Rüyada Hz. Peygamber’in (asm) görülmesi-1

Erdem AKÇA

İnsanlık âleminde meşhur kişiler çok yönlü şahsiyet sahibidirler. Bu şahsiyet yönleri itibariyle sembolleşirler. Toplumsal ve evrensel boyutta iseler, peygamberler gibi, Freud ve Jung’un tabirleriyle kollektif bilinçaltı sembolü haline gelirler. Fakat meşhur olmayan kişiler, en belirgin yönleriyle kişisel dünyalar açısında birer sembol hale gelirler. Tanıdığımız en öfkeli kişiyi aşırı öfkeli durumlarda rüyada görmemiz bundan dolayıdır. Carl G. Jung bu sembollere, arketip adını verir. Bu açıdan meşhur şahıslar:

-Eğer bir din, mezheb, akım veya yolun başlatıcısı iseler, o yolun ilki ve başlatıcısı olmaları noktasında bir şahsiyetleri var. Mesela Müslümanlık dini açısından Hz. Peygamber’in (ASM), Hıristiyanlık için Hz. İsa’nın (AS), Yahudilik açısından Hz. Musa’nın (AS) sembolik şahsiyeti gibi… Hz. Peygamber (ASM) ile ilgili bazı rüyalar bu yönü içerir.

-Eğer bir meşhur kişi açtığı yol ve getirdiği usulle kendi devrinde belirli bir sayıda kişi yetiştirmişse; o yetiştirdiği kişi ve grubun temsilcisi mahiyetinde diğer bir şahsiyeti olur. Mesela Hz. Peygamber’in (ASM) sahabelerinin temsilcisi rolündeki şahsiyeti gibi…

-Eğer kişi bir ilim, irfan, mücadele, eğitim, sanat v.b. bir akımın başlatıcısı ise bu bilgi ve düşünceye dayalı manevi yapının da sembolü olur. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “Sünnet-i Seniyye”yi temsil eden bir şahsiyeti var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.

-Eğer bir kişi kendi ruh ve hakikatini, yaratılış sırrını keşfetmiş, varlık ve hayat âleminde neyin sembolü olduğunu bilecek bir irfanî, kudsî ve zamanüstü seviye kazanarak hakikaten kendisi olmuşsa kendi hakikat ve sırrına dayanan bir şahsiyeti elde eder. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “hamd hakikati”ni temsil eden bir şahsiyeti var.

-Bir de doğrudan doğruya meşhur kişilerin kendi şahsî hayatını ve kişiliklerini ilgilendiren bir şahsiyetleri var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.

Bu 5 farklı şahsiyet ve sembolik yönü rüyanın detaylarından ayırt edebiliriz. Çünkü ilk iki yön itibariyle kişinin temsilcisi olduğu grubun ve akımın zaman içinde yaptığı yanlışlar ve sergilediği olumsuz özellikler temsilcilerinin özelliği olarak görünür. Eğer ki o temsilcinin kişisel hayatında bu özellik ve olumsuzluğu olmadığını biliyorsak rüyanın şahsî kimliği ile ilgili olmadığını diğer kişilikleriyle ilgili olduğunu rahatça anlarız. Bu açıdan rüyaları anlamak, bilgi noktasında alt yapı ister. O alt yapı olmadan rüyalar yanlış anlaşılır.

Bu konulara dair örnek rüyalara geçebiliriz.

A)Hamd Hakikatinin Sembolü Olan Şahsiyetiyle İlgili Görülen Rüyalar

Kur’anın “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ve Rabbinin kemaline yönel ve yalvar”[1] ve benzeri âyetler bu yöne delildir. Çünkü insanın Rabbinin kemaline rağbet etmesi ve yönelmesi, insanın kişisel kemaline yol açar. İnsanın marifetullahta terakkisi, muhabbetullahta terakkisine; muhabbetullahta terakkisi ise ruh ve hakikatinin inkişafına vesile olur.[2] Bu ise kişinin hakiki şahsiyetine erişmesine, hakikaten kendisi olmasına doğru bir miraçtır.

