Said Nursi Abdülhamid’i hem eleştirdi hem ‘halife-i peygamber’ dedi

Metin Karabaşoğlu ile yapılan röportaj serisinin 15. bölümü…

Risale Haber-Haber Merkezi

Röportaj: Şener Boztaş (Alternatif Bakış-TV 111)

“YAŞASIN YARALARI TEDAVİ ETMEK NİYETİNDE OLAN HALİFE-İ PEYGAMBER”

(1908’de meşrutiyet hürriyet ilan ediliyor. O dakikadan itibaren Bediüzzaman’ın Abdülhamit’le meselesi bitmiştir.)

“Hürriyeti Hitap” Bediüzzaman’ın ilk makalesi ve sonraki bütün mücadelesi hürriyeti anlatmakla geçiyor.

Bu zaten olması gerekendi. Doğrusu buydu. Padişahımızdan Allah razı olsun. Bunu yerine getirdi.

Rejim mekanik olarak değişti ama Said Nursi bu bilincin topluma aktarılmasıyla kendine vazife biliyor. Ona çalışıyor. Siyasi mücadeleyi bırakıyor

Evet, bırakıyor. Gazetelerde bunu yazıyor, hitap ediyor anlatıyor. Gidiyor kendi memleketine aşiretlere anlatıyor. Hep bunu görüyoruz. “Hürriyete Hitap”ı ilk olarak İstanbul’da okuyor. Sonra Selanik’te gene aynı bu hitabı okuyor. Sonra gazetelerde yayınlanıyor. Bu defa “yaşasın yaraları tedavi etmek niyetinde olan halife-i peygamber” diyor. Orada yönetim saltanat üzere değil denetime açık olur. Ve millet iradesiyle yönetime dahil olur. “Bunu kabul edince hulefa-i Raşidin modeline döndün Ömer-i sani oldun” diyor.

SENİN NİYETİN BEDİÜZZAMAN’IN ABDÜLHAMİT’LE İLGİLİ BÜTÜNCÜL OLARAK NE SÖYLEDİĞİ DEĞİL

Hilafet karşıtlığı hiç yok zaten

Bir insanın bir metinde “halife-i peygamber” derken ona küfür izafe etmesi, böyle bir mantıksızlık, böyle bir maskaralık olabilir mi? Ama tutup buradaki bir kelimeyi “Abdülhamit’i seveneler için söylenmiştir. Dolayısıyla Abdülhamit’e kafir diyor” diyorsan… Bunu söylemek için bir insanın profesör ünvanlı değil kahvedeki ilkokul mezunu bir insan bile böyle bir rezilliği sergileyemez. Bunun olabilmesi için zaten aklın değil nefretin ve garazın çalışması lazım. Muhakemeyi kilitleyen iç dünyada bir karanlığın olması lazım. Bazı böyle isimler de görüyoruz. Bir kampanya şeklinde.

Bir metni aldınız baştan sona okudunuz. Metnin bütünü içerisinde zaten neyin niye söylendiği, hangi sözün kimin için ifade edildiği anlaşılır. Ve gördüğünüz gibi bir insanı hem “yaşasın halife-i peygamber” deyip hem de “kafir” demeniz tanım gereği zaten mümkün olamaz. O kelimeyi görmeyip niye saklıyorsun? Çünkü o zaman o iftirayı atamayacaksın. Ama sen iftira atmak istiyorsun. Çünkü senin niyetin Bediüzzaman’ın Abdülhamit’le ilgili bütüncül olarak ne söylediği, niye söylediği değil. Sen şu veya bu sebeple, -girmeyeceğim orada bir sürü arıza var, asabiyetler var- Ki bu insanlar aynı zamanda Mehmet Akif’e de çok ağır bir şekilde ithamlarda bulunan kişiler. Şehit Seyyit Kutub’u neredeyse tekfir eden insanlar. Tedavi edilmesi gereken bir problem. Bediüzzaman’la da kalmıyor mesele.

Bediüzzaman’ın sözünü niye saklıyorsun? Çünkü sen Bediüzzaman’a laf söylemek istiyorsun. Senin içinde birikmiş bir ufunet var. Bu ufuneti istifra etmek istiyorsun. Fakat şurayı da görsen ne yapacaksın “yanlış düşünmüşüm, yanlış yapmışım” diye içindeki ufuneti kendi içinde bertaraf edeceksin.

