Bismillahirrahmanirrahim
Röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmekle وَيَعْلَمُ مَا فِى اْلاَرْحَامِ (Rahimlerde olanı da O bilir. Lokman Sûresi, 31:34) âyetinin meâl-i gaybîsine münâfi olamaz.
Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acip istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesb edeceği vaziyetine medar olan mukadderât-ı hayatiyesinin mebâdileri, hattâ simasındaki gayet acip olan sikke-i samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur.
Yüz bin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakikî sima-yı veçhiyesini keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı veçhîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı mânevîyi keşfedebilsin!
Başta dedik ki: Vücut ve hayat ve rahmet, bu kâinatta en mühim hakikatlerdir ve en mühim makam onlarındır. İşte onun için, o câmi hakikat-i hayatiye, bütün incelikleriyle ve dekaikiyle irade-i hassaya ve rahmet-i hassaya ve meşiet-i hassaya bakmalarının bir sırrı şudur ki:
Hayat, bütün cihazatıyla ve cihâtıyla şükür ve ubudiyet ve tesbihin menşe ve medarı olduğundandır ki, irade-i hassaya hicap olan yeknesaklık ve kaidelik ve rahmet-i hassaya perde olan vesâit-i zâhiriye konulmamıştır.
Cenâb-ı Hakkın, rahm-ı mâderdeki çocukların sima-yı maddî ve mânevîlerinde iki cilvesi var:
Birisi: Vahdetini ve ehadiyetini ve samediyetini gösterir ki, o çocuk âzâ-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envâında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor.
O cenîn bu lisanla bağırıyor ki: “Bana bu sima ve âzâyı veren kim ise, bütün esasat-ı âzâda bana benzeyen bütün insanların sânii dahi Odur. Ve hem bütün zîhayatın sânii Odur.”
İşte, rahm-ı mâderdeki cenînin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’ine tâbi olduğu için malûmdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.
İkinci cihet: Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor.
Fakat bu lisan gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücut bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor!
Elhasıl: Cenînin sima-yı istidadîsinde ve sima-yı veçhiyesinde hem delil-i vahdâniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlâhiyenin hücceti vardır.
Eğer Cenâb-ı Hak muvaffak etse, Mugayyebât-ı Hamseye dair bazı nükteler yazılacaktır. Şimdilik bundan fazla vaktim ve halim müsaade etmedi; hâtime veriyorum. (Lem'alar, On Altıncı Lem'a)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âlem-i gayb : gayb âlemi, görünmeyen âlem
âlem-i şehadet : görünen alem
âzâ : uzuvlar, organlar
âzâ-yı esasî : temel organlar
cenîn : anne rahmindeki bebek
cihazat : cihazlar, organlar
cihazat-ı insaniye : insana ait cihazlar, organlar
cihet : taraf, yön
delil-i vahdâniyet : Allah’ın birliğini ilan eden delil
ehadiyet : Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesi
elhasıl : özet olarak
envâ : neviler, türler
esasat-ı âzâ : temel organlar
gaybî : bilinmeyen, gayba ait olan
gaybü’l-gayb : gayb âleminden de ötede bulunan gizli âlem
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hâtime vermek : sona erdirmek
hüccet : güçlü ve sarsılmaz delil
ıttırad : belli bir kanun çerçevesinde düzenli olma
ihata etmek : içine almak, kapsamak
ihtiyar : seçme, tercih etme
ilm-i Ezelî : Cenab-ı Hakk’ın ezelden beri var olan sonsuz ilmi
irade-i İlâhiye : Allah’ın iradesi, dilemesi
kablelvücut : var olmadan önce
kaide : kural, prensip
lisan : dil
malûm : bilinen
meşiet : istek, dilemek
mutabık : uygun
muvaffak etmek : başarmasını sağlamak
muvafık : uyumlu
nev’i : çeşit
nev’iyet : aynı türden olmak
nükte : ince anlamlı söz
rahmet-i hassa : Allah’ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati
rahm-ı mâder : anne karnı
samediyet : Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin Ona muhtaç olması
Sâni : her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
sima-yı istidadî : yetenek ve kabiliyet yüzü
sima-yı istidadiye-i hususiye : bir insanda özel yeteneklerin oluşturduğu yüz
sima-yı veçhiye : yüzün görünüşü, yüz hatları
sima-yı veçhiye-i şahsiye : her bir insanın kendisine has yüzü, çehresi
vahdet : Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi