Şahs-ı mânevi her zaman her toplumda ehemmiyeti en iyi idrak edilen kavramdır. Bunu en veciz şekilde Bediüzzaman’ın birinci mecliste yaptığı konuşmada ve dağıttığı beyannamede ve Risale-i Nurun birçok yerinde dikkate çekilir.
· Zaman cemaat zamanıdır.
· Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir.
· Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir.
· Halife-i şahsî, ancak ona istinadla vezâifi deruhte edebilir.
· Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.
· Eğer fena olsa, pek çok fena olur…”(Mesnev-i Nuriye, 87)
“Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur” ifadesi, şahs-ı mâneviden çıkan gücün hayırda ve doğru yerde kullanıldığında azim faydalarının olacağını/olduğuna, fena olduğunda ise zararının büyük olur diyor.
Şahs-ı mânevi, temel unsurları, gaye, maksat, hedeflerin mahiyetine göre anlam kazanır. Nasıl ki, “Bir insanın kıymeti hedef ittihaz ettiği şeyin kıymeti nispetindedir.”
Aynen öyle de cemaat benzeri sosyal grupların hedef ittihaz ettikleri şeylerin mahiyeti de cemaatin şahs-ı mânevisinin gücünün şifreleridir.
Bu yazımızda bahse konu olan “zaman cemaat zamanı, cemaatin şahs-ı mânevisi daha metindir” gerçeğinin özellikle dikkat çekmek istediğimiz husus, “dini cemaatlerin” şahs-ı mânevisi üzerinedir.
Bu memlekette sayısı belirsiz birçok dine hizmet gayesi ile teşekkül etmiş cemaat vardır. Her birinin kuruluş amacının halis niyetler taşıdığını ön yargısız kabul ediyoruz. Tarikatlar da fiiliyatta cemaat konumunda ve sınıfındadırlar.
Dini cemaatlerin formel (resmi) ve informal (gayr-i resmi) yapılanmaları bilinen bir Türkiye gerçeğidir. “Tekke ve zaviyelerin kaldırılması kanunu (1925)“ ile “sırran tenevveret” veya başka bir deyimle yer altında informel bir şekilde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra STK olarak veya ticari işletmeler çatısı altında dışarıya karşı kendilerini tanımlamış/tanıtmışlardır.
Formel yapı, vakıf dernek veya ticari işletmeler şeklinde dışarıdan görülürken iç işleyişte ise özgül ağırlık göstergeleri matematik mantıktan daha farklı parametreler müessir olmaktadır. Bu özgül ağırlıktan maksat metallerin özgül ağırlığı değil kişilerin nüfuz etkisidir. Bunu bir yere not edelim diğer bir önemli kavram üzerinde duralım.
Keyfiyet kişilik ve şahsı mânevi
Keyfiyet şahsiyetin kalitelisidir. Kişinin ilim, iman, takva, fazilet, kemalat, birikim, tecrübe, hamiyet, maddi ve mânevi donanım vb. gibi bir çok hasletlere sahip olan kişi için kullanılır.
Her grubun bilge şahsiyetleri vardır. Tasavvuf ve tarikatta bu makamdakilere kişilerin (şeyh veya hoca) ağırlığı tartışılmaz. Edebe aykırıdır.
Bir de seküler mantığa dayalı kuru demokratik kuralların işlediği parmak hesabının geçerli olduğu cemaat ve gruplar vardır. Teoride, ref’i imtiyaz, meşruti sistem olarak övünülerek bahsedilen yapıların pratikteki sonuçları hiç de tarif edildiği gibi müspet neticeler verdiği görülmemiştir.
Mânevi değerler fazileti, kemalatı, himmeti, hamiyeti yok sayan seküler yaklaşımın iç işleyişindeki hiyerarşik yapılanmada siyasetin istenmeyen metotları ile pozisyon düzenlemeleri lillah için meydana gelen yapının ruhunu öldürmektedir.
Cemaatin kararlarında sayıya dayalı demokrasinin seküler ilkesi gerek şart olmakla birlikte yeter şart değildir. Dolayısıyla “parmak hesabını” kutsamak tamamen gönüllülük üzerine kurulu feragat mesleği ile telif etmek mümkün değildir.
İşte şahs-ı mânevinin, ortak aklı, kalbi, hisleri, hedeflerinde sağlıklı bir yapı sağlanabildiğinde dışa yansıyan tesiri de o derece tesirli olmaktadır.
Halis niyet, feragat, sebat, metanet, hizmette ileri ücrette geri, istemeyenlerin verenlerin, “vücudunda ademi, ademinde vücudu” sırrını fiiliyata geçirebilenlerin heyetinden keyfiyet şartlarına sahip bir şahs-ı mânevi vücuda gelir.
Sağlıklı şahs-ı mânevinin şartını Bediüzzaman Hakikat Çekirdekleri’nde şöyle izah ediyor:
“Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçülür.”
