Kâinatın küçük bir numunesi ve çekirdeği olan insanın, mahiyetinin bütünüyle anlaşılabilmesi oldukça güçtür. Her türlü araştırma ve yorumlara rağmen insanlık, tarih boyunca ruh konusuna net bir açıklık getirilebilmiş değildir. Buna karşılık Kur’ân’ın karşısında olan felsefenin, ruh konusundaki bilgileri canlıların hal ve davranış biçimlerinden alınmış izlenimlerden öteye geçmemektedir.
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra Suresi: 85. ayet)
“Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: “Ben, kuru balçıktan şekil verilmiş, kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım. Onun yaradılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.” (Hicr Suresi: 28-29. ayet)
“Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi, derhal ona secde edin.” (Sad Suresi: 72. ayet)
“Sonra onu düzenli bir şekle sokup, ruhundan üfürdü. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az şükrediyorsunuz!” (Secde Suresi:9. ayet)
Kur’an’ın bu ayetlerinde ruh konusunda bize verilen bilgiler onun muammasına ve sırlarına ermemize büyük ölçüde açıklık getirmesine rağmen, yine de ruhla ilgili sırlar gizemliliğini korumaktadır. İnsanlar yaşadıkları sürece bu konuyu hep merak etmeye devam edeceklerdir.
Canlı iken bizi ruh idare ediyor. Bedenimizi idare eden ise ruhun verdiği enerjidir. Ruhun elinde sanki bir uzaktan kumanda var gibi beynimizi kontrol eder. Uyku halinde bedenin fonksiyonları zayıflayıp, durma noktasına geldiğinde, zaman ve mekân duygusundan geçiyoruz adeta ruhani bir varlık haline geliyoruz.
Ruhun özgür ve bağımsız olması nedeniyle rüyalarımızı yönetmesiyle istediği an, istediği zamana ve mekâna gidebiliyoruz. Bazen sabahları katlığımızda rüyamızda çocukluğumuzu yaşadığımızı söyleriz. Elli yaşındaki insanın bir anda on beş yaşındaki halini yaşaması ruhun marifetidir. Bazen de içinde yaşadığımız gerçek hayatta aldığımız lezzetlerin kat kat fazlasını rüyamızda alırız. İşte bu hal bize ruhumuzun güzel ve tatlı bir hediyesidir.
Günümüzde, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, yazmış olduğu Risâle-i Nur eserlerinin muhtelif yerlerinde insan ve ruhunun mahiyeti konusunda bizi aydınlatacak ve rahatlatacak birçok açıklayıcı bilgiler vermektedir.
Bediüzzaman’a göre ruh, Cenab-ı Hakk’ın Kudret, İrade ve Kıdem gibi sıfatlardan değil, doğrudan doğruya Zat’ından gelmekte ve Onun Rubûbiyetine dayanmaktadır. İnsan anne karnında yüz yirmi günü doldurduğunda, ruha uygun yaratılan beden dediğimiz elbise kafesiyle birleştirilmektedir.
Bediüzzaman ruhu tarif ederken, “Harici vücut giydirilmiş şuurlu bir kanun” olarak belirtir ve “Ezeli Kudret’in” kıymetli bir mücevher kutusu gibi, kendisine hisseden ve algılayan çok güzel bir vücut giydirildiği, bir yerde duramayan, akıcı, şeffaf ve hoş bir cevher olduğunu anlatır
İmam Gazali’ye göre ise ruh, cisim dahi değildir. Suyun kaba girmesi gibi bedene dışarıdan girmemiştir. Cisim bölünebilir, eskiyebilir, çürüyebilir ve dağılabilir. Ruh ise cisim olmadığı gibi bölünebilir, dağılabilir ve çürüyebilir bir şey de değildir.
Netice olarak insanın mahiyetinin aslı ve esası ruhtur. Ruh, bütün hasse ve duyguların efendisi ve hayat kaynağıdır. Ceset ise, ruh ile kaim olup, ruha tabidir. Ruhsuz ceset olamaz ama cesetsiz ruh olur.
İnsan ruhu, yüce Allah tarafından kendisine verilen niteliklerle hem görür, hem işitir, hem konuşur, hem düşünür, hem de hisseder. Çünkü ruh, insan bedeninin dış âleme açılan penceresidir. Ölmüş cesetlerde görüldüğü gibi ruh olmazsa bedenin dış âlemi görme şansı da yoktur. Zira hangi ceset görüp işitebilir ki?