Her sene bir fındık toplamak telaşemiz olur ailece. Hanım tarafından kalan birkaç dönümlük fındıklığı her sene gezmek zorundayız. Bazen astarı yüzünü geçiyor ama yüzü kurtarmak için astara razı oluyoruz mecburen.
Bu sene de lise ikinci sınıfa geçen Safa kardeşimiz, tâ İstanbul Eyüpsultan'dan hem bize yardımcı olmak hem de şöyle bir sıla-yı rahim için gelmişti. Safa, hanımın teyzesinin torunu. Altı kişilik ailenin küçüğü. Adı gibi saf, temiz, açık sözlü, anlayışlı, çalışkan bir delikanlı. Fakat mânevî yönü biraz ihmal edilmiş. Ablası ve abisi üniversiteli. Annesi ise, eğitimle çok ilgili. Nurları da okumaya çalışıyor.
Biz üç kişi, bahçe de olsa namazda hassasiyet gösterince, Safa'nın hamiyeti kabardı. "Burada hepiniz namaz kılıyorsunuz, ben niçin kılmıyorum?" deyince, "Safacığım kılmana hiçbir engel yok, hemen başlayabilirsin." deyiverdik. Teknik birkaç sorudan sonra, namazlarını kılmaya başladı. Daha önce de böyle başladığı olmuş. Fakat devamı gelmemiş. İnşallah bu sefer böyle devam edecek. Söz verdi artık. Bunun dönüşü olmaz. Sözünden dönmek ona yakışmaz.
Fakat her hayırlı işin muzır manileri olur ya. Bu sefer de acaba sünnetleri kılmasam olmaz mı, demeye başladı. Sabah namazınınki hariç, diğer vakitlerde farzı kılabilirsin, cevabını verdik. Vitir vacip de şarttır ilavesini de yaptık.
Safa ile özellikle akşamları az da olsa sohbet imkânımız oldu. Âcizâne hem derslerde hem de sınıflarda farklı kimliklerde olan biriyiz. Daha doğrusu dinleyenin dikkat ve iştiyakı, soru ve öğrenme merakı bizi yönlendirir. Okuma, anlatma şevkimizi artırır veya azaltır. Safa'nın iştiyakı, merakı yüksek olunca, vakit buldukça kısa aralıklara da olsa sohbetlerimizi sürdürdük.
Öncelikle şunu tesbit ettik ki piyasada özellikle gençlerde alıcı bulan bir sürü sanatçı kılığında değişik tarzlardaki müzik parçaları, insanların bilhassa gençlerin çok kıymetli vakitlerini heder ediyor. Onları bazen başka şeylere özendiriyor. Bazen de boşvermişliğin, tembelliğin, başıboşluğun ortasına atıyor maalesef. Safa da bunlardan nasibini almış. "Yakın zamana kadar evin duvarları böylelerinin fotoğraflarıyla süslüydü." dedi. Ama onları şimdi söküp atmış. Aklından da atması gerekir. Çünkü geleceğini şimdiden düşünmeye başlamış. Önemli bir yol ayrımında olduğunu gördüm. Oturup bir karar vermesi gerekiyor. Ya arkada dumandan başka bir şey bırakmayan, ömrü zayi edip ruhu parçalayan parçaları tercih edeceğiz ya da ciddi bir planlama ve çalışmanın içine gireceğiz.
Her gün bize verilen yirmi dört saatimizi ve gençliğimizi ya haramilere satıp arkasından ah vah çekeceğiz. Ya da ömrümüzü özellikle gençliğimizi, onu verene satıp bütün dakikalarımızı her iki dünyanın saadetine vesile kılacağız. Hem Safa'nın önünde iyi ve kötü örnekler de çok. Bunların hangisini takip edeceğine kendisi karar verecek. Yani kaderini kendisi tayin edecek. Başıbozukluk mu yoksa düzenli bir hayat mı? Pandemi sürecinde heder olan yıllarımız oldu. Özellikle tahsil çağında olan gençlerimiz için belki telafi zor kayıplar var. Bu kayıpların telafisi de ayrıca başka bir gayret istiyor kanaatimizce.
Safa ile sohbetimizde şunu bir daha anladım. İnsanın elbisesi eskiyip kirlendiği gibi, imanı da eskiyor veya tesirini bazen azaltıyor. Nasıl maddî vücudumuz her gün bakım ve takviye istiyor, aynen onun gibi bizi ibadete, şükre, zikre ve bu nimetlerin hakikî sahibi daha doğrusu kâinatta bizi misafir eden Allah'a karşı teşekküre, namaza sevkeden, çağıran, götüren imanımız da mânevî dünyamız da bakım ve takviye istiyor. Eğer bu bakım ve takviye yapılmazsa, zamanla gevşeme ve soğumalar oluyor. Ne ile çok meşgul olur, kıymet verip koynumuzda saklarsak, o bizi çeker ve yakamızı bırakmaz. Müzik de dinleyelim ona da ihtiyaç var belki. Ama onun bir oranı ve zamanı olmalı değil mi? Müptelâsı olduğumuz şeylerin zamanla hastası oluyoruz. Uğrunda ter döküp saatler verdiğimiz mırıldanışlar, gün geliyor çalıştığımız ders, çözdüğümüz problemin nağmesine dönüyor. Zihnimizi dağıtıyor, beynimizi küle çeviriyor. Ölçülü olmak, her an aklımızı kullanmak, her şeyi zamanında kavramak, parlak bir gelecek için çok önemli. Safa'ya söz verdiğim için, başta nefsimiz tüm gençlere ders olsun diye bu yazıyı yazıyorum.
