ABD'nin 2019 yılı için açıkladığı, 700 milyar doları geçmesi beklenen rekor savunma bütçesinin mürekkebi kurumadan, Rusya Başbakan Yardımcısı Dimitri Rogozin 26 Şubat'ta Kommersant gazetesine verdiği demeçte, Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2018-2027 devlet silahlanma bütçesini onayladığını duyurdu. Rusya bu bütçeler konusunda ABD kadar şeffaf olmadığından, 2018-2027 dönemi için Kremlin yönetiminin savunma alanında yapacağı harcamanın 19 trilyon ruble, bir başka deyişle 357 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. ABD'nin bir yılda harcamayı planladığı 600-700 milyar dolar civarındaki bütçelerle karşılaştırıldığında, Rusya'nın 9 yıl için öngördüğü miktar pek mütevazı kalıyor. Ancak Putin, 1 Mart'ta Rusya halkına seslenişinde tevazuu bir kenara bıraktı. “Müjdelediği” yeni silah sistemleriyle, savunma bütçesi meselesini ABD ile bir poker oyununa çevirdi. Masadaki tarafların karşılıklı olarak ortaya sürdükleri ise renkli poker fişleri değil, yeni nesil nükleer silahlar. 22 Şubat'ta ABD savunma bütçesini değerlendirdiğimiz analizde [1] 2019 yılının nükleer silahlanma yarışında yeni bir dönemin başlangıcı olacağına işaret etmiştik. Rusya devlet başkanının son açıklamaları bu öngörüyü doğrulamanın ötesinde, nükleer tehdidin klasik boyuttan yeni bir aşamaya geçtiğini ortaya koydu.
Peki, Rusya mevcut ekonomik kaynakları ve teknoloji üretim kapasitesiyle Putin'in bahsettiği hipersonik füzeleri, nükleer enerjiyle çalışan güdümlü füzeleri ve yine nükleer enerjiyle çalışan, uçak gemisi batırma kapasitesine sahip olduğu öne sürülen denizaltı dronlarını gerçeğe dönüştürmeye muktedir mi? Yoksa Reagan'ın başkanlık döneminde ABD'nin "Yıldız Savaşları Projesi"ni yürürlüğe koymasına benzer bir restleşme mi izliyoruz?
ABD 2019 yılında savunma bütçesini, Soğuk Savaş'ın son yıllarında, Reagan döneminde yapılan harcamaların üstüne çıkarmaya hazırlanıyor. 1980'lerdeki SSCB yönetimi, ABD'nin Yıldız Savaşları Projesi'ne karşılık vermeye çalışırken merkezi planlamaya dayalı ekonomi düzenini iflas ettirmişti. ABD ile hesapsız bir şekilde silahlanma yarışına girmenin sonu, SSCB'nin ekonomik yıkımını takiben Doğu Bloku'nun çöküşü olmuştu. Rusya bugün bir kez daha Amerikan restine rest ile karşılık veriyor.
Rusya'nın savunma bütçesi ve kamuoyuna ifşa ettiği yeni silahları, küresel güç dengelerinin yeniden belirlenmesi kadar, Türkiye'nin bölge politikalarını da yakından ilgilendirecek. 2014 yılında Kırım'ı ilhak eden Rusya, yarımadayı bir ağırlık merkezi haline getirerek Suriye'deki askeri gücünü konsolide etti ve Esad rejimi lehine askeri dengeyi yeniden düzenledi. Kremlin yönetimi bununla kalmadı; Karadeniz'deki NATO unsurları üzerinde baskı kurarken, Karadeniz kıyısındaki NATO üyeleri ve partnerlerini terörize eder duruma geldi. Sivastopol'a yaptığı gemi, denizaltı ve uçak takviyesiyle Karadeniz'de dengeleri kendi lehine çeviren Rusya, Transdinyester üzerinden Moldova ve Romanya'yı baskılarken, Doğu Akdeniz'i de Suriye'ye operasyon bahanesiyle kendi nüfuz alanı haline getirdi. Diplomaside ebedi dostluk ve düşmanlıkların söz konusu olmadığını dikkate alarak, Türkiye'nin hem Rusya'nın artan nükleer gücünü hem de Kırım'daki nükleer ve konvansiyonel silah yığınağını daha yakından takibe alması gerekiyor.
