Çoğumuz hayattan memnunuz. Sıkıntı ve çileli geçse de hayat çekiliyor. Elimiz mahkûm. İstesek de, istemesek de bu hayattayız. Yapacak bir şeyimiz yok. Bize danışılmadan, bize sorulmadan annemizin rahmine yerleştik. Ve yine bize sorulmadan ve rızamız alınmadan bu dünyadan çekip götürüleceğiz.
Yaşadığımız hayattan lezzet alıp almamamız ise bizim elimizde. Doğrusu iman eden hayatı çözer ve lezzet alır. Meşru ve doğru lezzetten bahsediyorum. Yoksa zinakâr da, katil de, zalim de, kumarbaz da, hakları gasp eden de, hakka başkaldıran(!) da kendince lezzet almaktadır. Geçici, aldatıcı, boş, sahte ve şuh kahkahalarla dolu ve ileride pişmanlık getirecek bir lezzet...
Bu yazımda hayattan doğru lezzet alan bir zirveden bahsetmek istiyorum.
Adı Abdullah bin Huzafe (r.a.) Sahabidir. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) görmüştür. O'nun adına dış ülkelere elçilik yapmıştır. Zaman geçer, Hz. Abdullah bin Huzafe, Hz. Ömer'in halifeliğine denk düşen bir zamanda Rumlara esir düşer. Yanında asker arkadaşları da vardır. Zindana atılırlar. Psikolojik travmalara uğratılırlar. İşkence görürler. Rumlar onlara İslam'ı terk etmek için baskı uygularlar. Ancak bu müminlerden hiçbiri yolundan caymaz.
Rum komutan Hz. Abdullah'ı gözlemler. Hz.Abdullah diğer arkadaşlarından daha farklı bir karakter sergiler. Bu hal, Rum komutanın dikkatinden kaçmaz. Abdullah, dış dünyayla, tekliflerle, baskılarla hiç ilgilenmez. Sanki uygulanan bunca işkence ve baskı bir kayaya uygulanıyormuşçasına etkilenmez. İtibar etmez, iltifat edip bakmaz bile.
Hz. Abdullah zindanda namazıyla, zikriyle, ibadetiyle meşguldür. Yüzüne sinmiş olan nurani sima, onun başka bir âleme ait olduğunu tereddüt bırakmayacak şekilde göstermektedir.
Benim komutanım olur musun?
Rum komutan yanına genel valisini de alıp Hz.Abdullah'ı zindanda ziyaret eder. Hz. Abdullah'ı yakından tanımak ister. Zindanın Hz. Abdullah için bir çilehaneye değil; bir ibadethaneye, bir halvethaneye döndüğünü görür. Etkilenir. Sarsılır. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) görmüş bu insanı kendi safına çekmek ister. Şöyle der, "Efendim. Sizin özel bir haliniz, vakarınız, duruşunuz, simanız var. İnsanı mıknatıs gibi çekiyorsunuz. Bizim dinimize -Hıristiyanlığa- girerseniz sizi komutan ve vali yaparız. Aksi takdirde öldürmek zorunda kalırız."
Bu teklif ve tehdit Hz. Abdullah'ı hiç etkilemez. İlgilenmez bile. O, zindanda lâhuti bir âlemin eşiğine gelmiş, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ayak ucuna değercesine, perdesini sıyırdığı bir muhteşem görüntünün seyrindedir. Neylesin dünyayı, neylesin valiliği, neylesin gayriyi, neylesin faniyi. Sanki Turi sina'da tecelli edeni görmektedir ki, bütün yüzüne derin bir tebessüm yayılır. Bu teslimiyet ve vakar, Rum komutanı daha da sarsar.
Hepsini diri diri yakın
Zindandan hışımla çıkar. Askerlerine emreder. Büyük bir çukur kazın der. Kazarlar. Çukura odun doldurun der, doldururlar. Odunları yakın der, yakarlar. Sonra der ki komutan; esirleri tek tek getirip bu çukura diri diri atın. Dininden dönmeyen kimseyi bırakmayın.