1/3x1/3X1/3=1/27 ile 3x3x3=27 işlemlerinin sonuçlarından anlaşılıyor.
Cemaati meydana getiren fertler arasında uhuvvet, muhabbet, feragat, tesanüt, sırrı tam hayata yansıyorsa vahid-i sahihten söz edilebilir.
Şahs-ı mânevi içinde imtiyaz, ayrıcalık, daha hissiyata dayanın inisiyatif kullanımı, eşitler arasında daha belirgin bir ağırlık, adı konulmamış makamlar ahengi bozar.
Gaye ve hedeflerde tam bir uyum, aklen ve kalben kabul edilmiş bir dava etrafında bir araya gelen insanların herkesle paylaşabildiği tek ajandaları olur. Biri formel açık ajanda bir de gizli ajanda taşıyanlar varsa uhuvvet tılsımı bozulmuştur. O zaman kesir çarpma işlemi gibi netice küçülür.
Mânevi hizmetlerde demokratik usülle karar almak gerek şarttır fakat yeter şart değildir.
Şer’i şartlar ve bilimsel referanslara dayanan konular oylanmaz.
Oylama yapılan konu uygulayıcıların aklına, kalbine, ruhuna, değer yargılarına, davanın hedef ve maksadı gibi esaslara uyumlu olması şarttır.
Tevhid-i imani tevhid-i kulübü, tevhid-i kulüp tevhid-i içtimaiyeyi iktiza eder.
Aynı Allah’a iman, aynı davada olduğunu iddia kalplerin birliğini netice vermiyorsa sorun kök nedene dayanıyor demektir. Veya problem yakînde olabilir.
Edille-i şer’iye dörttür: Kitap, sünnet, icma-ı ümmet, kıyas.
Şura adı verilen mecliste alınan kararlar zihinlerde ve kalplerde istifham bırakmamalıdır. Karar verici heyetin unsurlarında yeterli malumat, yetkinlik ve yeterliliğe sahip kişilerden teşekkül etmesi gibi bir takım olmazsa olmaz şartların sağlanması gerekir. Bir karar alınmasında heyetin etraflıca konu hakkında yeterli verilere sahip olması temin edilmeli. Karar vericiler bilgilendikten ve gerekli müzakerelerden sonra karar verilir. Olayı sadece parmak hesabı şartından başka hiçbir şartı yerine getirmeden karar istihsal edip çıkan kararı kutsallaştırmak komitecilikle görüntüyü, şekil şartı yerine getirmekle gizli ajandada yazılan planları uygulamaktır. Adına da “meşveret” deyip meşruiyet şartına dayanan bir kavramın içini boşaltmaktır.
Her hangi bir şekilde nasıl ve ne şekilde alındığı belli olmayan kararları şahs-ı mânevinin gücü ve ehemmiyeti kabulü arkasına sığınarak dışa yansıtmak meşvereti işlevsiz hale getirmektir. İsim ve resimden ibaret hale getirip “meşveret”in ruhunu incitmektir.
Her kanun hukuka uygun değildir. Parmak hesabı kanun için gerek şarttır yeter şart değildir. Yeter şart hukuka uymasıdır.
Hilafetin ılgası milletvekillerin namazda olduğunda kaş göz arasında meclisten geçirilmiştir. Bırakın milleti milletin vekillerinin bile önünden kaçırılmıştır. Ne şer’i ne de hukukidir.
Meşveret meşruiyet şartlarını yerine getirmediğinde çıkan kararlar vicdan-ı umumide ma’kes bulmadığı gibi hem içte hem dışta hiçbir kıymet ive anlam ifade etmemektedir. Cumhursuz cumhuriyetin mikro örneği…
Evet şahs-ı mânevi bir güçtür. Haklı bir davanın hedefi de vasıtası da hak ittihaz edenlerden oluşan şahs-ı mânevi metin bir güçtür.
Şahs-ı mânevi gücü manüplasyonlarla gizli ajandalarda yazılan hissiyatların arkasına dayandırılıp silah olarak kullanıldığı zaman hiçbir etkisi olmadığı çok defa görülmüştür.
“Tenfiz-i âhkâm-ı şer’iyede muktedir“ olabilmek meşveretin şartlarına tam olarak riayetten etmekten geçer. Yani yaptırım gücü olabilmesi için hedef de vasıta da hak olmalıdır.
İşte günümüzde yaşanan “meşveret” kavramı üzerinde yapılan spekülasyonlar formal informal uyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır.
Cemaatler gelişen ve değişen zamanın gereklerine göre yapılarını gözden geçirmelidirler.
