RİSALEHABER
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile Sultan Abdülhamid konusu her zaman gündem olan bir konu. İkili arasındaki iletişim sağlıklı bir şekilde bilinmiyor.
Bununla ilgili defalarca yayın yapmamıza rağmen aynı hata yine tekrarlanıyor.
Bediüzzaman bir İslam alimi olarak Abdülhamid'e dua etmiş, destek vermiş ancak yanlışını görünce de düşmanlık yapmadan, hakaret etmeden Allah rızası için uyarmıştı. Bu uyarılar eserlerinde mevcuttur.
Ancak Abdülhamid ile görüşmek isteyen Bediüzzaman'a görüşme yerine para vermek istenince Bediüzzaman bunu reddetmiş bu nedenle de önce tımarhaneye sonra da hapse atılmıştı.
Cübbeli Ahmet Hoca: Bediüzzaman Abdülhamid'in torunundan helallik istedi!
Dönemin bir çok İslam aliminin Abdülhamid'e muhalif olduğu zikredilirken Bediüzzaman Said Nursi ismi de ifade edilir fakat sonra Bediüzzaman'ın pişman olduğu özür dilediği ileri sürülür.
Aynı iddiayı Cübbeli Ahmet Hoca da dile getirdi. Gazeteciler Hadi Özışık ve Süleyman Özışık'ın Youtube kanalına konuk olan Cübbeli Hoca, Sultan Abdülhamid'e bir çok ismin muhalif olduğunu söyledi.
Hadi Özışık'ın "Mehmet Akif neden tepki gösteriyor" sorusunu cevaplayan Cübbeli, Akif'in masonların neşriyatının etkisinde kaldığını belirterek, "maalesef o da aldananların başında gelenlerden. Çok da ağır ifadeleri var" dedi.
Sözü Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine getiren Cübbeli Hoca, "Mesela Bediüzzaman Hazretleri Urfa'ya giderken vefatından evvel, Sultan Abdülhamid'in torunun kapısına gitti, kapısını çaldı. Dedenin hakkıdır, en nihayetinde ben de muhalefette bulundum fakat ben şimdi onun büyüklüğünü anladım. En azından sizlerden helallik istiyorum dedi. Bediüzzaman böyle bir erdem göstermiş. Mehmet Akif bunu yapmamış. Yaptıysa da dışarı yansıtılmamış" şeklinde konuştu.
Eleştirileri asla düşmanlık seviyesinde değildir, eserleri ortadadır
Bediüzzaman Said Nursi, Sultan Abdülhamid ile en temel hususlarda müttefiktir. İkisi de İslâm dünyasının ittihadını ve ümmetin ve memleketin selametini arzu etmiştir. Bediüzzaman'ın bazı konularda (istibdadın son dönemlerindeki bazı sert uygulamalar, hafiye teşkilatıyla ilgili bazı hususlar, yönetimde istişareye yeteri kadar yer verilmemesi gibi durumlar) kendisine yönelik eleştirileri olmakla birlikte bu tenkitlerinin yapıcı olduğuna dair beyanları ve lehte çalışmaları vardır. Ve bunlar asla düşmanlık seviyesinde tenkitler değildir. Eserleri ortadadır.
Said Nursi bu konularda ölçüyü İttihatçılar gibi kaçırmamaya ve bir zulme yol açmamaya özen göstermiştir. İslâmî ve müspet tenkit ölçülerini aşmamaya gayret eden Said Nursi hem bu eleştirilerini bir kısım grup ya da kişiler gibi “şahsi” boyuta indirgemeyip “temel esaslar” çerçevesinde yapmış hem de modernist düşüncelerin tesirine kapılarak değil “ehl‑i sünnet ve'l‑cemaat” çizgisini muhafaza ederek hareket etmiştir.
BEDİÜZZAMAN’IN ABDÜLHAMİT’İN AKRABALARINDAN ÖZÜR DİLEDİĞİ İDDİASI!
Aynı konuya Metin Karabaşoğlu'da şu cevabı vermişti:
Filan bana şöyle dediydi diye tarihsel bir veri olur mu? Böyle bir şey olmaz. Belki böyle bir hikâye yazabilirsin. Dediğin doğru bile olsa bu ancak bir hikâye olarak bir kıymeti olur.
Belge değeri taşımaz
Belge değeri taşıyabilmesi için bunu belgelendirmen lazım. Bizatihi veya bunun böyle olduğunu veya olabileceğine dair örnekler koyman lazım. Burada merhum Abdülkadir Badıllı Abiyi analım. Allah ondan ebeden razı olsun. Vefat ettiğinde de söylemiştim. Abdulkadir Badıllı Abi vefat edince Nur Talebeleri olarak üstümüzde yük çoğaldı. O hayattayken Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a karşı bir saldırı şu veya bu yerden, şu veya sebeple sadır olduğunda rahattık. Çünkü “Badıllı Abi müdakkik bir şekilde bunun cevabını verir” diyorduk. Ama ondan sonra bu hepimizin üstüne kaldı diye de yazmıştım. Allah ebeden razı olsun. Bütün hizmetleri için.
