Bazı müfessirler, misakın “temsil” ve “istiare” yoluyla bir ilâhî irşat olduğunu söyleyerek şöyle derler:
“Bu bir benzetmedir. İnsanların, Allah'ın rububiyetini tanımaya muktedir bir kabiliyette yaratılmış olmaları, bir bakıma, şahit tutulmaları olarak değerlendirilmiştir.”
Tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu ise, hem ilâhî hitabın, hem de ruhun verdiği cevabın sembolik değil, hakiki olduğu görüşündedirler. Bu görüşü son asrın müfessirlerinden Mehmed Vehbi Efendi şöyle dile getirir:
“Akıl ve hayat vermeksizin lisan-ı hâlle cevap vermek ihtimalleri varsa da daha doğru olanı, akıl, hayat ve nutuk verdi, halıkıyetine ve rububiyetine delalet edecek delilleri gösterdi... Onlar da suali fehmedip (anlayıp), akılları idrak ederek lisanlarıyla söylemek suretiyle cevap verdiler.”
Bir noktayı önemle belirtmek isteriz.
Misak hâdisesi âyetle sabittir. Bir insan, misakın gerçek mânâda tahakkuk ettiğine akıl erdiremiyorsa, azınlıkta kalan âlimlerin görüşünü benimseyerek, bunun bir teşbih ve temsil olduğunu kabul edebilir. Böylece kendisini şeytanın vesveselerinden kurtarmış ve nefsinin ileri-geri konuşmalarına fırsat vermemiş olur.
Âyetin inkârı başka, tevil ve tefsirlerden birini uygun bularak, diğerini kabul etmemek daha başkadır.