Sadeleştirme mi?

Mustafa ÖZCAN

Bir dostlar meclisinde idik. Elmalı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı kitabını yeniden basmak için ön hazırlık ve tashih aşamasında veya makamında eseri topluca mütalaa ediyorlardı. Gerçekten de Elmalı Hamdi Yazır’ın ifadeleri fevkalede derin ve ağırlıklı.  Dolayısıyla söz konusu Kur’an tefsirinin sadeleştirilmesi müteassir (zor) ve müteazzir (imkan dışı) bir meseledir. Bununla birlikte Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsiri bir heyet tarafından sadeleştirilmiştir. Bu meseleyi Hak Dini Kur’an Dili tefsirini yeniden basmak için tetkik eden hocalardan birisine sordum. "Cinayet" dedi.  Gerçekten de söz konusu tefsir sadeleştirilmiş ve promosyon olarak bir gazete tarafından okurlara verilmiştir.  Hak Dini Kur’an Dili’nin sadeleştirilmesinin sonuçlarını sorduğum tetkik ve tashih heyetindeki hocadan bir misal istedim. Şunu söyledi: "Kale haza rabbi? ayetinin mealinde ve benzeri yerlerde cinayet işleniyor." Ve bana bu cinayet  izlerini gösterdi.  Elmalı Hamdi Yazır ‘bu mu benim rabbim?’ mealini verirken onu sadeleştirenler ‘bu benim rabbim’ manasını vermişler.

Burada iki cinayet birden var. Birincisi, bizzat Kur’an’a yönelik bir cinayet. İkincisi, orijinal müellife yönelik bir cinayet. Yani çifte kavrulmuş veya katmerli bir cinayet.  Ayetteki gizli istifham suretindeki nefyi ve olumsuzluğu müspete çevirmişler. Dolayısıyla put olmuş rab! Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsirini sadeleştirme denemesi başarısız olmuştur.  Lüzumsuz olmuştur. Bütün bu meşgale ve çabalar avamın tefsire ulaşması için yapılmıştır. Lakin bu bir furya olarak kalmıştır.  Avam sadece kütüphaneye yeni kitaplar istif etmekle kalmış ama içindekilerden de yararlanamamıştır. Furya dönemi bittiğinde de tefsirler işportacılara düşmüştür. Şimdi piyasada yeni kitap satan yayınevlerinden çok sahaflara rastlanmaktadır. Nedeni, elden çıkarılan bu tarz kitaplardır.  Dolayısıyla, sadeleştirme aynı zamanda ayağa düşürme anlamına geliyor.

*

Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsirinin bile sadeleştirilmesi nasıl ki cinayet boyutunda hatalara neden olabiliyorsa elbette Risale-i Nurların sadeleştirilmesi de en azından aynı sonuca müncer olacaktır. Sadeleştirmede bunca ısrar niye? Arapçayı koruyan Kur’an’dır. Kur’an’ın dili ve üslubuyla uğraşılsa idi bugün Arapça eski safiyetinde ve dolayısıyla gücünde kalabilir miydi?  Risale-i Nur da böyledir. Bediüzzaman kelimeleri deri olarak görmüştür. Elbise değildir. Dolayısıyla elbiseyi değiştirebilirsiniz ama deriyi değiştiremezsiniz.  Bu sadeleştirme işi bir nevi mealcilik kokusu da veriyor. Mealciler de mealleri Kur’an’a eşit olarak kabul ederek orijinal nüshadan sarfınazar ediyorlar ve bir nevi dalalete sapıyorlar.

Osmanlı döneminde ve sonrasında kalpazanlık vardı. Sadeleştirme işi de kalpazanlığa benziyor. Kalpazanların işi sahte ve züyuf paralar basmaktır.  Bugün de kalpazanlık yer yer devam etmektedir. Kalpazanların işe züyuf paralar basmaktır. Bu sahte ve züyuf paralar vaktiyle Osmanlı’nın hazinesine ve iktisadına büyük yükler bindirmiş ve zararlar vermiştir.  Elbette alelade insanlara da zarar vermiştir. Züyuf paralar gibi sadeleştirilmiş nüshalar veya eserler de bir nevi züyuf ve sahte eserlere benzemektedir. Bunu yapanlar da manevi kalpazanlar hükmündedir veya durumuna düşmektedir. Zira sahte nüshalar müellifin meramına tercüman olamamakta ve bazen de meramın aksini ifade etmektedir. ‘Her mütercim haindir hatta katildir’ sözü de buradan tevellüt etmiştir. Zira manayı katletmektedir.

Elbette ki zarureten sair dillerden tercümeye cevaz verilmiştir. Zira yabancı dil bilmeyenler takribi bir biçimde de olsa diğer dillerdeki merakaver eserlere ulaşmak istemektedirler.  Bunun yolu da mükemmel olmasa da tercümelerden geçmektedir. Lakin aynı dilden yapılan sadeleştirmeler lüzumsuzdur ve kolaycılığa kaçmaktır. Dilin örgüsünün aşınmasına vesile olmaktadır. Sözgelimi dil cinayetlerinden dolayı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserleri her on yılda bir sadeleştirilerek yeniden basılmıştır.  Dolayısıyla buna giden süreci seddi zerai (istenmeyen yan etkileri kontrol altına almak da denilebilir) kuralıyla kapatmak gerekir.

Sadeleştirme aynen sahte hadislere de benzemektedir. Ulema sahte hadislere yapma veya sentetik inciler demiştir.  Bu gümüş yüzük takmak yerine demir yüzük takmaya benzer.  Bir başka deyimle söyleyecek olursak: Bu uğurda atılan taş ürkütülen kurbağaya değmemiştir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (30)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.