HELALLİK GEREKTİREN BİR ŞEY VARSA ABDÜLHAMİT’İN BEDİÜZZAMAN’DAN HELALLİK DİLEMESİ BEKLENİR
Bu iddia yeni bir şey değil. Badıllı abinin bu manada bir çalışması var. Cevabını veriyor. Bir kere bu bir söylenti. Tarih ilmi açısından zerre kadar bir karşılığı yok. Mantıken de karşılığı yok. Badıllı Abi onu ifade ediyor zaten.
Niye? Çünkü Bediüzzaman Abdülhamit’e karşı ne hata yaptı ki, ne kötülük yaptı ki helallik dilesin? Eğer helallik gerektiren bir şey varsa Abdülhamit’in Bediüzzaman’dan helallik dilemesi beklenir. Çünkü Bediüzzaman’ın hamiyetinden gelen ve yaşadığı yerdeki problemi tespitte dile getirdiği meseleyi görmedi. Bediüzzaman’ın Abdülhamid’e ulaşamadığı için matbuat üzerinden meseleyi ortaya koymasına karşı aklından zoru olduğuna yoruldu. Tımarhaneye gönderildi. Bediüzzaman unvanıyla anılan bir alim deli muamelesine tabi tutturuldu Abdülhamit tarafından. Sonra da Said Nursi susma rüşveti kabilinden verilen maaşı reddetti diye hapse atıldı. Burada bir helallik gerekiyorsa Abdülhamit Bediüzzaman muarefesinde, Bediüzzaman helallik dilemesi gereken tarafında değil, Bediüzzaman “hakkını helal et” denilmesi gereken tarafında.
BEDİÜZZAMAN ABDÜLHAMİD’E HAKKINI YERDEN GÖĞE KADAR HELAL EDER
Bediüzzaman Abdülhamit’e hakkını helal eder mi? Yerden göğe kadar eder onu da söyleyelim. Kimlere etmemiş ki? Çoluğunun çocuğunu hatırı için. Abdülhamit gibi bir İslam kahramanına hakkını helal etmez mi? Abdülhamit’e ne kötülüğü oldu ki Bediüzzaman’ın ondan helallik dilesin. Ortada bir kötülük yok, bir yanlış yok helallik gerektirsin.
BEDİÜZZAMAN GİBİ BİR ALİMDEN FIKIHTA YERİ OLMAYAN BÖYLE BİR HELALLEŞME BEKLEYEBİLİR MİYİZ?
Badıllı abi diyor ki; Bediüzzaman bir alim. Şimdi fıkıhta böyle bir şeyin yeri var mı? “Ben senin dedene bir kötülük yapmışım. Sonra sana geliyorum ki “fi tarihinde dedene ben şöyle şöyle bir şey yapmıştım. Sen onun torunusun sen helal et hakkını.” Sen de “ben dedem adına hakkımı helal ettim” diyorsun. Ve tamam mesele bitiyor. Fıkıhta böyle bir şey var mı? Bediüzzaman gibi bir alimden fıkıhta yeri olmayan böyle bir helalleşme bekleyebilir miyiz? Burada da ilmen bir tutarsızlık var.
Bediüzzaman’ın Urfa’ya gitmeden önce Ankara’ya giremediğini biliyoruz. Bu olay sabit. Malum İnönü’nün, CHP’nin Bediüzzaman üzerinden çok yoğun bir saldırısı var Menderes’e. Muazzam bir takibat altında. Ankara’da yollar tutulmuş, Bediüzzaman Ankara’ya giremiyor. Urfa’ya, vefat edeceği yolculuğa gitmeden önce Ankara’ya gitmesi diye bir şey söz konusu değil.
TALEBELERİNİN HİÇ BİRİ BÖYLE BİR OLAYA ŞAHİT OLMADI
Ama ondan 3-3,5 ay kadar önce Ankara’ya gitmişliği var. Aralığın sonlarında, Ocak ayının başlarında. Orada da bir gün kalıyor. Ankara’da risalelerin telifi ile, neşriyle meşgul olan talebeleri, üniversitede okuyan talebeleri var. Orada da Bediüzzaman’ın geçirdiği bütün gün sabit, kayıt altında. Talebelerinin hiç biri “bir ara Bediüzzaman üç saat bir bizden ayrı kaldı ve şöyle, şöyle bir yere gitti” demiyor. Böyle bir şey yok.
Ama buna karşılık aktaran kişi “bana filan kişi söyledi” diyor. “Sen nerden biliyorsun?” “Kayınvalidem, çünkü filan kişi o şey yaptı filan vs.” böyle bir şey. Peki, o kayınvalide hayatta mı? Böyle bir şey oldu mu? Yok. Peki, kendisine nispet edilerek anlatılan kişi hayatta mı? O da yok.