ABD Rusya'nın sahip olduğu füzelerin orta menzilli nükleer silahların kısıtlanması anlaşmasını ihlal edip etmediğini incelerken, 1990 yılında Varşova Paktı'nın dağılma sürecinde gündeme gelen ve bugün yerinden yeller esen Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması'nı da hatırlamakta yarar var. Rusya Kırım, Karadeniz ve Doğu Akdeniz'de askeri varlığını artırırken Kafkaslarda konvansiyonel kuvvetlerinin miktarını ve içeriğini değiştirecek adımlar atmaktan da geri durmayacaktır.
Biz şimdi yeniden Rusya'nın 2018-2027 savunma bütçesiyle sahaya sürdüğü yeni nükleer silahların uygulanabilir olup olmadığına dönelim. Kremlin yönetimi, ABD ile rekabet edecek düzeydeki ilk devlet silahlanma programını 2011 yılında gündeme getirmişti. 2020 yılı hedefiyle hazırlanan bu programın maliyeti 20 trilyon ruble olarak belirlendi. Ancak özellikle uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarının düşüşüne paralel olarak Rusya bütçesinde ortaya çıkan açıklar, 2020 hedeflerini ulaşılamaz kıldı. 2011-2020 döneminde 8 adet Borei sınıfı nükleer denizaltı inşa edilmesi planlanırken, bunlardan ancak 4 adedi inşa edilebildi. Rusya'nın bu süreçte donanma gücünü artıracak yeni havuzlar ve tersaneler kurma kapasitesine de ulaşamadığı görüldü.
SAP-2020 (State Armements Programs-2020 ) silahlanma programında Türkiye'nin satın aldığı S-400 yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin bir ileri modeli olan S-500'lere de özel bir yer ayrılmıştı. Hatta 2020 yılına kadar 38 Rus tümeninin S-500'ler ile takviye edilmesi hedeflenmişti. Ancak şu ana kadar S-500'lerin seri üretimine geçilebileceğine dair emare görülmüş değil. 2018-2027 döneminde "akıllı silah" teknolojisine ağırlık vereceğini açıklayan Rusya'nın, geçmişten gelen yüksek teknolojili malzeme üretim sorununu ve bu malzemelerde kalite standartlarını nasıl tutturacağı ise bir başka soru işareti. 2012 yılında dönemin savunma bakan yardımcısı Aleksandr Sukhorukov, Rus savunma sanayinin ihtiyaç duyduğu elektronik aksamın yüzde 40'ını üretebilir durumda olduğuna dikkat çekmişti. Ukrayna gibi önemli bir silah endüstrisi kaynağıyla da savaş halinde olan Kremlin yönetiminin, bahsi geçen nükleer güçle çalışan güdümlü füzeleri ve nükleer denizaltı dronunu seri şekilde nasıl üreteceği bir başka gizem konusu.
Rusya silahlı kuvvetlerini yakından izleyen kaynaklar SAP-2027'de aslan payını hava ve kara kuvvetlerinin aldığına dikkat çekiyorlar. Rusya'nın mevcut ekonomik kaynaklarıyla yeni bir uçak gemisi inşa etmesinin hayal olduğu anlaşılırken, Fransa'nın Rusya'ya satmaktan vazgeçtiği LHD sınıfı helikopter gemilerinin yerine yenilerinin inşa edilmesi de kısa vadede mümkün görünmüyor. Beşinci nesil savaş uçakları ile Armata tankları ve RS-28 Sarmat balistik füzelerinin üretimine yoğunlaşacağı anlaşılan Rus savunma sanayinin öncelikli hedefi, Avrupa sınırındaki birliklerinin ihtiyaçlarını temin etmek haline gelmiş durumda. Buna bir de Donbas bölgesindeki savaşın yürütülmesi için yapılan silah ve mühimmat üretimini eklemeyi de unutmamalıyız.
ABD ile rekabet mümkün mü?
