Dört günlük bir gezi için Romanya'daydık.
Romanya, komünizmin pençesinden kanlı olaylar sonucu kendini kurtarabilen bir doğu Avrupa ülkesi.
Bu ülke uzun bir müddet Osmanlı hâkimiyeti altında yaşadı. Fakat Osmanlı Devleti, Dobruca bölgesi dışında yerleşime hiç karışmadı. Buralara valiler atadı ve vergi aldı. Bunun dışında hiç bir şeylerine müdahale etmedi.
Romen halkı istediği gibi yaşadı, kültürünü ve inançlarını korudu. ABD'nin 45 yıl içinde bütün Filipinler'e dilini ve kültürünü benimsettiğini göz önüne alırsak, Osmanlı'nın hoşgörü ve toleransı daha iyi anlaşılır.
Daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği’ne her hususta tam teslim olmuş bir uydu devlet görüntüsünü, diğer bütün Varşova Paktı ülkeleri ile birlikte bütün dehşet ve acımasızlığı ile yaşadı.
Polonya'da Lech Walesa ve Dayanışma hareketi ile başlayan ve Varşova Paktını darmadağın eden hürriyet ve demokrasi rüzgârları, Romanya'yı çok feci bir şekilde salladı.
Çavuşesku’nun feci ve ibret verici akıbetini hatırlarsınız. Zaten kamera görüntülerine yansıyan bu dehşetli son, kolay kolay unutulacak cinsten değildi. Halkına kan kusturan bu komünist diktatör, 1989 yılında eşi ile birlikte Romenler tarafından çok feci bir şekilde öldürdü.
Çavuşesku'nun bu dünyadaki akıbeti bu şekilde oldu. Bu Deccal çırağının ahiretteki cezasını elbette Adil-i Mutlak olan Rabb'imiz takdir edecek.
Bükreş (Bucureşti) ilginç ve tarihi bir şehir. Eski şehrin bulunduğu bölgelerde tarihi dokuyu özenle muhafaza etmişler. Yüzyıllar öncesinde yapılan ve bugüne kadar özenle korunan ilginç binalar, şehre bambaşka bir güzellik veriyor.
Bu binaların bulunduğu caddelerin çoğu, araç girişlerine yasaklanmış ve sadece yayalara tahsis edilmiş. Bu durum, bu bölgeleri gezenlere büyük bir kolaylık sağlıyor.
Her ne kadar Romenler fazla kabul etmeseler bile, Avrupa Birliğine tam üyeliğin ardından Romanya’nın havası değişmiş. Güven duyguları artmış. Her halleri ile çok rahat bir görüntü veriyorlar. Refah düzeyi de yükselmeye başlamış.
Yirmi iki milyon olan ülke nüfusu, yirmi milyonun altına düşmüş. AB ülkeleri arasındaki mevcut hakları mümkün oldukça kullanmaya çalışıyorlar. Diğer gelişmiş AB ülkelerine giden Romenler, fırsat buldıkça buralara yerleşmeye başlamışlar.
Özellikle genç nüfusun gözü gelişmiş Avrupa ülkelerinde. Kalifiye elemanları buralarda tutmak güçleşmiş. Romenler, biraz da bu durumdan şikâyet ediyor.
"Avrupa Birliği üyeliği, bize pek fazla bir şey katmadı, daha çok götürdü" kabilinden şikâyetlere sık bir şekilde şahit oluyorsunuz. Belki de bunun en önemli sebebi, burayı terk eden kalifiye elemanların çokluğu.
Romanya'da caddelerde yürürken bir husus hemen dikkatinizi çekiyor. Yaya geçitlerine ayak bastığınız andan itibaren öncelik size geçiyor ve bir anda bütün arabalar duruyor.
İnsan olarak kendinizi daha önemli görmeye başlıyorsunuz. Türkiye'de arabalarını üzerinize süren sürücüleri hatırladıkça, doğrusunu söylemek gerekirse, bu durumu takdir ile karşılıyorsunuz. Caddelerde yayaların önceliğine saygı göstermeyen sürücüleri, şiddetli cezalar bekliyor.
Romanya'yı ve özellikle Bükreş'i gezdiğiniz zaman bir başka husus da hemen dikkatli nazarlardan kaçmıyor. Buralarda çalışan ve iş kuran çok sayıda müteşebbis vatandaşımızı görmeniz mümkün. Romanya'da bu şekilde buralarda çalışan vatandaşlarımızın sayısının on binin üzerinde olduğu ifade ediliyor.
Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Romanya'da da iş yapan çok sayıda vatandaşımızı görmek çok sevindirici. Ülkemiz vatandaşlarının, son yıllarda yapılan atılımlar ve büyük adımlar ile birlikte, teşebbüs konusunda büyük bir öz güvene sahip olmaya başladıkları görülüyor.
Bu konuda kesin resmi rakamları bilemiyorum, fakat bu durumun bütün Avrupa ülkelerinde benzer bir şekilde olduğuna dair dile getirilen ifadeler, Türkiye’yi seven herkesi heyecanlandırıyor.
Romenlerin, bu ülkeyi ziyaret eden herkese göstermek istedikleri ve gerçekten de iftihar ettikleri çok ilginç bir eser var. Romanya Parlamento Sarayı.
