Sahur sayıklaması II: Olmadan görünmek

Şahin DOĞAN

Bir televizyon kanalında İsmail Kara ve Ali Ayçil camilerimizdeki mahya geleneği üzerine tatlı tatlı sohbet ediyor. Kara’nın akademik birikimi fevkalade. Bir o kadar da mütevazi. “Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa” için söylediklerini hatırladıkça sevinir hala. Özellikle “ama kitapta hiç kadın yok” şeklindeki isabetli eleştirisini. Ayçil ile bir türlü barışmadı yıldızları. Her kemale burun kıvıran sevimsiz bir tavrı vardı. Mustafa Kutlu’nun Dergah Dergisi’nin editörlüğünü bırakmasıyla yerine o geldi. Onun gelmesiyle birlikte Dergah yazıları kesildi. Şükür ki tek mecra orası değildi, aynı kıvamda usulca akabileceği başka mecralar da vardı.

Ayrı bir kanalda meşhur müverrihimiz İlber Ortaylı o her zamanki lakayt ve gevrek üslubuyla 19 Mayıs’ı anlatıyor. Adamın bilmediği bir şey yok. Her alanda uzmanından daha fazla uzman. “Gelenekten Geleceğe” kitabı dışında zevkle okuduğu başka bir eserini hatırlamıyor. Televizyon ekranlarının karartıcı bir tarafı da var. Buralarda sıkça arz-ı endam edenler bir zaman sonra itici oluyorlar. Görünürken görünmezleşiyorlar. İnsanlar çok gördükleri bazı simaları bir yerden sonra görmemeyi tercih ediyor. Alışkanlık ve sıradanlığın garip cilvelerinden biri bu. Türümüz Sapiens’in alamet-i farikası sıradanlık değil, sıra dışılık ve farklılık isteğidir diyor, Harari.

Oruç edebiyatı tam hız devam ediyor. Sahur ve iftar programları dualardan, ayetlerden, hadislerden, nasihatlerden, vaazlardan, menkıbelerden, telkinlerden geçilmiyor. Her Ramazan aynı filmi seyrediyor. Ama bu sene bir ilavesi var bu filmin. Ekranlarda 13 yaşındaki bir Ermeni çocuğu ruhun cenneti olan hidayet ile buluşuyor. Coşkular, alkışlar, tebrikler, gözyaşı seli… Câlib-i dikkattir, din ilk zamanlar ekseriya yoksulların omuzladığı “kutsal bir emanet” iken; sonradan varsıllar üzerine otağ kurur, maddi ve manevi zenginliğin tadını çıkarır. Fakirler yaşar, zenginler görünür; biri yapar, diğeri satar. Fakat satan hiçbir zaman yapana sadık kalmaz. Bir yalan gerçek olarak benimsenince artık gerçeğe düşen olan biteni çaresizce seyretmek.

Geçen Salı Şehr-i Urfa’nın kalbi Ulu Cami tanıtımı için A haber’in canlı yayın konuğu oldum. Görünmenin ve şöhretin minnacık kokusu bile acayip bir şey. Yeryüzünde Sapiens familyasına mensup her nefsin en büyük arzusu sonsuza kadar görünmek, olmak değil. Görünmeyen olmaklar olmaktan sayılmıyor artık. Bir iftar sofrası daha iftar açılmadan paylaşılıyor, bir mukabele daha okunmadan paylaşılıyor, bir teravih daha kılınmadan paylaşılıyor, bir program daha başlamadan paylaşılıyor. Paylaşılmayan iftar sofrası, mukabele, teravih, program yok sayılıyor, olmamış muamelesi görüyor. Sanal âlemde herhangi bir hesabı olmayanlar gerçek hayatta yoklar sanki.                   

Olmadan görünmek her çağın hastalığı ama bu çağın biraz daha çok hastalığı. Çünkü görünmeyi sağlayan vasıtalar hiçbir çağda olmadığı kadar renkli ve çeşitli. Gerçekte bir kişisiniz ama bu vasıtalar sayesinde binlerce kişi olabiliyorsunuz. Tarkovsky ne kadar da haklı: “Bugünün dünyasında insanlar her şeyin karşılığını almak istiyor. Bunun illa kelimenin tam anlamıyla maddi bir karşılık olması gerekmiyor. Ahlaklı bir davranış gösteren kişi de ahlaklı olarak tanınmak istiyor. Modern insanın bakış açısı bu. Bunun nedeni maneviyat eksikliği.”

Herkes yaptığı her amelin hemen görünmesini ve beğeni almasını istiyor. Beğenisi ve paylaşımı az ameller ihlassız veya kabul edilmemiş gibi görünüyor. Her şey bir görünme meselesi mi acaba? İhlas ve rıza-yı ilahi bu çağın o kadar yabancısı olduğu şeyler ki! Kendisi de aslında görünmek istiyordu, görünsün de olup olmaması o kadar mühim değildi. Mukabele ve teravihlere görüntü vermek için iştirak ediyordu çoğunlukla. Görünmenin nefsani lezzeti her şeyin önüne geçebiliyordu. Madem çağ görünme çağı, görünmeden olmak’ın ne faydası vardı? Belki de ‘olmak’ denilen şey bu görünmekten ibaretti. Görünüyorum o halde varım.

En fazla tevazudan dem vuran kendisi gibilerin en fazla görünmek isteyenler olması ne kadar da manidar! Meşhur bir rivayete göre yüz yirmi dört bin peygamber geldi, geçti. Ama isimlerini bildiklerimiz yirmi beş kadar. Demek oluyor ki binlerce peygamber geldi, hepsi oldu ama hiçbiri görünmedi, bilinmedi. Hakikaten hâlis olmak, hâlis yaşamak ve hâlis kalmak yeryüzünün en zor işi. Sadece ve sadece Allah rızası için amel işleyenlere, kalplerinde zerre-miskal görünme arzusu taşımayanlara binlerce kez selam olsun.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.