Esirler tek tek getirilirler. Hıristiyan olmaları, İslam dinini terk etmeleri teklif edilir. Hiçbiri yanaşmaz. Teslim olmuş halde tek tek çukura atılırlar. Diri diri yanarlar. Aslında komutanın derdi Hz. Abdullah'tır. Onun ölümden korkarak Hıristiyanlık safına geçmesidir beklentisi. Ama Hz. Abdullah'ın; ateşe atılan arkadaşları için dua etmekten başka bir şey yapmadığını hayretle görür. Hz. Abdullah da sessizce ve ürküten bir tevekkülle sırasını beklemektedir.
Daha ateşe atılacak hayli asker vardır. Sıra elbette Hz. Abdullah'a gelecektir, ama Rum komutan dayanamaz. O, Abdullah'ın yalvarmasını, af dilemesini görmek istemektedir.
Abdullah'ı bana getirin, der. Ağır zincirlere vurulmuş Hz. Abdullah ayağa kalkar ve ateş dolu çukurun başına gelir.
Başımdaki saçlarım kadar canım olsa
Komutan Hz. Abdullah'ı çukura yanaştırmalarını emreder. Hz. Abdullah çukurun başına gelir. Kızgın lavlar Abdullah'ın saçlarını kavurmaya başlayınca yanaklarından iki gözyaşı sızar. Rum komutan bunu fark eder. Büyük bir heyecanla Hz. Abdullah'ı korkuttuğunu, onunla pazarlık edebileceğini zannederek hemen yerinden fırlar. Hz. Abdullah'a şöyle der: "Efendim! Sizin ateşin başına gelince korktuğunuzu gördüm. Gözyaşı döktünüz. Bu son derece normaldir. Herkes ölümden ürker. Benim size teklifim hâlâ geçerlidir. Yanımda yardımcım, şehrimizde valimiz olur musunuz?"
Hz. Abdullah başını kaldırmadan, gözleri ateşe dikilmiş halde ağır ağır şöyle cevap verir: "Siz beni yanlış anladınız. Ateşi görünce kendi kendime şöyle dedim. Şimdi bir defada ateşe atılıp öleceksin. Allah için bir defa öleceksin. Dedim ki kendi kendime; keşke başımdaki saçlarım kadar canım olsa ve her gün birini bu din için alsalar da şehitliği defalarca tatsam. Ama heyhat, bir defa ölüp gideceğim. Komutan! Benim gözyaşlarım işte bu hasretin gözyaşlarıdır."
Rum komutan duraksar. Abdullah'ın bu imanı karşısında titrediğini, iliklerine kadar üzüldüğünü hisseder. Hz. Abdullah'ın kolunu tutup ateşten kenara çeker. Ben böyle bir adamı öldüremem der. Sonra döner ve söyle bir teklif sunar. Sizin ölümden korkmadığınızı gördüm. Ama şu arkadaşlarınızı kurtarmanız için size bir fırsat veriyorum. Benim alnıma bir öpücük kondursanız, bütün askerlerinizi serbest bırakacağım. Sadece bir öpücük. O kadar.
Hz. Abdullah, Rum komutanın bu isteğini geri çevirmez. Alnını öper. Komutan da sözünde durur ve bütün askerleri serbest bırakır.
Bu alın öpülmelidir
Hz. Abdullah yanındakilerle Medine'ye döner. Olayı öğrenen Medine halkının bir kısmı Hz. Abdullah'ı eleştirirler. Bir Hıristiyanın, Rum'un alnı öpülür mü derler? Bunu duyunca halife Hz. Ömer (r.a.) ayağa kalkar ve Hz. Abdullah'ı kucaklayarak alnını öper. Bu kadar Müslüman'ı ölümden kurtaran bu alın öpülmelidir der. Böylece Medine'de tenkitlerin yolunu bıçak keser gibi keser.
Hz. Abdullah'ın o tarihi sözü; "Başımdaki saçlarım kadar canım olsa ve din için her gün birini kesseler" sözü bir eşik olur. Cennete giren yola koyulanlar için bir eşik olur. Mazlumlar. Çilekeşler mağdurlar için bir eşik olur. Nihayet Hz. Abdullah bu imtihan dünyasını, imanından lezzet alarak bir said -mutlu- olarak terk eder. Ve sözünü sonradan gelen Said'lere bir vasiyet gibi bırakır.
"Başımdaki saçlarım kadar canım olsa! Her gün birini dinim uğruna alsanız razıyım. Ama dinimden bir milim ayrılmaya asla razı değilim."
Sabah