Öz itibariyle sadeleştirme meselesinin dönüp dolaştığı konu “halk (da) anlasın” yaklaşımıdır. İster metinlerin sadeleştirilmesi, ister tercüme edilmesi olsun; bu tip faaliyetlerin hepsinin altında yatan ana müşevvik ve temel düşünce “halkın anlaması”dır. Halkın anlamasının bir kriter olarak görülmesi tipik bir ‘sadeleşme yönelimi’dir. Sadeleşme yöneliminin bir sonraki adımı, halkın anlamasına yardımcı olacak faaliyetlerde bulunmaktır. Bu yönelim sürecinde ortaya çıkan telif, şerh, sadeleştirme, redüksiyon ve tercüme gibi faaliyetlerden özellikle sadeleştirmeve tercüme, çok sorunlu alanlar oldukları halde, ayartıcı özellikleriyle diğerlerine nazaran daha kolay bir şekildefail ve taraftar bulabilmektedir.
Tercüme “anlamın bir dilden başka bir dile aktarılması” iken sadeleştirme “bir metnin, çeşitli yöntemler kullanılarak, belirli amaçlar ve insan kitleleri hedef alınarak; özü ve anlamı korunacak şekilde bir kısım özelliklerinden ve bileşenlerinden olabildiğince sıyrılması, yalınlaştırılarak tekrar üretilmesi”dir. Tercüme ve sadeleştirme; mantık ve yöntem olarak aralarında bir takım paralellikler bulunmakla beraber; ihtiyaç, kitle, araçlar ve amaçlar bakımından birbirlerinden oldukça farklı bir yapı arz ederler.
Tercüme faaliyetinde esas olan manaların, kelime ve kavramların aktarılan dilde en yakın ifadeleriyle buluşturulması ve jest, mimik, tasvir, deyim gibi metne ilişkin özelliklerin aktarılan dilde en yakın şekilde korunmasıdır. Dolayısıyla tercüme fazlasıyla “sorunlu” bir faaliyet olarak görülür. Bu sorunlu faaliyetin en zayıf yönü “mefhumların/kavramların aktarılması”nda güçlüklerin yaşanmasıdır. İnsan topluluklarının ayrışmasının temelini oluşturan “din, inanç, dünya görüşü, kültür, medeniyet, paradigma” gibi özellikler “kavramlar/mefhumlar”la ifade edilirler. Tercüme edilen metin, sadece metin olarak aktarılmamaktadır. Tercüme edilen metin, aynı zamanda duygu, fikir, inanç gibi “manevi” unsurları içermektedir. Mesela ontolojik özellikleri olan felsefi bir metin; ancak ait olduğu toplumun ontolojik duruşunun aktarılan dilin ait olduğu toplumun ontolojisiyle örtüştürülebildiği nispette doğru birtercüme yapılmış olacaktır.
Cins isimler, fiiller, özel isimler bir dilden diğerine aktarılırken fazla zorluk çıkarmazlar; zira duygu, düşünce, inanç gibi daha özel manaları içermezler ve karşılıklarının bulunması kolaydır; dolayısıyla tercümeleri de kolaydır. Zaman kiplerinin oluşturulması da ekseriyetle aşılabilen başka bir zorluktur. Tercüme faaliyetlerinde ortaya çıkan problemler oldukça çeşitlilik gösterirler ve bu faaliyetin çok problemli olduğu herkesçe bilinir; dolayısıyla tolere de edilir.Tercüme işinin zorluk derecesi metin içinde bulunan kavram ve mefhumlar ile mecaz, kinaye gibi dil oyunlarının yoğunluğuyla orantılı olarak değişmekte; hitap edilen kesimle, tarihsel bağlamla ve me’hazın/kaynağın kudsiyetiyle doğru orantılı olarak kritikleşmektedir. Tercüme yapılırken ve tercüme edilmiş bir metinle muhatap olunurken bütün bu hususlar göz önüne alınır/alınmalıdır.
Sadeleştirme yapılırken, yapılan iş tercümeden çokfarklı olarak bir “metin güncellemesi”dir. Güncelleme yapılırken metin, içinde bulunan kelime ve kavramlarla birlikte bir tarihten diğer tarihe; bir muhatap kesimden diğer bir muhatap kesime aktarılmaktadır (transfer). Tercüme ‘metnin bir dilden başka bir dile aktarılması’ iken; sadeleştirme, söz konusu metnin, aynı dil içinde o dilin dönemler arasındaki farklılaşmış ifade biçimleri ve kelimeleri ile farklı düzeyde muhataplara aktarılmasıdır. Mesela Namık Kemal’in İntibah romanının sadeleştirilmesi söz konusu olduğunda; hem metnin satır satır güncelleştirilmesinden bahsedebilecek hem de mesela 150 sayfalık metnin ilköğretim öğrencileri için kısaltılmış, kolaylaştırılmış, onların seviyelerine göre yeniden yazılmış 20-30 sayfalık yeni bir metinden söz edilebilecektir.
Görüleceği gibi sadeleştirilmiş metin, hem yeniden üretilmiş hem de hitap edilen kesim anlamında yeniden yönlendirilmiş bir metin olmaktadır. Üretilen yeni metnin sahibi imitasyon bir ürün ortaya koyan, sadeleştirme yapan kişidir. Sadeleştirme yapan kişinin kabiliyetleri, niyeti ve ortaya konulan işin kalitesine göre sadeleştirilmiş metin ve onun ilk müellifi yeni bir kimlik ve metinle okuyucuların karşısına çıkmaktadır. Bu kimlik, sadeleştiren kişinin metne hulul eden özelliklerinin ilk müellifin özellikleriyle karışmasından ortaya çıkan karma bir kimliktir. Yeni metin, sadeleştirenin düşünceleriyle ve yaklaşımıyla malüldür. Bu sebeple sadeleştirme için bir dejenerasyon, bir tahriftir denilebilir.
