinema yapacaklar islamî bir sanatın dilini de bulmak zorundalar, aksi halde, ya yaptıkları modern anlamda roman ve sinema ve tiyatro olmayacak ya da mevcut medeniyetin sözünü muhkemleştirmekten gayrı bir hizmeti olamayacaktır.
Son zamanlarda bolca istenen islamî roman, sinema ve dizileri düşünürken ya da eleştirirken bunları da göz önüne almak gerekecektir.