Bu yönü ifade sadedinde Hz. Peygamber’in (ASM) Kur’anda geçen 3 ismi de “hamd” kökünden ve onun hakikatinden türetilmiştir: Ahmed, Muhammed ve Mahmûd. Bunlar hem Onun isimleri, hem Onun manevi makamlarıdırlar.[3] O, Mekke’de Ahmediyet makamında manen göründü; Allah’ı marifet ve muhabbetiyle övdü, miraç yaptı. O, Medine’de Allah’ın razı olduğu emirleri yaşadı, men ettiklerini terk etti, Muhammediyet makamını elde etti. Kıldığı teheccüd namazı ile de Mahşer Günü Mahmudiyet makamıyla görünme hakkını elde etmeye doğru Rabbi tarafından sevk edildi.[4] Mahşer günü her peygamberin bir sancağı olup Hz. Peygamber’in (ASM) sancağının “Livâü’l-Hamd” olması hadisi de bu yönü hem teyid eder hem aydınlatır.[5]

Örnek Rüya 1: Bu rüya bundan 1-1,5 yıl ay önce 8-10 yaşlarında bir erkek çocuk tarafından görülüyor. Kardeşimiz ilkokula gidiyor. Ona okuması için verilen bir kitapta Besmele’nin manası, içerdiği hakikatler bir hikaye şeklinde fakat etkileyici bir üslupla anlatılmış. Kitap kardeşimizin aklına da hitap edecek şekilde yazıldığı için o masum kardeşimiz kitabın etkisinde kalarak uyuduğunda şöyle ilginç bir rüya görüyor:

Bir meydan vardı. Meydanda odunlar vardı. Elime bir balta aldım. Bir oduna kırmak için vurdum. Odunu ikiye ayırdım. Sonra çok ilginç bir şey oldu: Odunun kırılması ile içinden Peygamber Efendimiz (ASM) çıktı. Şaşkınlık içinde uyandım.

Bu rüyanın anahtarını rüya ilmine de vakıf olan Bediüzzaman Said Nursi’nin bir doktora yazdığı mektubunda buluyoruz. Mektubun konumuzla ilgili kısmı şöyle: “Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid ve ruhsuz şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi ve marifetleri faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenâb-ı Haktan bir intibah ve uyanış iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın.[6]

Said Nursi’nin tespit ettiği üzere, rüyadaki odunlar, okullardan veya çeşitli kültürel kaynaklardan elde edilen bilimsel malumatlar ve donelerdir. Bu kardeşimizin şu an ilkokulda okuyor olması gösteriyor ki, okullarda verilen bilgiler işin kabuğunda kalmakta ve özsüz, nursuz ve ruhsuzdur. Yani ağaç gibi diri değil, odun gibi cansızdırlar. Rüyadaki meydan, toplum ve dünya hayatıdır. Rüyadaki balta ise, kardeşimizin tefekkür gücüdür. Zekası keskin ve kuvvetliymiş ki rüyada balta görüyor. Eğer zekası güçsüz olsaydı, rüyasında nacak veya keser olarak görünürdü.

Neden rüyada odunlar görüyor? Çünkü insanı maddi dünyada aydınlatan ve ısıtan şey, ateştir. Yakacak nesneler içinde de en kolay ulaşılan, odundur. Bu manada odun, aydınlanmanın hammaddesidir. Eskiden yolları aydınlatmada kullanılan meş’aleler, odundan yapılırdı. Batı Felsefesi ve Modern Bilim, aydınlanmanın sembolü olarak şu an meş’aleyi kabul eder. Prometheus’un meşalesi… Materyalist algıya dayanan Batı eğitimi açısından bilginin sembolü, “odun”; aydınlanmanın sembolü ise, “meşale”dir. Şu an okullarımızda okutulan fenlerin de Batı kaynaklı ve Batı’nın materyalist algısıyla yazılmış ve okutuluyor olması bu rüyaya doğru anlamamızda yardımcı oluyor.

