Kavuşamama korkusu insanda ebediyet şuurunu canlı tutuyor demiştim. O'nu (cc) hakkıyla anamamak, tanıyamamak, isim ve sıfatlarının tecellilerini seyredememek, O'nu gerektiği gibi sevememek, O'nunla bir olamamak...
Tüm bunlardan korkmak; Allah sevgisine delalet. İlahi aşkın bu asıl korkuyla ilişkisini kurdukça, nefsimizden ruhumuza bizi hicret ettiren ve bizi insanlaştıran üsluba yaklaşmaya devam ediyoruz. Varlığın özüne... Bir başka tabirle, güzel'le olan bağımızı usul usul kuruyoruz.
Güzel'in ölçülerini belirlemek için sanattaki yansımalarına yaklaşmaya çalıştığım bu yirmi ikinci yazımda, kavuşamama korkusu bizi ayrılık ve hasret temalarına getirdi kaçınılmaz olarak. Kavuşamama korkusu duyabilmek, kavuşmanın mümkünlüğünü bilmekten, O'nunla bir olmanın anlamına şahit olmaktan geçiyor. Ve tabii ayrı düştüğümüzün ne olduğunu hatırlamaktan da... Bu sebeple 'Ateş ve Bahçe' romanımın da temel izleğini oluşturan 'neyin peşinde olduğumuz', birimizi diğerimizden ayıran belirleyici özelliklerden biridir diye düşünüyorum. Peşinde olduğumuz, aynı anda bizi izleyen'dir. Öyle bir ağacın dallarıdır ki, biz düşmeye devam ettiğimiz sürece uzamaya devam eder. Her şey ile her şey arasındaki bağdır bu. Kopmayan bağlılık. Tevhidin gölgeleridir bir bakıma. Sanatta da, hayatta da.
Belki biraz da bu yüzden, sanat eserlerinde beni en çok esinleyen üsluba dair yeni tanımlar yapabilirim. İçeriği ne olursa olsun nihai kavuşmayı sezdiren, korku ile umut arasında bir sarkaç gibi sallayan, hayret ve hayranlıkla ürperten, bana sevinç ikram eden eserler oluyor ziyadesiyle etkilendiğim. Işık saçan kandil misali 'en sevgili'nin temsil ettiği örneğe insanlığı yaklaştıran eserler... Maden, bitki ve hayvanların sıfatları ve kâinattaki tüm varlıkların nüvesi kendisinde mevcut bulunan insan'ın yolculuğu, benliğinden varlığına yani merkezine doğrudur. Ancak bu eksende devam ederse, kendi özünde bulacaktır güzelliğin cevherini. Sanat eseri işte bu içkin ve aşkın yolculuğumuza eşlik edebilmelidir.
Demek ki, tevhid sanatçısının eserleri bir anlamda hicret vaat ediyor bize. Günahlardan hicret, kötülüklerden hicret, nefsi emmareden hicret. Nereye? Kendi 'Medine'mize doğru. Goncadan güle; geldiğimiz yere, varmamız gereken yere. Peşinde olduğumuza ve bizi izleyene... Daha da somutlaştırırsak: Kalbe, insanlara, kâinata ve Rabb'ine doğru farklı katmanlar barındıran bir hicrettir bu. Nefsin kalın perdelerini aşmak için verilen bu mücadele, bence tevhid sanatçısının en temel yaklaşımlarından biridir. Salt kendi maharetini sergilemekten ibaret değildir onun edebi uğraşı. Çevresini, diğer insanları, hatta dünyayı ağırlıklarından, tortularından temizlemek, hafifletmek, şeyleri yerli yerine koymak gibi bir niyetten bahsediyorum.
Bu anlamda tevhid sanatı adalet arzusuyla çoğalır, yükselir. Şeylerin yerli yerine konmasını dilemek, varlıkları zulümden kurtarmaya çabalamak, eşyayı bu çabaya şahit tutmak, kâinattaki her şeye hakkını verme uğraşı içinde olmak... Tüm bunlar sanatçı için şeylerin nefsinden ruhuna hicrettir. Ve tabii baştan aşağı bir edep gerektirir. Bir güzelleşme uğraşı. Düşüş'ümüz boyunca ateş, hava, su, toprak, bitki, hayvan mertebelerinden geçtikten sonra, yükselişin ilk adımında başlayan insanlaşma serüvenimiz, en uzun yolculuğumuzdur şüphesiz. Kendimizdeki cevheri görmeye başlamamızla birlikte O'nun (cc) cemalini görme umudumuz da (görememe korkusuyla birlikte) devreye giriyordur artık. Tevhid sanatına eşsiz bir serüven sunar bu.
Çünkü korku ile umut arasında duyduğumuz hasretin, arayışın, peşinden giderken sürdüğümüz izlerin, ayrı düşmekten duyduğumuz ıstırabın, taşıdığımız özlemin neye ve kime doğru olduğunu idrak ederiz eser boyunca. Bir anış, bir hatırlayıştır artık o eser. Dahası, bir hamd vesilesidir. Her şey, Yaratan'ı kendi dilinde hamd ile tesbih ettiği gibi, tevhid sanatçısının eseri de O'nunla (cc) kâinatta sadece kendisine has olan konuşma biçimini gerçekleştirmelidir. Bu şekilde, güzelliğin cevherinden her varlığa düşen biricik pay ortaya çıkacaktır.
Ve yine her varlığın tabiri caizse 'canlı hatıra'sı sanatsal ifadedeki belli bir edebi zevkle kayda geçecektir. Bunu yapacak olan ise insanlaşma serüvenine çıkmayı göze alandır. Çünkü denildiği gibi, insan kâinatın hem ruhu, hem aklıdır. Toparlayayım o halde. Tevhid sanatçısının icra ettiği ne varsa, hiç durmaksızın feryat figandır bu dünyada. Ve 'orada' bir yankısı vardır bunun. Örtüsüne bürünüp kalkarak uyarmalıdır eserlerinde. Kesintisiz hicrette olmalıdır. Peşinden gittiğinin kendisini izlediğini bilmelidir. Hayatta da, sanatta da izlenen ile izleyenin bir olduğunu sezdirmelidir bize. Şeyh Galip'ten söylersek: "Çünkü Aşk Hüsn'dü, Hüsn de Aşk'ın ta kendisi."
Zaman