Bu büyük eser, büyük bir ihtişam ve gururla ziyaretçilerini selamlıyor. Romenler, bu binaya gözleri gibi bakıyorlar. Buraya aldıkları herkesi çok sıkı bir aramanın ardından binaya kabul ediyorlar. Birkaç kişilik gruplara bir rehber tahsis ediyorlar ve sarayı bu şekilde gezmelerine izin veriyorlar.
Saray, devrilen komünist diktatör Çavuşesku tarafından yaptırılmaya başlanmış. İnşaatı çok uzun yıllar sürmüş. Ancak bitirilmesi Çavuşesku'ya nasip olmamış. Yetkililerin ifadelerine göre, bu saray, tam üç milyar Euro karşılığı bir maliyet ile bitirilebilmiş.
Bina için hiç bir masraftan kaçılmamış. En kaliteli ve en pahalı malzemeler kullanılmış. Çok yüksek bir bölümde kullanılan iki parça perdenin, beş ton ağırlığında olduğunu ifade eden rehberin sözüne inanmakta zorluk çektik.
Binada ihtişam ve gurur için, çok büyük israflarda bulunulmuş. Bu görkemli yapının, ABD'deki Beyaz Saray'dan sonra dünyanın en büyük sarayı olduğunu Romenler her vesile ile ve gururla ifade ediyorlar. Kullanılışlı olmayan geniş ara bölmeler, koridorlar, holler için harcanan paralar ile herhalde çok büyük hizmetler yapılabilirdi.
Ploieşti ziyaretinde Petrol ve Gaz Üniversitesinde Türkmen ve Türk öğrenciler ile yaptığımız sohbetinde inşallah hayırlara vesile olmasını temenni edelim. Aynı günün aksamı Ploieşti Camisinde tesbih ve hacet namazlarının büyük manevi hazları ile süslenen Miraç kandili gecesi ihyası da, güzel bir hatıra olarak ruhlarımıza nakşedildi. Geceye üniversite öğrencileri ve buralarda ticaret yapan iş adamlarımız da katıldı.
Gelişen ve değişen Türkiye’nin öğrenci ve öğretim üyeleri değişim programları, bütün hızıyla devam ediyor. Fakat bu konuda Üniversitelerimizin biraz daha dikkatli olmaları gerekiyor. Sırf öğrenci gönderiyor olmak, bu sayıyı kabarık göstermek gayretleri, asıl amaca hizmet etmiyor. Gönderilen öğrencilerin kendi alanları ve dil öğrenimi ile ilgili gelişimlerinin özenle takip edilmesi gerekiyor. Romanya’da bu konuda ciddi ve haklı bazı şikâyetleri dinledik. YÖK ve Üniversite yetkililerinin, yapacağı anlaşmaları daha güzel, ciddi ve bilimsel bir süzgeçten geçirmeleri gerekir.
Avrupa Birliği için, belki Romanya gibi Türkiye’nin çok gerisinde olan ülkeleri kabul edip, kendi içlerinde hazmetmeye çalışmaları anlaşılabilir. Bu ülkeleri gördükçe, Türkiye’ye karşı niye mesafeli durduklarını daha iyi anlıyorsunuz. Türkiye gibi çok dinamik sosyal ve ekonomik yapısı olan, sağlam inançları ve giderek daha da belirginleşen manevi değerlerin yükselişine sahip olan bir ülkeden, AB’nin korkmasını doğal karşılamak gerekir.
Özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa ile her alanda rekabet edebilecek, genç ve dinamik bir nüfusa sahip, yetmiş altı milyonluk bir Türkiye’nin, ciddi ekonomik ve sosyal hesaplar içinde olan bu ülkeler tarafından birliğe kabul edilmesi de, açıkça söylemek gerekirse kolay görünmüyor.
Gezi Parkı bahane edilerek başlatılan ve ülkemizin ekonomisine büyük zararlar veren olayların, bu ülkelerin TV’leri, gazeteleri ve yöneticileri tarafından da çok açık bir şekilde desteklenmesi ve adeta tahrik edilmesinin arkasındaki asıl sebebin de bu olduğun düşünüyorum.
Fakat bunların hepsi elbette atlatılacak ve Türkiye yoluna devam edecektir. Orada karşılaştığımız herkesin bu olayları sorması, açılan her TV’nin haberlerinde bu gösterilerin en önemli haber olarak verilmesi, Avrupa’daki menhus ruhun ve ikinci Avrupa’nın ülkemiz ve Müslümanlar hakkındaki düşüncelerinin hala çok önemli ve canlı bir şekilde devam ettiğinin de adeta bir göstergesi oldu.
Fakat Avrupalılar, farklı ve değişen şartlara çok çabuk adapte olma özelliğine sahip insanlar oldukları için, hızla gelişen ve büyüyen Müslüman Türkiye ile barış içinde yaşamanın yollarını arayacak ve bulacaklardır.
Yeter ki biz üzerimize düşeni yapalım. Oyun ve tezgâhlara düşmeyelim. Ülkemize ve geleceğimize, herhangi bir siyaset bağnazlığı ve tarafgirliği içinde olmadan sahip çıkalım.
Böyle yaparsak, gerisi çok daha kolay olacaktır.