Burada dediğim gibi bir, bir kere helallik dilemesini gerektiren bir şey yok. İki böyle bir helallik dilemen gereken bir şey varsa torun üzerinden bunu halletmek diye bir şey yok. Üç zaten böyle bir şeyin olmadığının delilleri var. Olduğunun izahı ve ispatı söz konusu değil.
Şu bakımdan da zaten bunun böyle olmadığını şuradan da anlayabiliriz. Bediüzzaman Eski Said döneminde yazdıklarını 50’li yıllarda neşretmiş mi? Etmiş. Orada Abdülhamit ile ilgili eleştirilerini muhafaza etmiş mi? Etmiş.
TUTARSIZLIK APAÇIK ORTADA
Mesela “30 sene halife olan zatın elinde şeriat istibdada münasip zannıyla dine gelen zararı gördünüz” ifadesi Münazarat’ta var. 1911’de Münazarat neşrinde olan bir ifade. Bunu korumuş mu? Korumuş. Hem bunu koruyacak hem de “bu sözümden dolayı helallik dilemem gerekiyor” diyecek. Mümkün mü? Burada da gene tutarsızlık görüyoruz.
31 Mart’ta sıkıyönetim mahkemesinde “bütün kuvvetimle derim ki gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım” diyor. Geri adım atmıyor. “Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim” diyor.
Bu ne demek? Bir Müslüman alim olarak Kur’an ve sünnet terazisiyle böyle gördüm. Kur’an ve sünnet terazisinde böyle gördüğüm için böyle konuştum. “Dolayısıyla adaletname-i şeriatla asr-ı saadette bir mahkemeye celb olunsam aynısını söyleyeceğim” diyor. Bu netlikle konuşuyor. Devamında, “Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim” diyor. “Kelimelerimde üslubumda bir değişiklik olabilir. Ama aynı hakikatleri o zaman da söylerim” diyor. “Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden” -bunlarınki tenkidat-ı cühala mahkemesi onu söyleyeyim- “tarih celp namesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim” diyor.
“Demek ki hakikat tahavvül etmez hakikat haktır” demiş. Ve zaten aynı ifadeleri, o eleştirileri 50’li yıllardaki neşriyatta tekrar koymuş. Hem onları koyacak hem de o ifadelerinden dolayı da diğer taraftan özür dileyecek. Bunun gene tutarsızlığı apaçık ortada.
BEDİÜZZAMAN’IN KENDİSİYLE İLGİLİ YAPTIĞI ÖZELEŞTİRİ
Kastamonu Lahikasında bir mektubu vardır Bediüzzaman’ın. Şu noktada kendisine bir eleştiri çıkarır. “Abdülhamit döneminde istibdat yoktu. 1878’den 1908’e kadar yoktu ama ben istibdat diye gördüm.” Bediüzzaman asla böyle bir şey söylemiyor. Orada bir istibdat yönetimi vardı, jurnalcilik, hafiyecilik vardı. Bir de bunun din adına yapılmasının oluşturduğu problemler vardı. İki nesil bundan zarar gördü, din karşıtı şeyler oluştu. Tüm bunları muhafaza ediyor. Ama şunu söylüyor kendisi açısından. Orada istibdat üzerine bir uyarıda bulunurken “bir şahsın elindeki zayıf istibdadı sadece görmüşüm. Arkadan gelen daha kuvvetli bir istibdadı görememişim” diyor. İttihatçıların zümre istibdadı, sonra Kemalistlerin ondan da katı, ondan da ağır şekilde, doğrudan dine düşman Tek Parti istibdatları. Kendisini hatalı gördüğü tek şey bu.
Abdülhamit’in döneminde istibdat yoktu değil. “Ben gözümün önündeki sadece istibdada odaklanmışım sonra gelecek olan istibdatların köklerini, alt yapısını görememişim” diyor. Burada hepimize ders var esasen. Bulunduğun anda bir problem varsa evet, bu problemi gör. Ama sonrası bu olmadığında ne olacak? Kimlerin bugünkü duruşları nereye evriliyor? Daha bütüncül bak. Bulunduğun anın tablosuna odaklanmak senin muhakemenin ufkunu daraltmasın diye böyle bir ders hepimize çıkıyor. Bediüzzaman bu dersi çıkarmış. Bu noktada kendisiyle ilgili bir özeleştiri yapıyor. Orada da istibdada dair sert ifadelerini de diyor ki “evet, bu asıl o sonradan gelen istibdat bunu hak ediyor.” Tamam. “Ben” diyor “işte onun asıl ona vuracakken zayıf bir gölgesine vurmuşum” diyor. Bu noktada bir özeleştiri yapıyor. Ama bu “Abdülhamit zamanındaki yönetim, istibdat değildi” demek değil. Dolayısıyla “helallik dilemem gerekiyor” diye bir şeyin Bediüzzaman’a atfedilmesi asla ve asla söz konusu değil.