Prof. Dr. Şadi Eren’in yazısı
Bazı rüyalar reel âlemden daha gerçektir.
İnsan ömrünün yaklaşık üçte biri uykuda geçer. Uyku, herkes için fiziki âlemden metafizik âleme bakan bir penceredir. Hemen herkes, zaman zaman uyku penceresinden gayb âlemine bakar. Fakat gayb âleminin kendisine has sembolleri olduğundan, pek çok kişi gördüğü manzaralardan bir anlam çıkaramaz. Bundan dolayı, “keşfiyat tevile ve rüyalar tabire muhtaçtır.”[1]
Bir kısım rüyalar, kişinin hayalinin çizdiği bir kısım görüntülerden ibarettir. Ya da o gün veya geçmişte yaşanan olayların birer yansımasıdır. Bunların bir önemi yoktur. Fakat bazı rüyalar vardır ki, gelecekten haberler veya gaybtan mesajlar taşır. Bunlara "sadık rüya" denir.
Bediüzzaman, sadık rüya ile ilgili tecrübesinden şöyle bahseder:
“Sadık rüya benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübelerimle kader-i ilâhînin her şeye muhît olduğuna kesin bir delil hükmüne geçmiştir. Evet, bu rüyalar benim için, özellikle bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki, mesela yarın başıma gelecek en küçük olaylar ve en ehemmiyetsiz muameleler ve hatta en sıradan konuşmalar yazılı olduğunu ve daha gelmeden belirlenmiş olduğunu, gecede onları görmekle dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana katî olmuştur. Bir değil, yüz değil belki bin defa gecede hiç düşünmediğim halde, gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim meseleler, o gecenin gündüzünde az bir tabir ile aynen çıkıyor. Demek en cüzî olaylar meydana gelmeden evvel, hem kayıtlıdır, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok. Olaylar başıboş gelmiyor, intizamsız değiller.” [2]
Bediüzzaman, Mektubat isimli eserinde Yirmisekizinci Mektubun Birinci Meselesini rüya konusuna ayırır. Burada üç dört sayfa içerisinde rüyayla alakalı çok önemli esasa dikkat çeker.
Bediüzzaman, konunun başında “tahkik mesleğinde” gittiğini söyler. Hemen her meselede bu mesleğin esaslarını uyguladığı gibi, rüya gibi çok da mazbut olmayan bir meselede de tahkiki bir şekilde meseleyi ele alır.
O, talebelerini de tahkik mesleğinde yetiştirmeye gayret eder. Mesela şöyle der:
"…Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatasız zannetmek hatadır.”[3]
Şu ifadeleri ise, tahkik mesleğinin gayet beliğ bir anlatımıdır:
"Hiçbir müfsit ben müfsidim demez. Daima sûret-i haktan görünür yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz."[4]
İşte, tahkik mesleğini esas olarak benimseyen Bediüzzaman, rüya gibi bir bahsi de tahkik mesleğine uygun bir şekilde ele almış ve değerlendirmiştir. Hatta bu bahsin başında İmam Rabbani’den ve Mevlâna Celaleddin Rûmi’den yaptığı iktibaslar da, tahkik mesleğine kuvvet verecek alıntılardır. Şöyle ki:
İmam Rabbani şöyle der:
“Ben ne geceyim, ne geceye kulluk ederim.
Ben güneşin bendesiyim, size ondan haber veririm.”[5]
Konunun rüyayla ilgisi şöyle olabilir: Gece, istirahat vaktidir ve uykunun zamanıdır. İnsan uykusunda rüyalar görür. Ama bu rüyalara güvenmek, onları esas almak uygun değildir. Bizi bağlayan şey rüyalar değil, vahiy güneşinin getirdiği ve gösterdiği gerçekler olmalıdır. Rüyalar, gecenin karanlığı misali karanlıktır, net değildir. Vahiy ise güneş misali aydınlıktır, gayet açıktır.
Mevlâna Celaleddin Rûmi ise şöyle demektedir:
“İşte bu hayaller evliyaullaha birer tuzaktır.
Bostan-ı Huda’daki ay yüzlülerin bir yansımasıdır.”[6]
Mesneviyi şerheden Tahiru’l- Mevlevi, bu beytin Mesnevinin en zor beyitlerinden biri olduğunu söyler. Beyitte “Evliyaullaha tuzak olan hayallerden” söz edilmektedir. Rüyalar ise hayallere açıktır. Böyle olunca bazı evliyaullah bile, zaman zaman hayallere takılıp kalabilmektedir. Mesela rüyasında “beklenen mehdi sensin” şeklinde bir mesaj alan kalp ehli bir insan kendini mehdi sanabilir. Hâlbuki hemen rüyanın zahirine göre hareket etmek uygun değildir, bunun tabirine ve teviline bakmak, işin ehli olanlardan yorumunu sormak gerekir. Kaldı ki, rüyalara nefis ve şeytanın da müdahaleleri bulunmaktadır.
Bunlara dikkat çektikten sonra, Bediüzzaman’ın rüya ile ilgili yazdığı bahisten öne çıkan tesbitleri sırasıyla nazara vermek istiyoruz:
1- Rüyaların tabiri ve tevili vardır.