İmkanları, kısıtlı teknolojik ve ekonomik kaynaklarla sınırlanmış olan Rus ordusunun, bu şartlar altında ABD ile rekabet etmesi mümkün mü? SAP-2027 bütçesinin macerasına baktığımızda, Putin'in tehditlerinin Washington tarafından ciddiye alınmayacağını söylemek mümkün. Kremlin'in ilk planı, 2018-2025 dönemini kapsayan bir savunma bütçesini 2015 yılında ilan etmekti. Ancak 2015 yılında enerji piyasalarından kaynaklanan ekonomik kriz, kısa vadeli öngörüleri imkansız hale getirince planlar değişti. 2016 yılının Eylül ayında Putin bu kez yeni bir savunma bütçesi hazırlanmasını, bunun en geç 1 Temmuz 2017'de onaylanacak şekilde sunulmasını istedi. Onay süreci önce 2017 yılı Eylül ayına ertelendi, daha sonra 2018'in Şubat ayını buldu. Bu ertelemelerin sebebi olarak ekonomiyle ilgili bakanlıklar ile Savunma Bakanlığı arasındaki anlaşmazlıklar gösteriliyor. Rus basınına göre, 2014 yılında Rusya Savunma Bakanlığı'nın 55 trilyon rubleden (964 milyar dolar) açtığı pazarlık kapısında, aradan geçen yıllarda savunmaya ayrılan bütçe 19 trilyon rubleye (357 milyar dolar) kadar gerilemiş durumda.
Rusya'nın ekonomik kapasitesiyle savunma hedefleri arasındaki uçurumu Putin'in görsel şov destekli medya operasyonuyla kapatmaya çalıştığı anlaşılıyor. 1 Mart günü Rus halkına “müjdelediği” Sarmat balistik füzesinin animasyon gösterisinde, füzenin taşıdığı nükleer başlıkların ABD başkanının Florida'daki nükleer sığınağını hedef aldığının ima edilmesi, James Bond filmlerindeki kötü karakterlerin dünyayı tehdit ettiği gizli yer altı sığınaklarındaki şovlarını anımsatır nitelikteydi.
Putin'in orta düzeyli Hollywood aksiyon filmlerini anımsatan şovunda kullandığı ifadeler ise ABD ile giriştiği nükleer rekabetteki konumunun, Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un'dan farklı olmadığının kanıtıydı. Yeni nesil nükleer silahlarını sergileyen Rusya devlet başkanının “Kimse bizi dinlemiyordu, ama şimdi bizi dinleyeceksiniz” repliğini, kendisine güvenen bir süper güçten ziyade, ABD'nin üstünlüğünü kabul etmiş Rusya'nın diyalog arayışı olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Balistik füze üretim ve teknoloji kapasitesine dair pek çok soru işaretleri bulunsa da, Rusya'nın stratejik olmayan (taktik nükleer silahlar) alanında Avrupa ve Pasifik cephesinde bariz bir üstünlüğü olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Putin'in saldırı silahları üzerine inşa ettiği şovun aksine, Rus savunma sanayinin nükleer silah taşıyan denizaltılarla, stratejik bombardıman uçaklarının sayısını artırmaya ve modernize etmeye yönelik somut hedefleri, Kremlin'in savunma ağırlıklı nükleer caydırıcılık stratejisini sürdüreceğine işaret ediyor.
Rusya'nın Amerikan GPS sistemine rakip olarak geliştirdiği milli küresel konumlama sistemi Glonass'ın ne kadar etkili olduğu da yeni nesil nükleer silahlarının etkisinin sorgulanmasına yol açan bir başka faktör. Glonass uydularını taşıyan Proton roketlerinde yaşanan kaza ve arızaların yanı sıra uyduların enerji sistemlerinde karşılaşılan sorunlar, Rusya'nın fırlatacağı bir balistik füzenin ya da denizaltı nükleer dronunun hedefine nasıl ulaşacağına dair soru işaretleri yaratıyor. 20'den fazla uydusunun aktif olduğu öne sürülen Glonass sisteminin işlevselliği de tıpkı Rusya savunma bütçesinin detayları ve hazırlanma süreci gibi bir sis perdesinin gerisinde.
