Bediüzzaman Said-i Nursi katıksız bir ümmetçi ve evrensel bir İslam düşünürüdür. Ama bu onun, mensubu bulunduğu kavmin hilafet merkezi içindeki her türlü haklarını istemesine de engel olmamıştır. Bu itibarla Bediüzzaman Said Nursi’yi mücerret bir Kürt milliyetçisi biçiminde takdim etmek, yanlış olduğu kadar, onu Kürtlükten arındırarak Kürt sorunundan habersiz ve bigane bir şekilde sunmak da o kadar yanlış ve hatalıdır. Bediüzzaman, mensubu bulunduğu Kürt kavminin sorunlarıyla ilgilenmiş ve haklarını elbette ki savunmuştur. Üstad İslam’ın ümmetçi ve evrensel anlayışını muhafaza ederek bu hak savunuculuğunu yapmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, İslam birliği düşüncesini savunurken, gerçekçi olmayı göz ardı etmez. Ayakları havada olan hayali bir İslam birliğini değil, ayakları yere basan gerçekçi bir İslam birliğini savunur. Bediüzzaman’ın savunduğu İslam birliği, Birleşik İslam Cumhuriyetlerinden teşekkül edecek olan reel bir birliktir.
Üstad, mensubu ve içinde olduğu toplumun sorunlarını yakından takip etmiş ve o gün halen politik bir hal almamış bu sorunun çözümü için Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’a gelmiştir. Politik bir hal almamış bu sorunun çözümü için mabeyne bir dilekçe vermek ister. Dilekçede bu taleplerin karşılanmaması halinde gelecekte ehl-i vicdanı dağdar edecek olayların meydana gelmesine zemin hazırlayacağı ikazında bulunur. Üstad bu dilekçesinde Kürdistan’ın belli bölgelerinde anadilde eğitim verecek okulların açılmasının gereğini gerekçeleriyle beraber dilekçesinde dile getirmiş ise de mabeyn, Üstadı önce hapishaneye daha sonrada tımarhaneye gönderir.
1900’lü yılların başına denk düşen Üstadın bu girişimi ve ortaya koyduğu reçete mabeyn tarafından dikkate alınmamış olmasına rağmen Üstad Osmanlının dağılma sürecinde, birlik ve vahdet ruhunu ayakta tutabilmek için imparatorluk içindeki halkları durmadan irşat etmiş, onları meşru dairede itaate çağırarak, tefrikaya düşmelerini büyük ölçüde önlemeye çalışmıştır.
İmparatorluktan birer birer ayrılma ve kopma yolunu tutan değişik kavimlere karşı Bediüzzaman tavrını, birlik ve beraberliği muhafaza etmekle birlikte, her kavmin kendi milli kişiliğini ve bu kişiliğini sembolize eden lisanını, kendine özgü örf ve adetlerini koruması gerektiği şeklinde ortaya koymuştur.
Üstad’ın 55 yıllık “gayeyi hayalim” olarak zikrettiği Medresetül Zehra'nın birden çok dille eğitim yapmasını istiyor olmasının gerekçelerinden birivde bölge halklarının birbirini daha iyi tanıyıp kaynaşmasını sağlayarak İslam birliğini tesisini kolaylaştırmayı amaçlamasıdır. Çünkü Nursi, “İttihat bilgisizlikle olmaz. İttihat, düşüncelerin uyum içinde olmasıyla mümkündür. Düşüncelerin uyum içinde olması ise ilim ve kültür aydınlığının verdiği güçle olabilir” diyerek bu projenin hayata geçirilmesi için bu üniversitenin açılmasını hararetli bir şekilde istemiştir.
Üstad, anadili “Milli duyguların parıltısı, edebi ürünlerin ağacı, eğitim ve öğretime hayat veren su, olgunlaşmamızın ve kıymetimizin ölçüsü, herkesin vicdanına karşı menfez (pencere) açan ışın demeti” (S.Nursi, İçtimai Dersler, s.191) şeklinde tanımlamış olduktan sonra anadilde eğitim ve öğrenimin önemini, ahlaki ve dini gerekliliğini, “İnsan da kaderin sikkesi (mührü) lisandır. İnsaniyetin sureti ise sahife-i lisanda nakş-ı beyan tersim ediyor. Lısan-ı maderzad (anadili) ise tabii olduğundan, elfaz (lafızlar, kelimeler) davet etmeksizin zihne geliyor. Alış-veriş yalnız mana ile kaldığından zihin çatallaşmaz ve o lisana giren maarif (kültür, eğitim, ilim)–nakşun ale’l hacer- (taş üzerine nakış yapma, yazı yazma) gibi baki kalır” (S.Nursi, İçtimai Dersler, s.191) şeklinde dile getirmiş ve bu haktan herkesin yararlanmasının en tabii haklarından birisi olduğu vurgusu yaptığı düşüncesindeyim.
Nursi, bir taraftan anadilin insan hayatındaki önemine vurgu yapmış ve diğer taraftan da anadili olan Kürtçe’nin yeniden eğitim ve öğretim dili olması noktasında taleplerde bulunmuştur. Herkes gibi Kürtleri kendi anadillerine sahip çıkmalarına davet etmiştir. Bu anlamda Motkili Halil Hayali Efendinin Kürtçe esası olan elifba, sarf ve nahvini (dilbigisi, gramer) vücuda getirmiş olduğundan dolayı hamiyet-i millinin bir misali olarak takdim etmiştir. (S.Nursi, İçtimai Dersler, s.191)
Bediüzzaman Said Nursi, II. Meşrutiyet sonrasında Prens Sabahattin Bey’in tartışmaya açtığı “Adem-i merkeziyet ve tevsi-i mezuniyet” bugünkü deyimle “yerinden yönetim ve yetki sınırlarının genişletilmesi” düşüncesi konularında yazdığı açık mektupta, bu düşüncelerin güzel ve yerinde fikir olduğunu, ancak Osmanlı Devletinin sosyal ve kültürel yapısının bu tür düşüncelerin uygulama sahasına konulmasına müsait olmadığını dile getirmektedir.
Bediüzzaman, Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan değişik müslüman kavimlerin, sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve kültürel yapılarının geliştirilerek aynı düzeye çıkarıldıktan sonra ancak böyle bir sistemin uygulanabileceğini belirtmektedir.
1900’lü yılların başında sorunun halen politik bir hal almamış olduğu bir dönemde Üstadın soruna koymuş olduğu çözümün ana omurgası Anadilde eğitimin yapılarak bunun yaygınlaştırılması vurgusu olmuştur. Bunun yapılmamış olmasının karşılığında; politik bir hal almış bir Kürt sorunu ve bu sorunun neticesi olan yirmidokuz Kürt isyanı, sakatlanmış zihinler, yıkılmaya doğru giden kadim dostluklar ve kardeşlikler vücud bulmuştur.
Üstadın o dönemde henüz politik olmamış sorunun çözümü için sunduğu reçete bugün halen günceliğini muhafaza etmektedir. Bir sonraki yazımızda Üstadın selamet-i millet için beyan ettiği çözümün Kürt sorunun çözümüne katkı sunup sunmayacağını dile getireceğiz.