RisaleHaber-Haber Merkezi
Kütahya'da yerel olarak yayınlanan Tellal Gazetesi yazarı Halil İbrahim Kılıçaslan, Bediüzzaman'ın Batı medeniyetiyle Kur'an medeniyeti hakkındaki kıyaslamasını yazdı.
İşte Kılıçaslan'ın yazısından ilgili bölümler:
"Büyük Üstad Bediüzzaman Batı medeniyetiyle Kur'an medeniyetini karşılaştırırken, Kur'an medeniyetinde fazilet ve rızay-ı İlahînin esas olduğunu, buna karşılık Batı anlayışında menfaatin temel prensip kabul edildiğini belirtir. Sevgi de bu iki ölçü çerçevesinde olacaktır elbette. Yani bir şey, ya Allah rızası için ve herhangi bir karşılık beklemeksizin sevilecek ya da menfaat için.
"Hz. Peygamber Efendimizin; “Kim sevdiğini Allah (cc) için severse, kızdığına da yine Allah (cc) için kızarsa imanda mükemmelliği yakalamış olur” mealinde hadis-i şerifi bu konuda ne kadar manidar değil mi?
"Maalesef bu meselede Batılı olma yolunda büyük merhaleler kat ettiğimiz anlaşılıyor. Her işimizde bencilleşmemiz ve menfaatimizi gözetir olmamız, çoğumuzun farkına bile varmadan Batı felsefesini benimsediğimizi gösteriyor. Bunun sonucu olarak da hasbî bir şekilde, yani karşılık beklemeksizin duyulacak bir sevgiye hasret hale geldik.
"Yine aynı mukayesede Kur'an medeniyetinin nefsin zararlı isteklerini durdurarak ruhu yüceliklere sevk etmeyi hedef aldığı halde, Batı medeniyetinin heva ve heveslere uyarak nefsin her türlü isteklerini tatmin peşinde koşmayı gaye edindiğini belirtir ki bu durum insanı nefsine esir eder ve tam bir bencilliğe sürükler. Bencil yüreklerde ise samimi sevginin barınması çok zordur.
"Büyük Üstadın; “Şüphesiz nefis daima kötü şeyleri emreder" (Yusuf Sûresi, 53) ayetiyle "Senin en zararlı düşmanın, nefsindir" (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:143; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, 3:4) hadisinin bir nüktesini açıklarken söylediği şu sözler bir çok şeyimiz gibi, sevgimizin de durumunu ortaya koymaya yeter sanırım:
“Tezkiyesiz (arınmamış halde) nefs-i emmâresi bulunmak şartıyla, kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Eğer zahirî (görünüşte) sevse de samimî sevemez; belki (aksine) ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Ve kusurunu nefsine almaz, belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler (temize çıkarır). Mübalâğalarla, belki yalanlarla nefsini medih (över) ve tenzih ederek (yüceltir), adeta takdis eder (kutsallık verir) ve derecesine göre, 'Hevâ ve heveslerini kendisine mâbud edinen kimse…' (Furkan Suresi, 43) mealindeki ayetin bir tokadını yer.” (28.Lem'a)"