Günümüzü verimli ve düzenli kullanmak açısından da namaz önemli ve dikkat yazısı gibi aslında. Dikkat diyor, namaz vakti bize. Önemli bir sermaye olan zamanın şu kadar saati gitti. İkindiye veya öğleye kadar yapamadıkların var. Onları hatırlatıyor kıldığımız namaz bize. Dakikalarını mayalıyor, ahirete gönderiyor. Bir nevi geçici saniyelerin geçmiyor, tekrar sana sermaye oluveriyor. İki namaz arasında yaptıkların da ibadete dönüyor. Her vakit namaz, bizim on dakikamızı alıyor. O, on dakika ile o vakte kadar bizde görünen nimetler için Rabbimize minnetle teşekkürümüzü sunmak, o vaktin namazını geciktirmeden kılmak öncelikle bir insanlık borcumuz. Ne güzel değil mi Cenab-ı Allah İslamiyeti bize nasip etmiş. Gençlikle beraber sıhhat, akıl, kalp, göz, kulak gibi paha biçilmez maddi ve manevi cihazlar hediye ederek emanet vermiş. Bu kadar paha biçilmez nimetleri verenin şiddetli emirlerini tanımamak, yirmi dört saatin abdeste birlikte bir saatlik diliminde O'nu hatırlamamak, ne kadar büyük bir kayıp ve çirkinlik olur? Dünyanın geçici işleri bizi namazdan alıkoymamalı. Hele müzik gibi şeyler hiç alıkoymamalı. Sırf dünya için yaratılmadık ki bütün vaktimizi ona sarf edelim. Akıl ve şuur hayvanlara değil, sadece bize takılmış. Öyleyse düşünme, bu nimetleri hatırlama ve Rabbimize teşekkür vazifesi de bize ait olmalı değil mi?
Sabır kuvvetimizi de toparlamalıyız ki namazdan çabuk kopmayalım. Namaz vakti gelince, şeytan ve nefis "Kılarsın, vakit daha var, gençsin zamanın var, her gün her gün kılmak çoktur bitmiyor." gibi bahaneleri önümüze yığıyor. Bunlarla zamanında, bazen şimdi biz de çok karşılaşmıştık. Bu desise ve engellere karşı savunmalarımızı iyi geliştirmeliyiz. İdmanlı olmalıyız. Unutmayalım ki şeytan ve onun talebesi olan nefis, hiç durmadan yeni bahaneler üretir. Zaaflarımızı iyi kollar ve zayıf yönlerimizden bizi yakalar ve yıldırır. Onlara paçamızı kaptırmayalım.
Öncelikle şunu bilelim ki her gün vakti gelen namaz bize farz. Vakti gelmeyenleri düşünüp sabrımızı dağıtmayalım. Vakti gelen için de on dakika sabır kâfidir. On dakika sabır, bize hazine kazandırıyor. "Daha gençsin kılarsın." ise, çok hilekâr bir tuzak. Her gün, bize bir defa veriliyor. Gencim ama kılmadan geçirdiğim zamanın ileride telafisi yok. Namaz kılmamanın zararı ve bize kaybettirdikleri, telafi edilemez. Kaçan fırsat daha gelmiyor. Dünya işlerimizdeki aksaklıkları, telafi edebiliriz halbuki. Namaz bitmiyor, her gün kılıyoruz usanç veriyor bahanesi de geçersiz. Çünkü nefesi her an alıyor, yemeğimizi ve suyumuzu her gün ihmâl etmiyoruz. Bunlar bize usanç veriyor mu? Vermiyor. Çünkü bunlara her an, her gün ihtiyacımız var. Namaz da ruh, akıl, kalbimiz için böyle bir ihtiyaç işte. O da usanç vermemeli.
Safa'ya bunları anlattık. Son olarak da şeytan bir ömür boyu kılacağımız namazları, sanki bir anda kılacağımız gibi hepsini önümüze koyuyor. Sonra da bu kadar namaz kılınır mı diye vesvese veriyor. Bu tip yaklaşımlara da cevap aradık. Acaba bir ömür boyu yiyeceğimiz yemekler, içeceğimiz suları önümüze yığıp "Dağ gibi o kadar yemek ve suyu ben mi tüketeceğim?" diyor muyuz? Hayır. Çünkü bunları zamanı ve yeri geldikçe alıyor ve bu almaktan da ayrıca lezzet alıyoruz. İşte ibadetler de özellikle namaz da vakti ve zamanı geldikçe eda edilen farzlardandır. Vakti gelmeyenler, bizi düşündürmemeli ve usandırmamalı. Çünkü daha farz olmamışlardır. Sen de ebedî yaşayacak değilsin. Hedefimiz şu anki vakit ve o vaktin namazı olmalı. Ona odaklanmalı ve hemen harekete geçmeliyiz. Hem sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? Değil mi Safa?
Evet dostlar, Safa gerçek muhatap. Fakat başta nefsimiz bu hakikatlerin tezekkür ve tekrarına ihtiyacımız çok. Yoksa mânen pörsür, toz haline geliriz. Bir gün de "Âbi ben maneviyatı bıraktım, hem böyle şeyleri düşünmeye vaktim yok.' deriz. Zira diyenler oldu. Aman dikkat!
Selam ve dua ile.