Sadeleştirmeye sevk eden en önemli bir âmil olarak ‘dildeki dönemsel farklılıklar’ neden oluşmaktadır? Bu farklılıkların dilin canlı bir yapı olmasıyla yakın bir ilişkisi vardır. Detayları dil bilimcilere bırakırsak; esasta ve çoğunlukta baskın kültürlerin iletişim araçları ve insan buluşmaları ile ortaya çıkan etkileri, teknolojik ve bilimsel gelişmeler, görsel sanatların ve edebiyatın yoğun şekilde ve çok çeşitli bir biçimde icra edilmesi gibi hususlar dönemsel farklılıkların ve dildeki değişimin sebeplerindendir. Bu dönemsel farklılıklarda değişen kelimeler ve kavramlar vardır. Dilin değişimi, toplumun değişimi ile adeta bir ‘yumurta-tavuk’ ilişkisi şeklinde bağlantılıdır.
Sadeleştirme, farklılaşmış bir topluma önceki bir dönemin metinlerinin aktarılması için yapılmaktadır. Farklılaşmış bir toplum; önceki bir dönemden kültür, din, inanç, felsefe, sanatanlayışı gibi çeşitli bakımlardan ayrışmış toplum demektir. Bu ayrışma eğer zorla ortaya çıkmışsa, sadeleştirme işi geçmiş dönemin aktarılmasından çok mevcut yapının devamını sağlamaya yaramakta ve geçmişin bizden daha bir uzaklaşmasına yol açmaktadır. Zira geçmişin kavramları zorla oluşturulmuş mevcut durumun kavramlarıyla yer değiştirerek metinler dönüştürülmektedir.
Çok zorba bir modernizasyon sürecinden geçmiş; seküler, laik ve modern bir toplum olmaya zorlanmış Türkiye’de dil meselesi en mühim kavga alanlarından birisi olmuştur. Kurulduğu andan itibaren çok kısa bir sürede toplumun iliklerine işlemiş pek çok kelime ve kavram dışlanmış, horlanmış yasaklanmıştır. Toplumun kültür ve inancının kaynakları olan pek çok metin, okunuyor ve yazılıyor diye aşağılama, koğuşturma ve işkence sebebi sayılmış, alfabe değiştirilmiş, yeni kelimeler uydurularak yeni bir dil ortaya çıkarılmasına çabalanmıştır. Bu ameliyeler sonuç vermiş ve yeni, yarı-seküler bir toplum ve laik bir devletortaya çıkmıştır. Zorbalıkla ortaya konulan modernizasyon projesine rağmen dildeki, inanç ve kültürdeki yozlaşmanın düzeyi, buna karşı çıkan bazı toplumsal hareketlerin çalışmalarıyla daha sınırlı kalmıştır. Bu hareketlerin en büyük özellikleri metinlere dayalı hareket etmeleriydi ve dilin korunması onlarda kritik bir mesele haline gelmişti.
Sadeleştirme yoluyla bu hareketlerin de önü kesilmekte, istinat noktaları olan metinler tahrif edilmekte, geriye dönülmez şekilde bir yozlaşma süreci başlatılmış olmaktadır. Zira metinlerin sadeleştirilmesi demek kültür aktarımında iki farklı kültürün var olduğunu ve sadeleştirilen metne ait kültürün artık geçerliliğinin bulunmadığını kabul etmek demektir. Eğer farklı kültürler olduğu kabul edilmeseydi, kavram ve mefhumların değiştirilmesine ihtiyaç duyulmazdı. Mefhumlar, kültür ve inancın şeairleridir; bu bakımdan sadeleştirme yoluyla değiştirilmeye kalkıldığında bu kavramlar yeni kültürün boyunduruğuna girecekler; sonrasında tamamen kaybolacaklardır. Sadeleştirme dediğimiz mesele, Türkiye’de, bütün iyi niyetli yaklaşımların reddedilmesine yol açacak denli; mümkünse dinsiz, mümkün değilse olabildiğince gayr-i sahih bir İslami yapı ve dinine ve kültürüne yabancı bir nesil ortaya çıkarılması projesinin en önemli araçlarından olmuştur; olmaktadır.
Tercüme faaliyetinin arka planında metnin anlamıyla, duygusuyla, mecaz ve kinayesiyle başka dile aktarılması yaklaşımı vardır ve aktarım yapılırken genellikle güncel dil esas alınır. Hem bir dilden başka bir dile aktarımyapılması hem de mevcut dile güncelleştirilmesi sebebiyle tercüme edilen metin sadeleştirilmiş metinden daha çok değişime uğramaktadır. Metin yeni bir dile aktarılarak, yazıldığı dönemden güncel olana değiştirilerek ve “yeni okuma yazma öğrenenler için, lise öğrencileri için” gibi çeşitli kesimler için daraltılarak fazlasıyla dejenerasyona uğramaktadır. Victor Hugo’nun Sefiller’inin tercümesinin ilkokul öğrencileri için sadeleştirilmiş bir formu; asıl metinle karşılaştırıldığında ancak bir rivayet ve hikâye aktarımı olarak vasıflandırılabilecektir. Artık Hügo’nun ve Sefiller’in dil zevkinden ve felsefesinden bahsetmek nerdeyse imkânsız bir hale gelmektedir. Görüleceği üzere, sadeleştirme yapılması konusunda “tercüme gibidir” yaklaşımına girişmek, çaresizce kötü olanı daha kötü olanla savunmak anlamına gelmektedir.
Vesselam.