2- Bu tabir ve tevilin açığa çıkmasında zaman önemli bir unsurdur. Yani zamanın akışı içinde meydana gelen olaylar, bundan muradın ne olduğunun anlaşılmasına yardımcı olur.
3- Rüyaların kapısı hayallere karşı açıktır, bundan dolayı onları tahkikî bir surette mevzu bahis etmek tahkik mesleğine tam uygun gelmez.
4- Kur'an’da Hz. Yusuf’la alakalı rüyalardan bahsedilmesi, bir kısım rüyalarda perdeli olarak ehemmiyetli hakikatler var olduğunu gösterir.
5- Rüyaya itimada ehl-i hakikat taraftar değillerdir. Çünkü rüya hayır iken, tersi görünebildiği için şer zannedilir, ümitsizliğe düşürür, moral gücünü kırar, sû'-i zan verir. Çok rüyalar var ki, sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken, tabiri ve manası çok güzel oluyor. Herkes rüyanın suretiyle manasının hakikati arasındaki münasebeti bulamadığı için lüzumsuz telaş eder, meyus olur, keder eder.
6- Nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzü uykuda sadık rüya suretinde tezahür etmiştir.[7]
(Not: Bazı hadis rivayetlerinde ise, “sadık rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür" şeklinde ifade edilmiştir. Hz. Peygamber nübüvvet öncesi altı ay kadar yoğun bir şekilde sadık rüya görmüştür. Vahyin yirmi üç yıl sürdüğü nazara alındığında, bu süre onun kırk altıda biri olmaktadır. Ama vahyin gelmediği üç yıllık “fetret-i vahiy” dönemi bundan çıkarılırsa o zaman kırkta bir olmaktadır. Sadık rüyanın nübüvvetle alakası şöyle olabilir: Nübüvvet, Allah’tan bir vahiyle gerçekleşir ve gaybtan mesajlar taşır. Sadık rüya da ilhamın bir türü olarak gaybî bazı mesajlar ihtiva eder.)
7- Rüya üç çeşittir. Bunlardan ikisi, tabire değmez, manası varsa da ehemmiyeti yoktur. Ya mizacın inhirafından insandaki hayal kuvveti şahsın hastalığına göre terkipler ve tasvirler yapar yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen iz bırakıcı olayları hayal hatırlar; tadil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. Ama bir de sadık rüya vardır.
8- Sadık rüya, şu görülen âlemle bağlanan ve o âlemde dolaşan göz kulak gibi duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, insan mahiyetindeki latife-i Rabbaniyenin devreye girerek gayb âlemine karşı bir münasebet bulması, bir menfez açmasıdır. Kişi, o menfez ile meydana gelmeye hazırlanan olaylara bakar ve Levh-i Mahfuz'un cilveleri ve kader mektuplarının numuneleri nev'inden birisine rast gelir, bazı gerçek olayları görür.
9- Sadık rüyada hayal de tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazen bir ince perde altında çıkar, bazen kalınca bir perde ile sarılır.
10- Sadık rüya, önsezinin fazla inkişaf etmiş halidir. Birinden bahsettiğimizde çoğu kere o kişinin çıkıp gelmesi misali, olaylar da daha gerçekleşmeden önsezi ile sezilebilir ve bunlar sadık rüyaya yansıyabilir.
11- Salih insanlarda ve özellikle veli zatlarda önsezi fazla inkişaf eder, keramete benzer şekilde eserlerini gösterir.
12- Avamdan olan kimseler dahi bir nevi velayete mazhariyetle sadık rüyada evliya gibi gaybla ve gelecekle ilgili bazı şeyleri görebilirler.
13- Sadık rüya, umum için, gayet güzel ve muhteşem Rabbani bir sinemanın seyrangâhıdır.
14- Rüyada meydana gelen görüntüler, kişinin ahlakî durumuna göre gerçekleşir. Güzel ahlâklı güzel düşünür, güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür.
14- Sadık rüya, herkes için şu görülen âlem içinde gayb âlemine bakan bir penceredir.
15- Sadık rüya, zaman ve mekânla kayıtlı fâni insanlar için sınırsız bir meydandır. Geçmiş ve gelecek şimdiki zaman hükmünde bir temaşa alanıdır.
16- Rüyada, hayatın zorlukları altında ezilen ve meşakkat çeken insanlara bir rahatlama vardır.
17- Sadık rüya, İlahî kaderin her şeyi kuşattığına kati bir delildir. Kişinin -mesela- yarın başına gelecek en küçük olaylar, en ehemmiyetsiz muameleler, hatta en sıradan muhavereler yazılıdır ve bunlar daha gelmeden muayyendir. Kişi, bunları sadık rüya vasıtasıyla diliyle değil, gözüyle okuyabilir.
[1] Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 249
[2] Bkz. Nursî, Mektubat, s. 349
[3] Nursî, Barla Lahikası, s. 137
[4] Nursi, Asar-ı Bediiyye, s. 376
[5] Serhendi, (İmâm Rabbânî) Mektubâtu’r- Rabbânî, 130. Mektub
[6] Celaleddin Rûmî, Mesnevî, I, 108.
[7] Tirmizi, Rü'ya 1, 6; Ebu Davud, Edeb 96; Buhari, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8.