Şahin Tümer hocanın öğretisi

Hüseyin EREN

Şahin hocanın ilk tayini Siirt’e çıkar ancak gitmez, gidemez. Ailesi Almanya’da olduğu için köyde dede ve ninesine bakmakla yükümlüdür. Evin kızı gibi ilgilenir onlarla, kalplerine kırmadan severek hizmet eder, hayır dualarını alır hep…

Ömürlerinin sonuna kadar devam eder bu… 84 yılında dedesi, 92’de ninesi ahiret yolculuğuna çıkar. Hayat onun için çetin sürprizlere dönüşmeye başlar…

Küçük bakkal dükkanına bırakır, yeni bir iş kolunda çalışmaya başlar. Bilmediği bir alan olduğu için zarar eder, büyük borç bırakır geriye… Ev, araba, dükkan elden gider…

Yapacak bir şey kalmamıştır tekrar tayin ister, bu sefer Tunceli Ovacık’a  çıkar. Anarşinin iyice azgınlaştığı yıllar… Endişe etmiyor değildir, dualarla uğurlanır… Babası manevi zırh olsun diye cevşeni üzerinde taşıması için verir. Oğlunun sünnet merasimini biter bitmez ertesi gün gurbet yollara düşer…

Göreve başladığı Ovacık’a alışmak kolay mıdır? Akşam olduğunda dağlar, yollar, her yer korku karanlığına bürünür… Sessizliğin soluğu işitilir…

Bir gün Ovacık’tan Tunceli’ye gitmektedir… Vadiden geçerken araç durdurulur… Yolcularda panik… Şoför yatıştırmaya çalışır… Üç dört anarşist herkesi araçtan indirir, yüksek bir kayaya çıkartır… Şahin beyi öğretmen olduğu için ayırırlar… Dua, kalbin derinliklerinden dillere akmaktadır… Cevşen, sekine hali hissettirmektedir…

Bir şekilde kalabalığa tekrar karışır, fark etmezler… Uzun bekleyişten sonra ne olduysa hepsini serbest bırakırlar.

Niye ayırdılar, kalabalığa karıştığını nasıl fark edemediler, neden serbest bıraktılar? Bilinmezliklere karışan sorular…

Bir müddet sonra Şahin hocanın tayini aynı ilin Pertek ilçesi Pirinci köyüne çıkar. Alışmak ve yaşamak zordur korkunun kararttığı, ölümün ürküttüğü diyarlarda fakat masum öğrencilere bir şeyler verebilmek, onları aydınlık yarınlara hazırlamak için değerdir.

93-94 Öğretim yılı başlar, sancılar da sürmektedir… Tedirginlik ve huzursuzluğun hükümranlığı bitmese de ümit ışıkları da sönmemiştir… Korku bulutlarının ardından ümit huzmeleri süzülmektedir…

“Her ne kadar koruncak bir gücümüz, korumamız yok ama böyle bir şey olursa beni Cevşen vesilesiyle Cenab-ı Allah koruyabilir diye içimde bir güven vardı” Bu güven onu ölüm uçurumlarından atlatacak, gün yüzüne çıkaracaktı…

7 Ekim 93… Akşamüzeri arkadaşıyla köyün üst tarafına gezintiye çıkar… Ertesi günü öğretmen arkadaşı başka köye gidecektir… Sohbet ederler, haklarını hukuklarını birbirlerine helal ederler… Yeni gelen misafirle hep birlikte akşam yemeği yerler lojmana döndüklerinde…Yemek de denmez de kahvaltı türü demek daha doğru…

Sofrayı toplamamışlardır ki, kapı çalar… Tedirginlik trendi birden yükselir…Açılan kapıda uzun namlulu silahı,belinde şarjörü, poşulu biri belirir…”Biz PKK’lıyız, korkmayın size bir şey yapmayacağız” der. Der ama yan lojmandaki müdür ve müdür yardımcısını da çağırtır…

Sessizliğin derinliğinde sineler sarsılmaktadır… Yüzler güneş yemiş yapraklar gibi solmuştur… Şahin hocanın üzerinde Cevşen durmaktadır, fakat o durmadan Ayet-el Kürsi’yi okumakta, dualara devam etmektedir.

