"Onlar Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle O'nun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür." Zümer Sûresi, 39:67.
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir." Zümer Sûresi, 39:62.
"Gökleri ve yeri O yarattı." A'râf Sûresi, 7:54.
"Sizi de, sizin yaptıklarınızı da yaratan Allah'tır." Sâffât Sûresi, 37:96.
"Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz." İnsan Sûresi, 76:30
***
Kafaların karışık olduğu bir zaman yaşıyoruz.
Zira ortada iki bakış açısı kol geziyor.
Biri bilimsel dedikleri felsefi bakış açısı, diğeri imani, rahmani bakış açısı...
Lakin felsefi bakış açısı çok daha cüretkar davranıyor.
İsterseniz üçüncü bir şahıs olarak her ikisini inceleyelim:
Bu ülke baştan sona bir deprem bölgesi, altımız fay hatlarıyla dolu. Ve bu faylar tarih boyunca hep belirli periyotlarla kırılmaktadır. Dolayısıyla ortaya istatistiki bir veri çıkıyor. Bazen 500 sene, bazen 100 sene ve bazen 30 senede depremler oluyor. Yani enerji birikiyor ve açığa çıkıyor. Asrımızda teknoloji sayesinde deprem tahminlerinde ciddi bir yüzdelik ile isabet ediliyor.
Evet bilim insanları konuşuyor konuştukları çıkıyor...
Bu zaviyeden baktığımızda burda “ilahi bir ikaz” çıkmıyor.
Dolayısıyla depremler bir gerçekliktir ve coğrafik bir kaderdir.
Diğer tarafta tevhid nazarıyla baktığımızda “Sultan-ı Kainat birdir herşeyin dizgini O'nun elindedir.”
“Ondan habersiz bir yaprak bile hareket etmez.”
“Her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envâın birtek nev'i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından birtek ferdin yüzer âzâsından birtek uzvu olan kanadının kast ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayt kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvali, belki hiçbir şeyi—cüz'î olsun küllî olsun—irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlâhî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezasıyla, zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. (Sözler)
Devam ediyoruz.
Bu anlattığımız işin özeti...
Bunları uzatabiliriz; mesela bilimsel verilerin detaylarına kadar inebiliriz. Bu depremlerin adım adım oluşmasını takip edebiliriz.
Hatta bu veriler doğrultusunda hareket edip bu enerji bir silah gibi kullanabilir ve biraz daha ileri gidip “bu enerjiden yararlanmak bile imkan dahilindedir” denilebilir. Yani dağları yerinde oynatacak bir gücü kontrol altına alıp, muazzam neticeler elde edilebilir.
Evet hala düşünüyoruz.
Emperyal süper (!) güçlerin sömürülerine devam edip gücü her zaman elinde tutmaları için, dünyanın bütün jeofizik haritalarını takip edip patlama eşiğine gelen fayların kırıldıktan sonraki kargaşayı körükleyip kaos meydana getirerek bir iç savaş noktasına getirip, sonra da güya kurtarıcı pozuna girip ülkeyi ele geçirme planlarını yapabilirler.
Nitekim Amerika 2002'de aynen böyle bir askeri tatbikat gerçekleştirmişti.
Hatta 90'lı yılların başında NATO’nun bazı belgeleri Türk medyasında yayınlanmış ve şu an deprem yaşayan bölgenin senaryosunu yazıp ardından bunu fırsat bilip BOP’un gerçekleştirmesi hayalini bile kurmuşlardı. (A. Dilipak’ın hatıraları)
Daha da illeri safhası; (Düşük bir ihtimal dahi olsa) Depremleri tetikleme teknolojisine de sahip olabilirler.
Evet bütün bunlar imkan dahilindedir.
Şimdi üçüncü göz olarak bu noktada bir tahlil yapmamız gerekecek.
Modern çağın Batı medeniyeti, Adetullah kanunlarının keşfedilip kendi insiyatifinde kullanma iradesine sahip temeller üstünde inşa edilmiştir.
Yani kanunları keşfettikçe, insanlık tarihi boyunca kalınlaşıp esfel-i safiline doğru dallanıp budaklanan Firavnuniyet damarının hepsinden daha kalın bir firavuniyetle “Tanrı öldü” hezeyanını güderek, "Tanrının kanunlarını biz uygulayacağız", "Zira yeryüzünün tanrısı biziz” deyip bütün gezegeni kan gölüne çevirdiler. (Hikmet-i İlahi bunlara bu fırsatı neden veriyor sorusu bu çağın en büyük şifresidir.)
Sahte kahramanlık hikayeleriyle (sinema, çizgifilm, internet oyunları) önce zihinleri işgal edip “Bunlar her şeyi yapar” algısını oluşturup, her türlü fırsatı kullanmayı çok iyi bilirler.
Mesela Türkiye’nin yaşadığı bu depremde, ihtimallerin her türlüsünü hesaplayıp, akbaba gibi bekleyip Türkiye’nin kendi eliyle teslim olmasının hesabı içindeydiler.
