Sadık Yalsızuçanlar'ın yazısı:
Sessizliğin Yüreği
Ron Fricke’ın filmi sanki Ayet-ül Kübra’nın görselleşmiş formu.
Kurgusunda da emeği olan yönetmen Baraka’yla, iki bilinmezlik arasındaki sessizliğin yüreğine sızıyor. İkinci gösteriminde izlediğim film, hakikatin sonsuz çevriminde resim ve müziğin uyumuyla çiçekleniyor. Kamera irfani kültürlerde geziniyor.
Ritüeller, dönüşler, zikirler, bulutlar, yıldızlar, gök¬delenler, uçuk siluetler gibi koşuşturan megapol insan¬ları, gökdelenler, Mevleviler, Kabe’nin çevresinde ka¬inattaki o büyük deverana katılarak dönen insanlar...
Zaman genleşiyor ve gibisiz bir benzetmeyle kamera, sükûnun, sabrın, tabiatla uyumun, teknolojinin bozdu¬ğu uyumun kaynağını arıyor. İnsanların yüzlerinde, yüz kıvrımlarındaki hatıralarda, Afrikalı kabilelerin ritüellerinde, onların güvenli ve uyumlu seslerinde geziniyor. Kameranın gezdiği yerlerde, seyirci de gürültüsüz ve ses¬siz bir ezgiye katılıyor, sessizliğin yüreğine doğru bir ge¬ziye çıkıyor.
Filmin kurgu ve kamera hareketleriyle oluş¬turduğu ritme müzik eşlik ediyor. Ayet-ül Kübra’da yeryüzünde, dağlarda, bulutlarda, ırmaklarda, denizlerde, yanardağlarda, ovalarda, gökyüzünde, yıldızlarda, geze¬genlerde, göktaşlarında, galaksilerde, küçük kainatlar¬da, hücrelerde, atomlarda, atom altı parçacıklarda gezi¬nen ve yedeğinde taşıdığı sorulara cevap arayan seyyah oluyor kamera. Ürkütücü görünen olayların iç yüzüne dalıyor ve Esma-ül Hüsna’nın tecellilerini arıyor.
Orada varlığımıza temel oluşturan yapılarla karşıla¬şıyoruz. Orada Gerçek’le yüz yüze geliyoruz. Gerçeğin yü¬zeyindeki perde saydamlaşıyor. Her yeni resim bizi Gerçek’e bir adım daha yaklaştırıyor. Yaklaştıkça orada bizi bekleyen sessizliğin kucağına düşüyoruz. Düştüğümüz yer bize sınırsız bir alanın sembollerini açıyor. Her sem¬bol Gerçek’in bir boyutuna işaret etmek üzere varoluyor. Varoldukça çoğalan ve resimleştikçe çoklukta birliği yansıtan bir ses, bir renk çiziyor. Çizilen desenlerin oluş¬turduğu armoni, varlığın özündeki uyumu tasvir ediyor.
Burada her resim bir ikon olarak bize, kendi varlığı¬nın fenasını, işarî olarak bekasını ve Baki-yi Zülcelal’e olan imasını gösterir.
Baraka bir rüya filmi. Bizi gerçeğe uyandıran rüya¬yı öykülüyor. Öykünün başı ve sonu yok.
Hiçbir dramatik çizgiye takılmıyor. Gezindiği anlam haritasında irfani nitelikleri öne çıkaran bir pusula iş¬levi yükleniyor. İrfani kültürlerin müşterek bir sembol¬ler dünyasına sahip olduğunu öğreniyoruz.
Çatışma, çelişki, gerilim, şiddet, kan, erotizm, si¬lah, para, kirli siyaset, çıkar ilişkileri, çarpık ve çetrefil bir sistem yok burada. Burada Yaratıcı’nın mübaşeretsiz tasarrufu görülüyor.
Bayezıd-ı Bistami’nin hayretiyle seyrediyoruz filmi. İçe yöneliyor ve bununla bir dış uyum yaratıyoruz.
Uyumu doğru yerde arıyoruz. Sanırım Yusuf Kaplan’ın anlattığı Üçüncü Sinema’ya yakın bir gramer var bu filmde. Ayşe Şasa’nın sözünü ettiği kozmik uyum. Sanki onun yazdığı Zamanın Sahipleri’nin sinopsisini ele geçirmiş yönetmen.
Sanki Ayet-ül Kübra işte böyle filme alınır, diyor bize.