İKİ MÜSLÜMAN, İKİSİ DE DEĞER OLDUĞU HALDE BİR NOKTADA AYRIŞABİLİRLER

İki Müslüman, ikisi de değer olduğu halde bir noktada ayrışabilirler. Hz. Ali, Hz. Talha ve Zübeyr. Üçü de hulefa-i Raşidindeydi ama Cemel’de karşı karşıya savaştılar. İkisi şehit oldu. Ve karşı saftaydılar. Ama cenaze namazlarını Hz. Ali kıldırdı. Bundan ders alırsın. İki mümin bir noktada iki farklı yerde olabilirler. Birbirlerini eleştiriyor olabilirler. Bu ikisinden birinin kötü olduğu anlamına gelmez. O noktada farklı düşündükleri anlamına gelir. Biri isabet ediyor öbürü hata ediyor olabilir. Ama ikisi de mümindir ve ikisi de değerimizdir. “Ben böyle bakmalıydım ama bakmadım. Benim zihniyetimi, bakışımı veya zihniyetimin bu noktada problemi haline getirip nefsani asabiyetlerimi kişisel veya cemaati asabiyetlerimi tedavi etmem lazım.” Buradan bu dersi çıkarırız.

Ama niyet garazsa, niyet ufuneti tedavi etmek değil ufuneti kusmaksa o zaman buradaki kelimeyi, ifadeyi çarpıtırsınız, bunu yapabilmek için de “halife-i peygamber”i göstermezsiniz. Bir de peşinize başkalarını da sürüklersiniz. Ve durduk yerde fitne üretirsiniz. Allah şerlerinden korusun. Tekrar ifade ediyorum burada yorum hatası yok. Burada bilgiyi, söyleneni saklamak var, çarpıtmak var. Bu ahlaki bir problemdir. Bu zihniyet veya muhakemeyle ilgili bir probleme işaret etmiyor. Bu bir ahlak problemidir. Net bir şekilde söylüyorum.

AÇIK BİR GERÇEĞİ BU KADAR ALÇAKÇA ÇARPITAN BİR İNSAN NASIL TARİHÇİYİM DİYE DOLAŞABİLİYORLAR

İkincisi başka örnekler de var. Biraz ağır konuşacağım ama söyleyeyim. Bana göre normalde akli muhakemesi yaş haddinden emekliye ayrılmış muamelesi görmesi gereken bir kişi. Bediüzzaman hakkında tarihleri çarpıtarak aynı şeyleri yapıyor. “Hürriyete Hitap” yazılırken Abdülhamit hayatta, halife. 1908’de hürriyetin ilanından sonra yazılmış. Abdülhamit’e karşı bir şey değil. Metnin muhtevasını, ne zaman yazıldığını saklayıp bir böyle hokus pokusla bunu nereye getiriyorlar? 1909’da, 31 Mart’ın ardından bu defa ne oluyor? Hareket ordusu gelmiş ve Abdülhamit hal edilmiş. “Hürriyete Hitap” 1909’da Abdülhamit’in halli, tahtan indirilmesi üzerine yazılmış olarak takdim etmeye kalkıyorlar. Böyle tarihçi olabilir mi? Açık bir gerçeği bu kadar alçakça çarpıtan bir insan nasıl tarihçiyim diye dolaşabiliyorlar ortada, televizyonlarda ahkam kesebiliyor. Utanır insan. Aynaya baktığında kendinden utanır. Bir de böyle bir rezillik var. Açık ve net bir bilgi çarpıtması. Bu yanlış yorumla ilgili bir mesele değil. Kasıt var, garaz var ve de bir ahlaksızlık var dolayısıyla.

BEDİÜZZAMAN ASKERLERİN KIŞLALARINA DÖNMELERİNİ SAĞLIYOR

1908’de durum bu. 1909’a geliyoruz. Aradan yedi-sekiz ay geçmiş. İttihatçılar meşrutiyet döneminde onu maalesef suiistimal etmişler ve bu defa daha zayıf olan şahıs istibdadı yerine ittihatçılar zümre istibdadı oluşturma, bir oligarşi istibdadı oluşturma tavrına girmişler. Burada Bediüzzaman kimin yanında? İttihatçıların yanında değil bilakis ittihatçılara muhalif.

