Kanadalı gazeteci-yazar Fred A. Reed:
İkinci meşrutiyetin ilanının ardından Bediüzzaman’ın halka demokrasi düşüncesinin İslam’la bağdaştığı söylediğine şahit oluyoruz. Bu konuda Bediüzzaman’ın delili neydi?
Said Nursi’nin demokrasi ile ilgili görüşlerinin kapsamlı bir özetini 1908 yılının Temmuz ayında Meşrutiyet’in ilanının ardından Selanik’te yaptığı ‘Hürriyete hitap’ adlı meşhur konuşmasında bulabiliriz. O, demokrasinin İslam’la bağdaşabileceğini söylemekle kalmamış, aynı zamanda dinin modern çağın gerçekleriyle uyum sağlaması için demokrasinin bir gereklilik olduğunu da ifade etmiştir. Demokrasi onun görüşüne gore, ancak beş doğru üzerine bina edilebilirdi. Bunların beşincisi İslami yapılanmadaki “Şura”ya karşılık gelecek bir parlamento -temsili hükümet- formülünün hayata geçirilmesiydi. Nursi’nin hayatı ve söylemlerine baktığımızda, onun asla demokratik ilkelere bağlılıktan vazgeçmediğini görüyoruz. Nursi bu tutumunu her daim açıkça dile getirmiş ve bunu 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’ye verdiği açık destekle bir kez daha göstermiştir.
Bir Müslüman aliminin aynı zamanda demokrat olmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bediüzzaman’ı kendi çağdaşlarından ayıran şey, onun Osmanlı’nın son dönemlerinde, kısa süren meşrutiyet döneminde ve Kemalist cumhuriyet dönemindeki sosyal, kültürel, siyasi ve dini gerçeklere karşı olan geniş ve derin tecrübesiydi. Ayrıca Said Nursi’nin olağanüstü karakterini göz önünde bulundurmalıyız. O öyle özgür bir zihniyete sahipti ki, asla ama asla hakarete tölerans göstermezdi ve idarecilerin kendilerinden itaat ve saygı görmeyi bekledikleri halka da aynı şekilde muamele etmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu pek tabii ki demokratik ilkelerin de kökenini oluşturuyordu. Fakat Nursi aynı zamanda, Allah’ın yarattıklarında bir cumhuriyetçi taraf sezmişti. Kendisinin aktardığı o meşhur vakıada, Anadolu’nun bir köşesinde yaşadığı bir kulübede, az olan yemeğini çalışkan karıncalarla paylaşırken bunu “onların cumhuriyetçiliklerine bir ödül” olarak yaptığını vurgulamaktaydı.
Said Nursi’nin Türkiye’nin demokratik gelişimine katkısı neydi?
Belki de onun demokratik gelişime en büyük katkısı ilkeleri konusundaki sebat ve metaneti ve fikirleri üzerinde pazarlık yapılmasına karşı olan tavizsiz tutumuydu. Bu duruşu iman ve namazın birincil önemi olduğuna dair tutumuyla başlayıp, insanların çağdaş toplum içinde nasıl yaşayacaklarına dair ilkeleriyle devam etmiştir. Onun formülü oldukça eşsiz ve benzersizdi: O özgürlük ve meşrutiyetin Şeriat’a hizmetkar olduğunu söylüyor aynı zamanda meşruti yönetimin ve demokratik rejimin, Şeriat’ın günümüz ihtiyaçlarına gore nasıl uygulanacağının cevapları olduğunu ifade ediyordu. Bu duruşun merkezinde, ister Sultan döneminde olsun ister cumhuriyet döneminde olsun despotizmin bütün türevlerine karşı bir reddiye yatmaktaydı.
Bediüzzaman’ın meşrutiyet ve demokrasi konusunda bu kadar yapıcı ve olumlu düşünmesine sebep olan farklılığı neydi?
Bediüzzaman Müslüman dünyanın olağanüstü bir zihni keşmekeş içinde olduğu bir dönemde dünyaya gelmişti. Ayrıca bu dönem Al-Afgani’nin başını çektiği bazı Reform Hareketleri’nin etkili olduğu bir periyottu. Belki de Nursi’yi bu meşhur kişilikten (Al-Afgani’den) farklı kılan şey, onun reforme edilmesi için büyük çaba sarfettiği İslami bir devletin yani Osmanlı’nın yıkılışına şahit olmasıdır. Nursi, Osmanlı’nın siyasi varlığının devamı için “birliğin” vazgeçilmez bir ilke olduğuna inanmaktaydı ve Osmanlı’nın kurtuluşu aynı zamanda idaresi altındaki Müslümanların da refahı için önemliydi. Birlik, onun gördüğü şekliyle, Allah’ın birliğinden model alınmalıydı. İslam’ın ilkeleri onun sık sık altını çizdiği gibi, toplum için yeterli ve uygundu. Ayrıca Nursi, İslam’ın ölçülerinin günümüz gerçekleriyle birlikte ele alınması gerektiğini anlamıştı. Birliğe giden yol İslam’ın “şura sisteminin” çağdaş uygulaması olabilecek demokratik metotlardan geçmekteydi. Nursi’nin o dönem toplumuyla ilgili ortaya koyduğu bu anlayış, aynı zamanda günümüz dünyasında da geçerliliğini gelişerek korumuştur.
Yeni Asya