Eğer kardeşimiz medrese ve dinî mantıkla Hakikati bilmeye çalışsaydı, o vakit aydınlanmanın sembolü meşale yerine “kandil” olurdu. Aydınlanmanın hammaddesi ise, odun yerine zeytinyağı olurdu. Hakikat ve ilim uğrunda çektiği meşakkat ve zahmet ise, o kandilin kutsal ateşi olurdu. Onun benliği ve şuuru o kandilin fitili; zihni, kafası ve bedeni ise, o kandilin fanusu olurdu. Nur suresindeki meşhur Nur âyetinin ve Tin suresinin işaret ettiği üzere…

Kardeşimizin baltayla odunu kırması, onun tahlil yeteneği olduğunu ve işin kabuğundan rahatça geçebildiğini ve öze inebileceğini gösteriyor. Odunun içinden Hz. Peygamber’in (asm) çıkması gösterir ki, hakiki ilim, Nur-u Muhammedi’yi (asm) ve Ruh-u Muhammedî olan “hamd hakikatini” insana her yerde gösteren ve kişide Allah’a hamd duygusu uyandıran ilimdir.

Sırf insanın zihnine hitap eden bir ilim, gerçek ilim değildir. Böyle bir ilim kâinatı geçmiş ve geleceğiyle aydınlatamadığı için insan ruhuna güven ve teselli veremez. Hakikaten aydınlanan her mesele, ruha nefes aldırır ve hamd ettirir. Hamd ise, Hz. Peygamber’in (asm) hakikati, ruhu ve nurudur.

Said Nursi’nin Kur’an’ın bütününden keşfettiği ve ısrarla vurguladığı üzere “Bu kâinat ve hayat, hamd hakikati için kurulmuştur.[7] Yaratılış ağacının en mükemmel meyvesi hamddir. Bu yüzden Kur’anın başlangıç suresi olan Fatiha suresinde Besmele’den sonra gelen ilk kelime ‘hamd’dir, der.”[8]

Bu rüyanın öğrettiği üzere, kişiye malumat odunlarını kırdırıp onlardan ruh-u Muhamediyi (asm) çıkarttıracak sır, tevhid hakikatiyle her şeyi Allah’ın bir sanat mucizesi, hikmet harikası ve rahmet hediyesi olarak incelemektir.

Bu inceleyiş insana her şeyin Allah’ın ilmi, kudreti ve iradesinin bir eseri ve mucizesi olduğunu gösterecek ve her şey o kişi için bir nur kandili haline dönüşmeye başlayacaktır.[9]

Örnek Rüya 2: Bu rüyayı gören üniversite mezunu olup kendi çapınca dine hizmet etmeye çalışan, yakinen tanıdığım, bir arkadaşım. Rüya şöyle:

“Gördüm ki Hz. Ali (KV) ile Peygamber Efendimiz (ASM) ayakta yüzleri bir birlerine dönük olarak konuşuyor veya sohbet ediyorlar. Hz. Ali, sağ tarafımdaydı. Peygamberimiz (ASM) sol tarafımdaydı.

Peygamberimiz (ASM), Hz. Ali’ye içinde “kılıç” geçen bir cümle söyledi. Bir sessizlik oldu. Ben:

-‘Kılıcı, Hakikat diye anlayabilir miyiz?’ dedim. Bu söz Peygamberimiz’in (ASM) hoşuna gitti. Fakat onların sohbetine müdahale ettiğim, izin almadan karıştığım için sergilediğim tavırdan dolayı olsa gerek Hz. Ali’ye dönerek şöyle dedi:

-‘Bunun dedi, yararı başkasına zararı kendineBu, enâniyet-i mustafâdır.’ Bu söz üzerine dehşet içinde uyandım.”

Rüyada sağ taraf, geçmiş zamana bakar. Sol taraf, gelecek zamana… Hz. Ali (RA) rüyalarda “ilim hakikati”nin sembolüdür. Hz. Peygamber (ASM) ise, hamd hakikatinin… Hz. Ali’nin sağ tarafta, Hz. Peygamber’in (ASM) solda olması işarettir ki, rüyayı gören kişi ilimden hamde doğru yolculuk yapacaktır veya yapmalıdır. Fakat rüyadaki tavrı gösteriyor ki, ilimde takılıp kalmıştır.