Darbenin, kalkışmanın karşısında

Bediüzzaman 31 Mart ile ilgili şunu görüyor. Şimdi ittihatçıların bu yaptıklarına karşı ordu içerisinde özellikle alaylı, düşük rütbeli subaylar bundan rahatsız oluyorlar. Onlar Abdülhamit’e sevgi duyan insanlar. Ve ittihatçıların bu zümre oligarşisi oluşturma yolunda ürettikleri eylemlere karşı 31 Martta bir darbe teşebbüsüne giriyorlar. Fakat Bediüzzaman gidip onlarla konuşuyor. Onları uyarıyor. Niye uyarıyor? “Oyuna geliyorsunuz. Bunun karşılığında ne olacak? Siz böyle yapıyorsunuz iki türlü zarar var” diyor.

Yakın zamanda da gördük. Bir ordunun içerisinde klikler olur, ayrı yerlerden emir alan şeyler olur. Bu büyük bir şeydir. Bu ordunun, İslam ordusunun kendi içinde böyle bölünmesi, ayrı emir-komuta zincirlerinin oluşması... Kendi içinde çatışır hale gelmişsin. Nasıl bu memleketi ve alem-i İslami koruyacaksın? Bir kere askerlik mantığı itibariyle yanlış yapıyorsunuz. Bunun ucu sultana dokunacak. Ona zarar vereceksiniz. Ne güzel meşrutiyet ilan edilmiş. Arızalar, şunlar-bunlar var. Süreç içerisinde mücadele ederek halledeceğimiz meseleler. Böyle silah kullanarak, darbe vs. ile olacak işler değil. Bediüzzaman onları uyarıyor ulaşabildiği kadar. Ve kışlalarına dönmelerini sağlıyor.

İTTİHATÇILAR, BEDİÜZZAMAN’I ABDÜLHAMİD’İN YANINDA YER ALDIĞI İÇİN İDAM TALEBİYLE YARGILIYOR

Ama buna karşılık ayaklanma teşebbüsü üzerine Selanik’ten hareket ordusu yola çıkmış İstanbul’a geliyor. Duruma el koyuyor. Asıl darbe o zaman oluyor. Güya Abdülhamit’in hukukunu korumak için. Güya ittihatçıların meşrutiyeti suiistimal etmelerini engelleyecek. Oligarşik zümre istibdadına mani olmak adına girişilen o eylem tam aksine ittihatçıların istediklerini dört dörtlük yapmalarını sağlıyor. El koyuyorlar her şeye. Sultana da diyorlar ki “Hadi, ineceksin tahttan. Sen bizim için tahta olduğun sürece tehlikelisin.”

Peki, bu durumda Bediüzzaman nerede? Bediüzzaman burada ittihatçıların yanında mı? Tam aksine ittihatçılara muhalif zaten. Ve “oyun içinde oyun var” diye uyarıyor 31 Mart’ta harekete geçenleri. Ama kendi alanında muvaffak olsa da ulaşabildiği taburlar açısından sonuç değişmiyor. Hareket ordusu meseleye el koyunca Bediüzzaman’ı da tutukluyorlar. Hatta önce İzmit’e gidiyor sonra orada gözaltına alınıyor ve divan-ı harbe, sıkıyönetim mahkemesine çıkarılıyor. Bediüzzaman kimlerin sıkıyönetim mahkemesine çıkıyor? İttihatçıların. Kimler Bediüzzaman’ı idam talebiyle yargılıyor? İttihatçılar.

Ne için yargılıyorlar?

Sultanın yanında yer aldığı için, meşrutiyetin yanında yer aldığı için.

İSLAM NOKTASINDA ŞAHSİ MESELELERİN HEPSİ AYAKLAR ALTINA İNDİRİLİR

Şeriat istediği için. Bugünküler için anlamlı gelecek şeyler bunlar

Evet, bunun için yargılanıyor. Bir insan o gerilimde Abdülhamit’ten yana bir tutum takındığı ve ittihatçıları eleştirdiği için suçlanacak, tutuklanacak, idam talebiyle yargılanacak. Ama ondan sonra tarihçi kılıklı birileri tutup bunu “Bediüzzaman Abdülhamit’in tahtan indirilmesi için ittihatçılarla birlikte hareket etti” diye sunacak. 1908 ve 1909’u kasıtlı bir şekilde karıştıracak. Bu insanlığa, Müslümanlığa sığmadığı gibi tarihçiliğe hiç sığmaz.

Ama maksat tarihsel veri edinmek, tarihsel realiteyi ortaya koymak değil. Bediüzzaman birilerine dokunuyor, birilerini rahatsız ediyor. Onu da anlamıyorum ayrıca. Dindar bir kişi olarak Bediüzzaman’la şu noktada uyuşmayabilirsin. Orada şuna bak. Bediüzzaman ne yapmış? Allah’ın dini için hizmet etmiş mi etmemiş mi? Bir bakar insan.

