Bismillahirrahmanirrahim
Dindar ve hamiyetkâr ve vatanperver milletvekillerine şunu arz ediyorum:
Mekke-i Mükerremede Hacerü’l-Esved yanında hürmet için konulduğunu hacıların gördükleri Zülfikar-ı Mu’cizât-ı Kur’âniye mecmuasıyla, Medine-i Münevverede de Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın kabri üzerinde konulduğunu gördükleri Asâ-yı Mûsâ mecmuası gibi Risale-i Nur’un bir kısım eczaları, âlem i İslâmın bizimle hakikî uhuvvetini temine vesile oldukları halde, müsadere edilmek suretiyle dört seneden beri evrak-ı muzırra gibi dosyalar içinde mahkeme mahzenlerinde çürütülmek suretiyle imhasına çalışıldığı ve dört mahkeme beraatine ve serbestiyetine karar verdikleri ve biz de çok defa makamata istida ile müracaat edip serbestiyetini istediğimiz ve hem Başbakanın “din propagandası yüzünden şimdiye kadar bu vatana hiçbir zarar gelmediğini” söylediği halde, bu dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun tasdikinin tâcili ve takdimi lâzım gelirken tehir edilmesi, dindar meb’usların nazar-ı millette “Kendilerine düşen en ehemmiyetli dinî vazifelerini yapmıyorlar” diye dindarların bir telâşları var. Biz de telâş ediyoruz ki, dahilî, gizli dinsizler ve komünizm hesabına çalışan hainler bu vaziyetten istifade etmemeleri için bu gelecek hakikati sizlere beyan etmeye hamiyyeten mecbur oldum. O hakikat de budur ki:
(Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikati ihtar)
Bugünlerde hastalığım itibarıyla kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin, zelzele ile fırtına ile gadab-ı İlâhîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir mânevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: “Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hatâ-yı umumî mi meydana geldi?” Âdetim olmadığı halde ve dünya siyasetini terk ettiğim halde bu nokta için sordum: “Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?”
Bana dediler ki: “Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu tâcil edip tasdik etmişler.”
Kalbime geldi ki: Bu vatan ve İslâmiyetin maslahatı, herşeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem tâcil, hem tasdik ve hem de çabuk mekteplerde tatbik edilmesi elzemdir. Çünkü bu tasdikle Rusya’daki kırk milyona yakın Müslümanı, hem dört yüz milyon âlem-i İslâmın mânevî kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber, komünistin mânevî tahribatına karşı şimdiye kadar Rusun, Amerika ve İngilize karşı tecavüzünden ziyade bin senelik adavetinden dolayı en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezası iken, o tecavüzü durduran, şüphesiz hakaik-i Kur’âniye ve imaniyedir. Öyleyse, bu vatanda herşeyden evvel o acip kuvvete karşı hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi bilfiil elde tutup dinsizliğin önüne kuvvetli bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî yapılması lâzım ve elzemdir.
Çünkü dinsizlik Rusu, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur’âniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nevinden mânevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehli namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak mânevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur’âniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.
Onun için, dindar milletvekilleri bu tacili lâzım gelen hakikati tehir etmelerinden, çok defa tecrübelerle gördüğümüz gibi bu defa da küre-i hava şiddetli soğuğu ile buna itiraz ediyor.
İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez. ( Emirdağ Lâhikası-2-65)
Said Nursî
SÖZLÜK:
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
arz etme : sunma, ifade etme
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beyan etmek : açıklamak
delâlet : delil olma, işaret etme
ecza : kısımlar, bölümler
ehl-i hakikat : doğru ve hak yolda olan kimseler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
Hacerü’l-Esved : Kâbe’nin bir köşesinde yer alan ve Cennetten geldiği bildirilen siyah taş
hakikat : asıl, esas, gerçek
hakikat-i kudsiye ve imaniye ve huzuriye : kutsal olan, imana ait olan ve Allah’ın huzurunda olma şuûru olan hakikatleri
hakikî : asıl, gerçek
hamiyetkâr : din, millet gibi üstün değerleri koruma gayretinde olan
Hüve Nüktesi : Risale-i Nur’da On Üçüncü Sözde ve Gençlik Rehberi’nde yer alan bir bölüm
i’câz : mu’cize oluş
icmâlen : kısaca, özetle
ihsan edilmek : bağışlanmak, ikram edilmek
imha : yok etme
istida : dilekçe
izahat : açıklamalar
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mahzen : depo
makamat : makamlar
mecmua : kitap
Medine-i Münevvere : nurlu ve aydınlık olan Medine şehri
Mekke-i Mükerreme : aziz, mukaddes Mekke şehri
mezkûr : anılan, sözü geçen
muhtasaran : özet olarak
mücmelen : kısaca, özetle
müsadere edilmek : el koyulmak
nâşir : neşreden, yayınlayan
pencere-i tevhid : her şeyin bir olan Allah’ın olduğunu gösteren pencere
serbestiyet : serbest olma
suret : biçim, şekil
tafsilât : ayrıntı
temin : sağlama, elde etme
uhuvvet : kardeşlik
vatanperver : vatansever, memleketine hizmet eden
Zât-ı Vâhid-i Ehad : birliği her şeyi kapladığı gibi her bir şeyde de tecellîleri görülen Zât; Allah
acip : acayip, şaşırtıcı
adavet : düşmanlık
alâmet : belirti, işaret
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
beyan etmek : açıklamak
ceride : gazete
dahilî : içe ait
elzem : çok gerekli olan
gazab-ı İlâhî : Allah’ın gazabı, kahrı
hain : ihanet eden
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakaik-i Kur’âniye ve imaniye : iman ve Kur’ân hakikatleri, esasları
hakikat : asıl, esas, gerçek
hamiyyet : din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti
hatâ-yı umumî : genelin yaptığı hatâlar; genele yönelik yapılan hatâlar
hiddet : öfke
ihtar : hatırlatma, ikaz
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
maslahat : gaye
meb’us : milletvekili
muhalif : aykırı, zıt
mukteza : bir şeyin gereği
müracaat etmek : baş vurmak
nazar-ı millet : milletin bakışı, gözü kamuoyu
nev : tür, çeşit
propaganda : bir fikri beğendirmek için yapılan ilân
serbestiyet : serbest olma
tâcil : acele ettirme, çabuklaştırma
tahammül etmek : katlanmak, dayanmak
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
takdim : öne almak, öne geçirmek
tasdik : doğrulama, onaylama
tatbik edilmek : uygulanmak
tecavüz : saldırma
tehir edilme : ertelenme
umumî : genel
vaziyet : durum, hâl
zemin : yeryüzü
aziz : çok değerli, izzetli
beşer : insan
bilfiil : fiilen, gerçekte
cereyan : akım, hareket
ehl-i Kur’ân : Kur’ân ilmiyle uğraşanlar; Kur’âna bağlı olan mü’minler
ehl-i namus : namus sahibi, namusuna düşkün kimseler
elzem : çok gerekli olan
hak : doğru, gerçek
hakaik-i Kur’âniye ve imaniye : iman ve Kur’ân hakikatleri, esasları
hakikat : asıl, esas, gerçek
hasıl olan : meydana gelen
hüccet : güçlü delil
intibah-ı kavî : güçlü, kuvvetli uyanış
intişar : yayılma
istilâ etmek : kuşatmak
istinad : dayanma, güvenme
kat’iyen : kesinlikle
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’ı ve Ondan gelen her şeyi inkâr etmek
küllî : genel ve kapsamlı
küre-i hava : hava küresi, atmosfer
Leyle-i Mîrac : Mi’rac Gecesi; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Mi’raca çıktığı gece; Recep ayının yirmi yedinci gecesi
Mevlid-i Şerif : Peygamberimizin (a.s.m.) doğduğu gece; Mevlid Kandili
musalâha : barışma
muvaffakiyet : başarı
mübah : sevap veya günah olmayan günlük işler
nevi : tür, çeşit
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlik
sedd-i Kur’ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi
sıddık : çok doğru ve bağlı
tacil : hızlandırma, çabuklaştırma
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tecavüz : saldırma
tehir etmek : ertelemek, sonraya bırakmak
tevkif etmek : tutuklamak