Yani ülke kendi derdine düşecek, sınırlarda zaafiyet oluşacak, Suriye’de, Irak'ta besledikleri çeteler saldıracak, içerde büyük bir kaos oluşacak, ülke yağmalanmaya başlayacak, devlet aciz kalacak. Tabi bu süre içerisinde HAARP dedikleri teknolojilerini piyasaya üfürecek, ayrıca bu tür algılar için içerde besledikleri bütün hücreleri harekete geçirip, insanların şuur altlarında “Amerika bu işi böyle yaptı” imajını hissettirecek, böylece millet de gardını düşürecek ve tamamen teslimi silah edilecek. (Deprem hengamesinde şeytanın bile aklına gelmeyecek yüzlerce yalan ortaya atıldı. Bu yalanlar niçin yapıldı? Kim yaptı?)
Tabi Türkiye NATO ülkesi olduğu için NATO devlete çökecek ve gerisi malum...
Deprem beklenilenin çok üstünde bir tahribat meydana getirdiği halde hesapları tutmadı.
İlk günlerden hatta ilk saatlerden itibaren devlet hiç bir açık vermedi.
Devlet açık vermediği gibi, millet beklentilerin çok çok ötesinde adeta Allah’ın Kahhar isminin burcunda şefkat ve rahimiyetin tecellisini yaşayarak depreme ve depremzedelere sahip çıkıp bağrını ve evini, ensar-muhacir ciddiyetiyle açtı.
Bu duruş batının bütün planlarını ve dengesini bozdu.
Elinde tek bir kozu kaldı.
O da korkuyu devam ettirmek...
Bütün Anadolu’ya, özelikle İstanbul’a ve Marmara’ya korku pompalandı. (Amaçları kaos planlarını devam ettirmektir.)
Ve işte bu korku itikadı zedelemeye başladı.
Ve işte şahsen beni tedirgin eden budur.
İtikat zedelenirse, şüphe hasıl olur.
Şüphe hasıl olunca Hikmet kaybolur.
Hikmet-i ilahiye anlaşılmaz.
Hikmet-i İlahiye anlaşılmayınca Murad-ı İlahiye’yi hiç anlayamayız.
Murad-ı İlahiye’yi anlamazsak daha büyük belalara fetva verdirmiş oluruz.
Öyle ise herşeyden önce Tevhidi bakış açısını acilen elde etmemiz lazım.
Yani “Sırr-ı Ehadiyeti Nur-u Tevhit içinde inkişafını” görmemiz lazım.
Öyle ise Tevhid’i nasıl okumalıyız?
Önce şu gerçeği gözardı etmemek lazım; Daire-i Esbabın Daire-i İtikada galip geldiği bir alemde yaşıyoruz. (İşarat-ül i’caz) Hikmet ön plandadır, Kudret geri plandadır.
Ve insanoğlu en büyük imtihanını vermektedir.
Yüce Rabbim öyle bir iş yapar ki imanı olanın imanını çok daha güçlendirirken, imanı zındıklık derecesinde az olanın imanını azgınlık derecesine çıkartır.
Bir deprem halkeder hidayet nasip etmek istediği kullarına, varlığını ve azametini iliklerine kadar hissettirirken, kalbi kör olanların vicdanını da karartıp esfel-i safiline yollar.
Yüzlerce manevi mucizeler yaşatır ki dışardan gelen dinsizler teslim-i iman ederken, yıkılan bir binada tek bir duvar sağlam bırakır ve o duvarda M.Kemal posteri vardır. Yani ona secde edeni daha da iyi secde ettirir. Yani küfrünü kavileştirir.
"Fakat o sureler, kalplerinde küfür ve nifak hastalığı bulunanların inkârlarına inkâr kattı ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9/124 ve 125).
“Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.” (İsra,17/82)
Tevhit noktasında ta başta karıştırdığımız bir gerçek var.
Allah’ın kainata koyduğu kanunlarını keşfetmekle kanunu halketmeyi karıştırıyoruz.
Bu Şeytan’ın ve Deccal’ın çağımızdaki en büyük desisesidir.
Fay hatlarını tespit edip hareketliliklerinin sonuçlarını “Daire-i esbap” dahilinde tahmin etmek, adeta “ben bunlara hükmederim” algısını oluşturmak asla halketmek manasını taşımaz.
Kainatlar kadar arasında fark var...
Şimdi siz söyleyin; Hangi filozofun, hangi batının, hangi Amerikan’ın haddi varki yer altına bu fayları koysun ve kıtaları yerinde oynatsın.
Öyle ise geriye tek bir soru kalıyor.
Depremin/depremlerin oluşması MURAD-I İLAHİ midir, yoksa Murad-ı Amerika mıdır?
İlahi ikaz mıdır yoksa tesadüfi midir?
Bu sorunun turnusolu başta o anı yaşayan Vicdan-ı Amme’dir.
İman-ı billahtan sonraki marifetullahtır.
Adalet-i ilahiyedir.
Hikmet-i ilahiyedir.
Daha da net cevabı Hz. Yunus (as) bakış açısını yakalamaktır.