Kendi mizacıma, kişiliğime uzak gördüğüm insanlar vardır. Ama mesela o insanın Kur’an’ın hukukunu savunma noktasında bir gayretini görürüm. Derim ki “ben o kişilikle ilgili şeylerimin hepsini geri çekiyorum. Çünkü yaptığı hizmet Kur’an’a, Rabbimizin kelamına olan bu hizmetine karşılık benim kişisel meselemin hükmü olmaz.”

Biri vardır tarzı, edası olarak bana soğuk gelir. Ama o kişiyi Efendimiz aleyhisselatü vesselamın bir sünnetini müdafaa ederken görürüm. Ve benim kalbimdeki o kişiye karşı soğukluk, bütün o buzlar erir. Erimesi gerekir zaten. Çünkü benlik meselesinde miyiz, asabiyet derdinde miyiz yoksa Allah’ın mülkünde, Allah’ın kulları olarak, Allah’ın dini, Allah’ın kelamı, Allah’ın peygamberi yolunda onun rızasını tahsille mi mükellefiz? İman, İslam nokta-ı nazarından meseleye bakacaksak dahi şahsi hesapların, meselelerin hepsi ayaklar altına indirilir.

O İNSANLAR MEYHANE KÖŞELERİNDE YAŞAR HALE GELİRLERSE MUTLU MU OLACAKSIN?

Burada da Bediüzzaman’la meselesi olabilir. Mizacı uyuşmayabilir. Şu notada kendince Bediüzzaman’ın yanlış yaptığını düşünüyor olabilir. Ne bileyim işte Abdülhamit’i çok seviyor ve Bediüzzaman istibdat noktasında eleştirdiğini kabullenemiyor olabilir. Anlarız hepsini. Ama “Bediüzzaman bir İslam alimidir, bir iman kahramanıdır. Herkesin sustuğu zamanda Bediüzzaman konuşmuştur. Herkesin evine çekildiği zamanda Bediüzzaman idamlarla yargılanmayı göze alarak Eskişehir mahkemesinde olduğu gibi her türlü zulmü, işkenceyi göze alarak iman, Kur’an hakikatlerini müdafaa etmiştir. Bu kadar insanın hidayetine vesile olmuştur, hayatıyla eseriyle. Dolayısıyla ben ısınamasam da o hizmetine bedel şahsi şeyini bir kenara bırakıyorum” dersin.

Ki ne alıp veremediğin var bu anlamda. Hayatı, hizmeti ortada. Kimin hesabına yapıyorsun? Bediüzzaman’ı kötüledin ve Bediüzzaman’ı nazarlardan düşmesini sağladın. Eline ne geçecek? İslam’a mı hizmet etmiş olacaksın? Sen, ben bir örneğiyiz. Onun ölümünden sonra dünyaya gelmiş, onun eserini okuyarak namazla tanışmış, Kur’anla okur, Kur’an’la düşünür hale gelmiş, hayatını Allah yolunda hizmet etme noktasında kurgulamış başkaca insanların veya böyle olacak insanların nazarından düşürdün, öyle bir eserden istifadesine mani oldun. Onlar Allah yolunda hizmet ediyor değil de bar köşelerinde, meyhane köşelerinde başka türlü hayatlar yaşar hale gelirlerse mutlu mu olacaksın?

Hangi açıdan bakarsak elle tutulur bir tarafı yok. Ahlaki değil, makul değil, makbul değil, insani açıdan, İslami açıdan hiçbir açıdan izahı mümkün olmayan bir şey.

BEDİÜZZAMAN’IN KUR’AN VE SÜNNETTEN ALDIĞI EN ÖNEMLİ DERSLERDEN BİRİ MUVAZENE, DENGE VE İTİDAL

Benim bu noktada vaktiyle bir yazım olmuştu. Bediüzzaman’da hep bir muvazene dersi görüyoruz. Bediüzzaman’ın Kur’an ve sünnetten aldığı en önemli derslerden biri muvazene, denge ve itidal. Zaten ehlisünneti de böyle tarif ediyor. İtidal çizgisi. İfrat ve tefritlerden uzak, sırat-ı müstakim üzere bir yol yürümek isteyen ehlisünnetin cadde-i kübrasına baksın. Bediüzzaman’dan aldığımız ders bu. Kendisi de o çizginin güzel, büyük bir mümessili olarak yaşamış ve hayatıyla bize bu dersi vermiş, kişilere de bu dersi vermiş.