Onların konuşmalarına izinsiz müdahale etmesi, bir edepsizlik ve saygısızlıktır. İnsanda enaniyet (benlik algısı) ve egosantrizm geliştikçe kişi başkalarına sağır olur ve her bildiğini her ortamda saygısızca söylemek ister. Bu açıdan Hz. Peygamber (ASM) rüyayı görenin kendisini veya onun bu tavrını “enaniyet-i mustafa” olarak isimlendiriyor. Ki bu ifade defalarca süzülmüş[10] ve özleşmiş enaniyet ve egosantrizm demektir.

Fakat kılıç kelimesinden anladığı mananın doğruluğunu teyid ederek “Bunun yararı başkasına, zararı kendisine” diyor.

Bu rüya görüntüde ilimle dine hizmet etme davasında olup hakikatte kendini medhettirmeye çalışan ve kendine hamd eden bu kardeşimize Hz. Peygamber’in (ASM) “kusurunu göstermesi” ve onu “irşad etmesi”dir. “Şu an ilim yolundasın, fakat bir insan için kemal seviye hamd hakikatine erişmek ve ‘Bana ayna olmaktadır’ demek istiyor.”

Hz. Süleyman’ın (AS) tespit ettiği üzere “ilim”, hamdi meyve vermek içindir; hakiki ehl-i ilim hamdde ilerlerler. Mal, mülk ve servet ise, “şükretmek” içindir.[11] Hayat, hamd ve şükür ile Allah’a ayna olmak, halka O’nu yansıtmak ve göstermek içindir.

[1] İnşirah suresi, 7-8.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 20. Mektub, Mukaddime.

[3] Ahmed ismi, Hz. İsa (AS) tarafından Saff suresi 6. Ayette ifade edilir; Muhammed ismi, Âl-i İmran suresi 144, Ahzab suresi, 40 ve Muhammed suresi 2. Âyetlerde geçer; Mahmud ismi ise makamiyet vurgusuyla İsra suresi 79. Âyette geçer.

[4] İsra suresi, 79.

[5] Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Öğünmek için söylemiyorum, ben Âdemoğullarının efendisiyim! Kıyamet gününde ilk diriltilecek benim. Öğünmek için söylemiyorum; ilk şefaat isteyen ve şefaati ilk kabul edilenim. Öğünmek için söylemiyorum; kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacaktır" (Tirmizî, Menâkıb, I; İbn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Mukaddime, 8; Ahmed b. Hanbel, I, 281, 295, III, 14, 4).

[6] Barla Lahikası, Doktor Yusuf Kemal’e Hitaben Yazılan Mektub.

[7] Bediüzzaman Said Nursi, Kızıl İcaz, mütercim Ahmed Akgündüz, s. 34-35.

[8] İşarâtü’l-İcaz, Fatiha Suresi Tefsiri, 2. Âyet.

[9] Antiparantez söyleyebiliriz ki, bu rüyadaki odun bahsi, aynı zamanda Leheb suresinin anlattığı yüzlerce manadan bir mana cephesinin de anahtarıdır.

[10] Bakınız Bediüzzaman Said Nursi, Kızıl İcaz, mütercim Ahmed Akgündüz, s. 56-57.

[11] Bu tespiti, veziri Âsaf bin Berhiya’nın, Belkıs’ın tahtını bir keramet-i ilmiye ile Sebe ülkesinden Kudüs’e göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede getirmesinde ilmî fazilete karşı Hz. Süleyman’ın (AS) “ Elhamdülillahi haza min fadli Rabbî ” (Ezelden ebede bütün hamdler Allah’a mahsustur. Bu Rabbimin, kardeşime verdiği ilmî fazilet ve üstünlüktür) tavrında görüyoruz. (Neml suresi, 40) Mal ve şükür ilişkisini, Hz. Süleyman’a (AS) verilen maddi mucizeler ve ikramlar dolayısıyla “ İ’melü âle Dâvuda şükran. Ve kalîlen min ibadiye’ş-şekûr ” (Ey Davud hanedanı! Şükretmeye çalışın. Hakikaten şükreden kullarım yok denecek kadar azdır) cümlesindeki İlâhî ihtarda görebiliyoruz. (Sebe suresi, 13)

(Devam edecek)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.