Diğer ülkelerin tehdit algıları
Bu süreçte Rusya ile sınırdaş olan Türkiye gibi ülkelerin ise nükleer tehditten önce Rusya'nın havada, denizaltında ve gemilere karşı geliştirdiği füze sistemleriyle denizlerde kurmaya çalıştığı konvansiyonel silah üstünlüğüne odaklanması gerekiyor. Karadeniz, Baltık Denizi ve Finlandiya ile İsveç'in kıyıdaş olduğu Bothnia körfezi, son 3 yılda Rus denizaltı ve savaş uçaklarının başlıca operasyon alanları haline gelmiş durumda. Rus donanması ve hava kuvvetlerinin, stratejik bombardıman uçaklarının desteğiyle Kuzey Denizi ve Manş denizindeki manevraları da İngiltere donanmasıyla hava kuvvetlerini uzun bir süredir alarmda tutuyor. Kısa vadede Rusya'nın Kırım'a konuşlandırdığı Karadeniz Donanması Hava Filosu (Morskaya Aviatsiya Chernomorskogo Flota -MA ChF) ve Rusya Hava ve Uzay Kuvvetleri (Vozdushno-Kosmicheskiye Sily Rossiyskoy Federatsii-VKS) unsurları gerek Türkiye gerek ise NATO için en somut ve yakın tehlike kaynakları olarak kendisini göstermekte. Kırım'da sayıları giderek artan S-400 hava savunma sistemleriyle deniz hedeflerine karşı kullanılan füze sistemleri, Karadeniz'i gün geçtikte potansiyel bir çatışma alanı haline getirmekte.
Rus savaş uçaklarının Karadeniz'de NATO gemilerine yönelik mütecaviz manevraları alışılmış bir hal alırken, 29 Ocak'ta İtalya'dan havalanan bir Amerikan EP-3 keşif uçağının Kırım açıklarında Sukhoi-27 tipi savaş uçağı tarafından taciz edilmesi, Karadeniz'in her an bir krizin merkez üssü olacağının somut işaretlerinden biriydi. Rusya Savunma Bakanlığı'ndan bu olayın ardından yapılan "Karadeniz'e gelen Amerikan uçakları, müttefikleri Ukraynalılar yerine Rus savaş uçakları tarafından karşılanacağı gerçeğine alışsalar iyi olur" mealindeki açıklama, Rusya'nın Kırım merkezli olarak bölgedeki krizlere boyut kazandırmaya eğilimi olduğuna işaret ediyor.
Çin'in sessiz ilerleyişi
ABD ve Rusya, ülkelerindeki sosyal sorunları göz ardı ederek savunmaya muazzam ekonomik kaynaklar ayırmaya hazırlanırken, Çin Halk Cumhuriyeti savunma harcamaları konularında bir kara delik profili çizmekte. ABD gibi görece olarak şeffaf ya da Rusya gibi gerçekçi olmasa da, bir fikir edinmemizi sağlayan savunma verilerini kamuoyuyla paylaşmayan Pekin yönetiminin, bu nükleer silah kumarına dahil olmaması dikkat çekici. Güney Çin Denizi'nde adalar inşa ederek bir savunma hattı oluşturan Pekin yönetimi, Sri Lanka, Cibuti, Pakistan gibi ülkelerden limanlar kiralayarak ya da üsler edinerek, ABD'ye karşı savunma çizgisini sessiz sedasız bir şekilde ana karasının adım adım uzağına taşımakta. ABD ve Rusya'nın kaynaklarını yeniden nükleer silahlanmaya sarf edeceği gelecek 10 yıllık dönemde, Çin'in uzay programıyla konvansiyonel güçlere dayalı savunma stratejisi, demir ve deniz ipek yoluyla birleştiğinde, karşımıza bugünkünden çok farklı bir süper güç sıralamasının çıkması sürpriz olmayacaktır.
[1] https://aa.com.tr/tr/analiz-haber/pentagonun-dev-butcesi-ve-nukleer-savas-senaryolari/1070579
[Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır
AA