Abdülhamit’te istibdat noktasında eleştiri getirirken 31 Mart’tan sonra Divan-ı Harbi Örfi, mahkemedeki savunması var malum. Beraatla sonuçlanıyor. Sonra bunu yayınlıyor, ittihatçılar bu kitabı yasaklıyorlar. Çünkü kalitelerini çıkarıyor ortaya. Abdülhamit’i indirdikten sonra sevk edildiği 31 Mart sonrası sıkıyönetim mahkemesindeki bu müdafaasında aynı şekilde Bediüzzaman, Abdülhamit için “büyük padişahtı”, “şefkatli sultandı” diyor.

Çünkü bize gene öğrettiği bir şey adaletli olmak. “Padişahlar içinde bir nevi veli diyebiliriz onun için” diyor. Hürriyete Hitapta “Yaşasın halife-i peygamberi” diyor. Bediüzzaman’ın öğrettiği en temel derslerden biri nedir Hz. Ali’ye atıfla? Onun adalet-i mahza mücadelesi olarak açıklar Cemel vakasındaki duruşunu.

RİSALE-İ NUR’DA EN FAZLA ZİKREDİLEN İKİ AYET

Adalet-i mahza nedir? Bir şey adalet noktasında kılı kırk yarar derecede bir hassasiyet içeriyor. Risale-i Nur’da en fazla zikredilen ayetlerin birincisi “ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî” her ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder” dersini veren İsra suresinin 44. Suresinin içinden bu cümle. Ondan sonra ikinci olarak Risale-i Nur’da en çok tekrarlanan ayet olarak “Vela teziru vaziretün vizra uhra” gelir. Kur’an’da beş ayrı surede emredilen bir hüküm. “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. Birinin hatasıyla başkasını mesul edemezsiniz. Birinin günahını başkasına yükleyemezsiniz.”

Mesela filan adam katil olmuş. Sülalesi için “bunlar katil sülale” diyemezsin. Dediğinde zulmetmiş olursun. Niye? Çünkü birinin hatasını ailesine yazdın. Biri hırsızlık yapmış, eşine, çocuklarına da hırsız muamelesi yapamazsın. Yaparsan ayetin emrini çiğnersin. Bediüzzaman, bunun çok farklı açılımlarını nereye kadar getirir? Her bir insanı değerlendirmeye de getirir. İbn-i Arabi’ye atıfla memleketi insaniye, insan bir ülke gibi demiştik. Burada “insanda akıl var, kalp var, ruh var, letaif var, vicdan var. Ama öbür tarafta insanda nefis var, heva var, vehim var, heves var.” Bediüzzaman burada da bu dersi bize getirir. Dolayısıyla nefsinin yaptırdığı bir şey dolayısıyla kalbini de silip atamazsın.

MÜSLÜMANDA MÜSLÜMANCA OLMAYAN BİR SIFAT GÖREBİLİRSİN BUNDAN DOLAYI ONUN O MÜSLÜMANCA SIFATLARINA HAKSIZLIK EDEMEZSİN

Kendisi talebelerine olan hukukunda bunu İhlas Risalesinde ifade eder. “Sizlerin akıl ve kalp ve ruhunuzu itham etmem. Risale-i Nur’un verdiği tesire binaen itimat ediyorum. Fakat herkeste nefis bulunur, heva ve vehim damara dokundurur” diye. Bir hatayı alıp blok olarak o insanı hatadan ibaret görmemek dersi. Nefsi ona bir hata yaptırmış. Ki Uhuvvet Risalesi’nde bu mana var. “Nefsinin hissesini gör. Dolayısıyla müminin kalbini itham etme, o yanlıştan dolayı külliyen silip geçme” diye.

Ve ayrıca şunu da söyler. “Bir Müslümanın bütün sıfatları Müslüman olmak lazım gelmediği gibi bir kafirin bütün sıfatları kafir olmak lazım gelmez. Dolayısıyla Müslümanda Müslümanca olmayan bir sıfat görebilirsin. Ama bundan dolayı onun o Müslümanca sıfatlarına haksızlık edemezsin” dersini verir. Kafirde de Müslümanca sıfatlar görürsün. Dolayısıyla oradan ne yaparsın? Bu damardan işleyerek imana, hidayete buyur edilebilir, onunla da iletişimini korursun. Bu dersi de getiriyor adalet-i mahzanın bir ölçüsü olarak.