Altı öğretmeni duvarın dibinde dizmiş bekletmektedir terörist, su ister hap içer… Ne hapıysa? Beş-on dakika sonra iriyarı, uzun boylu, korkunç suratlı biri daha gelmesiyle sanki ölüm girmiştir içeri…

Üç metredir ölüm… Ayet-el Kürsi daha yakındır ve  kalp diliyle akmaktadır…Silahların en güçlüsü dualar takır takır dökülmekte, hiçbir tesiri olmayan sebepleri delik deşik etmektedir…  Nebevi bir müjdedir Cevşen, zırhtır, kim delebilir onu…

İkisi birden üç metreden ateşe başlar… İki elini başını götürür, oturuyor mu, ayakta mı bilmez… Bildiği fırtına gibi yağan mermilerin isabet etmediğidir… Ölümün kucağında “an” da ömrü yaşamaktadır… Aczle yapılan dua mermileri aciz bırakmaktadır… Sebepler susmuş sır perdesi aralanmıştır…

Hayatın ve ölümün sahibi Aziz ve Celil olan Allah’ın izni olmakça kim ne yapabilir, hangi zerre, hangi mermi nereye gidebilir? Müsebbibül Esbap istemedikçe ne sebep tesir edebilir, ne de başka bir şey…

Bir ara ateş kesilir gibi olur, yaklaşırlar, Şahin Hocayı öldü mü diye ayaklarından tutarlar… Yaşamak için nefes bile almamaktadır… Tekrar ateş başlar… Ölmüş gibi durmakta Hayyü Kayyum’dan hayat duaları etmektedir… Ve derin bir sessizlik… Kendinden geçmiştir…

Sessizlik perdesi çığlıkla yırtılır… Dehşet, vahşet ve ibrettir manzara… Yüzleri ve vücutları kalbura çevrilmiş cesetler… Kan gölüne dönüşmüş oda… Öğretmen hanımı bu manzara karşısında  başka ne yapabilir ki…

Ölülerin arasından bir diri kalkar… Yuhyi ve Yümittir Hayy ve Kayyum olan Allah…O her şeye kadirdir…“ Öldüren de Odur, dirilten de.” (Necm, 44)

Okulun hizmetlisi onu kendi evine alır, bir müddet sonra aşağı köyden Muhtar gelir güvenli olması için köyüne götürür. Nereye gitse ne yapsa korku ve endişe gitmez, dilinden de dua düşmez… Sığınılacak ve necat bulunacak kapıyı bilmektedir…

Gece 12 de asker gelir, arkadaşlarından biri ağır yarlıdır, onu hastaneye götürürler… Ertesi günü savcılık cenazeleri alır… Öğrencilerinin ve köylülerin gözyaşları ile köyden ayrılır Şahin Hoca… Yüreği yanmaktadır arkadaşları için… Gözyaşlarıyla söndürmek ister bu yangını…

Memleketi Balıkesir’e dönünce dost, akraba ve yakınlarının sevinç göz yaşlarıyla karşılanır… Cevşen şehrin ilgisine çeker, ziyaretçi akınına uğrar… Olayı her anlatışında  sanki tekrar yaşar… Üç metreden atılan yüzlerce kurşundan birinin isabet etmemesi zahirde inanılası gibi değildir, büyük bir merakla dinlenilir.

Hayatımızın her anı, her hadise olağan üstü değil mi aslında?… Aynı şeyleri sürekli görünce sıradan sanıyoruz… Yürüyebilmek, konuşabilmek, düşünebilmek, kuşun uçması, bulutun kayması, yağmurun yağması, güneşin doğuşu ve batışı, ayın aydınlatması…Hiç de hikmetsiz değil, hepsinin esrarı biz düşünen insanlar için ibret levhası…

Hem düşmanımız üç metre ötede değil, çok daha yakın… Ebedi hayatımızı mahvetmek için kalbimize ve ruhumuza bombalar yağdırıyor… Kod adı nefis, arkasındaki güçsüz karanlık şeytan… Ayet-el Kürsi hakikatiyle kuşanmak, Cevşen zırhına bürünmek, dua silahıyla şer cephesini tarumar etmek… Kulluğun kameti…

Bugün yeryüzünde masumlar, mazlumlar, Müslümanlar fitne ateşine ne kadar da yakın… Yakın zamanda bu coğrafyada yaşadıklarımız ve yaşıyor olduklarımız neyin ifadesi? Yapmamız gereken Şahin hocanın tavrından başkası değil… Ubudiyet zırhına bürünmek…

İçimizdeki düşman bertaraf edilirse dıştakiler bize zarar veremeyecektir. Sebeplerin hakikat şifresi çözülürse hikmet ışıkları karanlıkları kovacak, aydınlık baharlar başlayacaktır.

Şahin Tümer hocanın hayatının hakikati, hayatımıza hayat katacak derinlikte… Öğretisi örnek olmalı hepimize…

NOT: Bugün Afrin'e giderken nerelerden geçtiğimizi hatırlatma açısından daha önce yazdığım yazıyı yeniden yayınlıyorum.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.