Rusya Federasyonu Tataristan Savcılığı, 2004 yılından itibaren Nur risalelerini okuyanlara karşı takipler başlattı. Olay mahkemeye taşındı. Rus Ağır Ceza Mahkemesi, “Risalelerin güvenliği tehdit ettiği”, “nefret” ve “ayrımcılık” (bölücülük) yaptığı iddiasıyla risaleler için yasaklama kararı verdi.
Rus yargısının mahkumiyet ve yasaklama kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, kısa adıyla (AİHM)’e taşındı.
Seneler süren yargılama sonunda AİHM, Rus Mahkemesinin Risaleler hakkındaki mahkumiyet kararını, hukuka aykırı bularak bozdu. Rus Mahkemesinin mahkumiyet kararındaki “İfade özgürlüğünün sınırlandırılması” ile “din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edilmiş olması” AİHM’nin bozma gerekçesi oldu.
Risaleler, Türk yargısının elinde aynı suçlamalarla elli yıl boyunca bin 500 yargılama gördü. Ama Türkiye 32 sene evvel bu konuyu AHİM’e gitmeden, kendi yargısının eliyle çözdü. Keşke Rus yargısı da bunu başarabilseydi.
Türkiye’de dindarlar, 1935-1985 arasındaki elli yıl boyunca yargı sopası kullanılarak devletin devamlı takibinde oldular. Ne var ki, Rusya’dakine benzer suçlamalarla Türkiye’de açılan davaların hemen hepsi beraatla sonuçlandı. Konuyla ilgili iki örnek vereceğim.
Birincisi, 1944 yılında, Denizli Ağır Ceza Mahkemesi laikliğe aykırı hareket, ayrımcılık ve güvenliği tehdit suçlamasıyla açılan davada, suçu sabit görmedi ve beraata hükmetti. Müellif Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri beraat ettiğinde, suç unsuru görülmeyen bütün risaleler sahiplerine iade edildi.
Beraat kararını bozmasını isteyen savcının talebini reddeden Yargıtay Dairesi, Mahkemenin beraat kararını tasdik etti. Yargıtay’ın 1944 tarihli bu kararı ile “nur risalelerin içeriğinde suç unsuru bulunmadığı, alınıp, satılmasının, tek veya toplu halde okunmasının suç teşkil etmeyeceği hususu “kaziye-i muhkeme” yani kesin hüküm haline geldi.
Demek oluyor ki, risaleler üzerinde 1944’den sonra yapılan bütün yargılamalar, hukuk tabiri ile “mualleldi”, yani hukuk dışı sakatlıkla maluldü. Çünkü, hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan bir konu, tekrar yargılama konusu yapılamaz. Ama Türkiye’de hukuk bu yönüyle askıya alındı, berat etmiş kitaplar, yarım asır boyunca yüzlerce defa yargılandı.
İkinci örnek için Türk ceza yargısının bu lekeli gerçeğini hafızamızda tutarak, daha yakın bir tarihe gelelim. Takvimler 1984’ü gösterdiğinde, Risaleler üzerinde yeni bir yargı süreci yaşandı. Aynı iddialarla açılıp beraatla neticelenen yüzlerce davadan yargı kurumu da bizar hale gelmişti. Ama yargı ve siyaset kurumuna nüfuz etmiş bazı odaklar, bu eserler üzerinde yargısız infaz yapma hesap ve hevesinden hiç vazgeçmiyordu.
Risalelerin yargıda maruz kaldığı adalet ihlalini ve risaleleri okuyanların sıkıntılarını gören siyasi iktidar, konuyu bir sonuca bağlamak kararlılığıyla 1984 yılında olaya el attı.
Adalet Bakanlığı, İstanbul savcılığı kanalıyla bu eserler için soruşturma başlattı. Görevli savcılık, üniversitenin tanınmış ceza hukukçularından bilirkişi heyeti oluşturdu. Bütün risaleler, kanunlardaki suç sebepleri açısından incelemeye tabi tutuldu.
Bilirkişi heyeti verdiği uzun raporda, bu eserlerin, inanç, ahlak ve fazilet noktasında önemli kişisel ve toplumsal bir ihtiyacı karşıladığını, okuyanlar için zararlı bir yönü bulunmadığını, dini ve ahlaki terbiyenin telkin edildiğini, risalelerde kamu düzenini ihlal riski bulunmadığı gibi, insanları daha sorumlu ve dürüst olmaya teşvik eden faydalı eserler olduğunu ifade etti. Bunun üzerine savcılık, aynı gerekçelerle kitapların yasak eser muamelesi göremeyeceğini, serbestçe alınıp satılabileceğini, tek başına veya birlikte okunmasında bir sakınca bulunmadığını karara bağladı. Böylece yasak eser iddiaları, devletin kayıtlardan çıktığı gibi, tartışmalar da sona erdi. Türkiye’de devlet, Bakanlığa bağlı bir kurumu eliyle bu risaleleri, akademik formatta yıllardan beri yayınlamaya devam ediyor.
Gerek 1944 tarihli, Yargıtay’dan geçmiş Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı, gerekse 1985 tarihli İstanbul Savcılığının takipsizlik kararı başta olmak üzere, bu eserler hakkında, hukukçu, siyaset ve sosyal bilimci, ilahiyatçı ve eğitimci uzmanlar tarafından verilmiş pozitif mahiyetteki yüzlerce rapor örnekleri Rusya’daki dava dosyasına verilmiştir. Buna rağmen Rus mahkemesince verilen mahkumiyet kararı, gerçekleri yansıtmadığı gibi, Rus mahkemelerinin tarafsızlığını tartışılır hale getirmiştir. Ne var ki, Rus yargısının bu yanlış hesabı Strasburg’tan dönmüştür.
Adil yargılama ilkesine duyarsız davranarak, savunma delillerini göz ardı ederek risaleler hakkında mahkumiyet kararı veren Rus yargısı isteseydi, AİHM’de refüzeye maruz kalmayabilirdi.
Umulur ki, insan-iman ilişkisine odaklı nur risalelerinin apolitik özelliği dikkate alınır, bu eserler, bundan sonra Rusya’da insanların güvenle okuyabilecekleri manevi bir dayanak ve kaynak haline gelir.
Nur risalelerini, sahih İslami içeriğini göz ardı ederek, dışarıdan gelmiş sakıncalı eserler olarak bakmak, yargıya ve siyaset kurumuna yakışmayan gereksiz bir hassasiyettir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, risaleler, her toplumda güvenilir bir kişiliğin ve asayişin güvencesidir.
Nur Risalelerindeki temel mesaj, insanın en mühim meselesinin yaratıcısını tanıyıp ona iman etmesidir.
Büyük şairimiz Yunus Emre, sekiz asır öteden, dört kutsal kitabın temelinde Allah’ın varlık ve birlik mesajının yüklü olduğunu söyler. Risalelerin özelliği, bu tevhit (birlik) gerçeğini çağın dili ve mantığı ile anlatıyor olmasıdır.
Rus toplumu ve coğrafyası, nur risalelerinde, kutsal metinlerden hareketle hikayeler yazan büyük edip Toltsoy’un eserlerinde gördüğünden daha muhtevalı bir anlam haritası ile akıl ve kalbe, insanın bütünlüğüne hitap eden metinler bulacaktır.
Vehimlerle devreye sokulan yargı engeli aşıldığına göre, Rus insanının önüne, “kendini tanıma” arayışında yeni ve büyük bir cadde açılmıştır.