Her gurubun içinde kaynak ve inisiyatif kullanımında zamanla oluşmuş açık veya örtülü bir vesayet mekanizmasına dikkat çekmek isterim. Vesayet mekanizması meşruiyetini kendinden almış kendisi dışındakileri yetkin, yeterli ve reşit saymamaktır. Sadece kendisi doğru karar verebilir, gerçek sahiplerdir. Bu inanç gizli ajandasında yazılıdır. Yani aldatmakla iş görmenin bir versiyonu denilebilir. “Millet cahildir güvenilmez. Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider” düşüncesi bilinç altında yer almıştır.
Her türlü gelişmenin önüne engel olmaya kendini haklı görür.
Nasıl ki devlette “bürokratik vesayet” sivil iradenin önünde yıllarca engel teşkil ettiği bilinmektedir. Adına “derin devlet” denilmektedir. Devlet başka hükümet başka gibi ucube kavramları vesayet mekanizması üretmiştir… Vesayet engelleri aşıldıkça ülkenin önü açılmaktadır. Daha alınacak mesafeler vardır. Ayasofya açılınca derin vesayetin aşılmasının göstergelerinden önemlisidir.
Aynen öyle de cemaatlerin kendi yapılarında ürettikleri derin vesayet mekanizmaları vardır. Dini cemaatlerin hizmetlerini yürütmek için atanmış hizmet elemanları vardır. Bir nevi bürokratlardır. Cemaat adına kurulmuş ticari işletmelerin çalışanları da aynı kategoride sayılır.
Asıl olan gönüllülük esasına dayalı, uç noktası, hayatını vakfedenlerden oluşan bu elemanlara “vakıf” deniliyor.
Vakıf elemanın vasfı serdengeçti, hem hayatını vakfetmiş, dünyevi beklenti ve hesaplarının olmadığı, ilim, âhlak, fazilet ve vukufiyet noktasında insan-ı kâmil sıfatlarına sahip olan dava adamı olarak tanımlanan kişiler olarak tanımlanır. Ancak realite teorideki tanımlama ile örtüşmediği de olur. Zaman içinde karar süreçlerinde, inisiyatif ve kaynakların kullanımından çıkan sonuç itibarıyla bir güç kazanımını netice vermektedir. Bu gücün kullanımında, niyet, hedef, maksat, faaliyet keyfiyetinden çıkan neticeler tartışmalara sebep olabilmektedir. Vakıfların bu konumunu koruma refleksinden “vakıfroratik vesayet” mekanizması ortaya çıkmıştır. Mekanizmayı elinde tutanlar kendi konumlarını güvence altına almayı hizmeti güvence altına almakla eşdeğer görmektedirler. Hizmetin gerçek sahibi kendilerini görmektedirler. İşte problem burada hastalık buradadır. Bu mekanizmaya biat etmeyenin donanımı, ilmi, fazileti her ne olursa olsun kabul edilemez. İsterse ulema, profesör olsun hiçbir anlamı yoktur.
Osmanlı döneminde Medreselerin yapısındaki bozulma, yozlaşma, erozyon, irtifa kaybı günümüzün cemaat yapılanmalarında da yaşandığını biliyoruz. Şevk, heyecan, enerji, sinerji erozyona uğramış, yerinde sayma kısır döngüye dönüşmektedir. Harici önerilere de kapanmıştır. Zira konumlarını koruma refleksi yenilik ve açılımlara kapalı olmalarını netice veriyor. Zamanın ruhunu okuyamayan bir etkinliğin yetkinliğinden almayan bir yapı… Daha fazla eşelemek istemiyorum. Sadece belirli bir gruba has değil bütün dini cemaat kapsamındaki gruplarda söz konusu olduğunu biliyoruz. Rehabilitasyona ihtiyaç vardır.
Gözden Geçirme Öz Eleştiri Mekanizması
İnsanın mânevi terakkisinin şartı “nefis muhasebesidir.” Nefis terbiyesinin gereğidir.
Aynen cemaatler ve sosyal gruplar da sağlıklı öz eleştiri yapabilmeli. Hem dahilden hem hariçten geri bildirimler alınmalı. Hatalarla yüzleşebilmeli. Nerede???
Klişe, basma kalıp sloganlaşmış yanlışta ısrarın göstergesi
Bizim cemaat en doğrusunu bilir ve yapar. Asla kusuru olamaz.
“Meşveret esastır” meşveret kararına uymayan “hain, düşman…” olarak yaftalanır. Bir şekilde ötekileşir ve dışlanır.
İşte bu refleks tepki cemaatlerin yerinde saymasının esas sebepleridir.
Bireylerin enaniyeti kollektif bir enaniyet olarak ortaya çıkıyor.
Hatasını kabul etmemek daha büyük bir hatadır.
Netice olarak;
Şahs-ı mânevi şartları yerine geldiği zaman hem sığınak, hem sinerji hem de hakiki cemaat olabilmenin icabıdır.
Vesayet mekanizmasının elinde istemediğini bertaraf eden bir silahıdır.