Bismillahirrahmanirrahim
SEKİZİNCİ NÜKTE
Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsana en mühim bir ilâç nev’inden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.
Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kàbiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır.
Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa müptelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.
Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o mânevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celb eder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki, eskiden beri çok ehl-i velâyet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.
Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecâtına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mâsumâne gülüyorlar.(Mektubat)
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
alâkadar : alâkalı, ilgili
beşer : insan
biçare : çaresiz, zavallı
celb etme : çekme
cihazat : cihazlar, âletler
cihazat-ı insaniye : insana ait organlar, duygular
cihet : taraf, yön
ehl-i velâyet : velîler, Allah dostları
ekseriyet-i mutlaka : genel çoğunluk
hademe : hizmetçi
haram : dince kesin bir delil ile yasaklanan şey
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat, maddî olmayan hayat
hayat-ı şahsiye : kişisel hayat
helâl : dinen yapılmasına izin verilmiş şey
hımye : perhiz
hikmet : fayda, gaye
husus : konu, mevzu
hususî : özel, kendine ait
kàbiliyet : dıştan gelen tesirleri alabilme gücü
keyfemâyeşâ : kendi keyfince, keyfi nasıl isterse
musibet : belâ, büyük sıkıntı
muvakkat : gelip geçici
muvakkaten : geçici olarak
müddet-i açlık : açlık müddeti
müptelâ : bağımlı, düşkün
müşevveş : karışık, düzensiz, dağınık
nazar-ı dikkat : dikkatle bakış
nefis : kişinin, kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nev’i : tür, çeşit
nükte : ince ve anlamlı söz
peydâ etme : kazanma, elde etme
Ramazan-ı Şerif : şerefli Ramazan ayı
riyâzet : gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma
sair : diğer, başka
serkeşâne : başıbozuk bir şekilde
tahakküm : baskı, zorbalık
tahammül : dayanma, katlanma, sabretme
tatil-i eşgal : işlere son verme, ara vermek
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
ulvî : yüce, büyük