Bunun uygulamasını Abdülhamit ile tutumunda görüyoruz. Bir tarafta siyaseten 30 senelik istibdat uygulamasının hulefa-i raşidin çizgisine ters olduğunu söylüyor. İçtima-i kusuratından bahsediyor. Yani siyaset ve sosyal, siyasal ve sosyal düzlemde hatalı gördüğü noktalar olduğunu ifade ediyor. Ama öbür taraftan kişiliğine gelince kişiliği için kullandığı kelimeler ne? “Büyük padişah, şefkatli sultan, padişahlar içinde bir veli.” Bu da bize çok temel bir derstir.

Eylem, fiil üzerinden veya düşünce, uygulama üzerinden bir eleştiri getirirken bir mümine kişiliği noktasında onun hukukunu ve izzetini muhafaza etmek... Bediüzzaman Abdülhamit’in uygulamadaki hatalarını söylerken öbür taraftan kişiliğini taktir ederek, şahsi faziletini zayi etmeden bunu ifade ederek aslında bize manidar bir ders de veriyor.

BEDİÜZZAMAN’IN DA NUR TALEBELERİNİN DE ABDÜLHAMİT’LE KİŞİSEL BİR MESELESİ YOK

Bu anlamda tekrar ifade edersek Bediüzzaman’ın Abdülhamit’le ilgili bir kişisel meselesi yok. Nur Talebelerinin kişisel bir meselesi yok. Üstadımın sultan Abdülhamit’le ilgili eleştirilerinin hepsine katılıyorum. Keşke Abdülhamit Bediüzzaman’ı dinleyebilseydi. Keşke en başta o teması kurabilselerdi diyorum. Bu herkes için hayırlı olabilirdi diye düşünüyorum. Ama öbür taraftan yine Üstadımızdan aldığımız dersle biz sultan Abdülhamit için hayır dua ediyoruz. Onun türbesinin önünden her geçişimde ona Fatiha okuyorum. Üstadımdan aldığım ders bunu gerektiriyor çünkü. O hamiyetli bir mümindi. Kendince, kendi durduğu pozisyon itibarıyla “yol budur, kurtuluş böyle olur” dedi. O noktada hatalar etti diye düşünüyorum. Ama o hatalar onun ne hamiyetini, ne faziletini, ne bir mümin olarak değerini zayi ediyor.

Biz nasıl bu muvazene ile, Üstadımızdan aldığımız bu adalet ve ahlak dersiyle bakıyorsak müminlere, Bediüzzaman’a da aynı nazarla bakılmasını istemek hakkımız. Dileyen bakar dileyen bir husumetin ve bir garazın mazereti yapmaya çalışır. Kendisi bilir. Allah var, ahiret var. “Yevme tubles sarair.” Kulların ihtilaf edeceği meselelerde hesap günü her şey ortaya çıkacak. O gün Bediüzzaman davacı olacaktır. Herhalde onlar için biz de davacı olacağız.

Devam edecek

RÖPORTAJIN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ

Said Nursi’nin talebesi Zübeyir Gündüzalp, F.Gülen’i defalarca uyardı

Bediüzzaman’ın bu uyarısı dindarların kulağına küpe olmalı

Said Nursi ile F.Gülen’i yan yana anmak alçaklıktır 

Merkeze yerleşmek için Nakşibendilik ve Risale-i Nur’a saldırıyorlar

Bediüzzaman, mehdilikle ilgili ne düşünüyor? 'Ben Mehdiyim' dedi mi?

Said Nursi’de dinlerarası diyalog var mı? Papaya mektup gönderdi mi?

Nur Talebeleri, Said Nursi’den hızlı ve net tepki verme dersini almalı

Said Nursi, F.Gülen’in rüyalarına nasıl tepki verirdi?

Bediüzzaman sıradan Müslümanları Kur’an’la düşünür hale getiriyor

Said Nursi gibi bana da yazdırıldı, yoksa size yazdırılmıyor mu?

Bediüzzaman’ı ebced ve cifiri kullanmaya mecbur kılan karanlık anlar

Risale-i Nur İslami geleneğin savunucusu, taşıyıcısı ve yeniden üreticisidir

Bediüzzaman’ın tarikatla ilgili sözleri yanlış yorumlanıyor

Said Nursi'nin Abdülhamit’le meselesi o dakikadan itibaren bitti

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bediüzzaman Haberleri