Bediüzzaman Said Nursi Hazretleriyle görüşen Ali Yıldırım Hoca vefat yıldönümünde anılıyor.
2017 yılında 108 yaşında vefat eden Ali Yıldırım, Bediüzzaman Said Nursi’nin İngiliz işgalcilerine karşı verdiği mücadelenin şahitlerinden. Yıldırım, Ağabeyler Anlatıyor kitaplarının yazarı Ömer Özcan’a Bediüzzaman’la görüşmesini anlatmıştı.
SOYADIMIZ ‘MÜDERRİSOĞLU’ OLACAKKEN KABUL EDİLMEDİ
"1909 İstanbul Bebek doğumluyum… Dedem Hacı Osman Efendi Sultan Reşad’ın danışmanı… Babam Ahmed Efendi müderris... Kökümüz Batum… Batum’dan gelme atalarım... 1916’da Babam Bursa Ulu Cami’ye müderris olarak tayin olununca, beni alelacele Süleymaniye Sübyan Mektebi’ne yazdırdı, annemle beraber çıktı gitti Bursa’ya. Sübyan Mektebini 1919’da bitirdim.
Süleymaniye Külliyesinin bir tarafı Sübyan Mektebi, bir tarafı Medrese idi. Sübyan mektebinde temel Kur’an eğitimi verilirdi. Bir de vaiz mi olmak istiyorsun, hafız mı, bu seçilirdi. Ben hafızlığı tercih etsem de bir hocamız senin hitabetin güzel diyerek beni vaizliğe yönlendirdi. Bunun üzerine Süleymaniye Medresesi’nin vaizlik bölümüne girdim. Hitabet konusunda sınıfın birincisi idim. 1935’te mezun olup vazifeye başladım. Bizim kuşak; medresenin de, Sübyan Mektebi’nin de son halkası oldu. Bizden sonra oralara daha talebe almadılar, okuyacaklar Milli Eğitim’e gidecek denildi.
Aslında soyadımız ‘Müderrisoğlu’ olacakken, o zamanki soyadı kanunu gereği bu isim kabul edilmiyor. Babam da Bursa/Yıldırım ilçesindeki vazifesinden dolayı, ‘Yıldırım’ olsun madem demiş. Üç Padişah gördüm ben; Sultan Hamid, Sultan Reşad ve Sultan Vahdettin… Künyem bu…
İNGİLİZLERİN İSTANBUL’U İŞGALİNİ GÖRDÜM
İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında Bediüzzaman da buradaydı. Ben de İstanbul’dayım. İşgal anında şimdi Boğaziçi Üniversitesi’nin olduğu Bebek’te oturuyorduk. O zaman ağabeyim Mustafa 14, ben 9 yaşlarındayım. İngiliz işgal kuvvetleri gemilerle geldiler. Sarayburnu’nda Dolmabahçe Sarayının önüne demirlediler, çıktılar gemilerden. Ama hiç kimseye baskı yok, silah patlatma yok. Karşı çıkan da yok. Halktan da şikâyet yok. İşgalci askerler karakollara, devlet dairelerine gittiler... Hepsi silahlı... 13 Kasım 1918. (Bediüzzaman Kosturma esaretinden firar edip, 1918 Haziran ayında İstanbul’a gelmişti.)
İşte o sırada Bediüzzaman da İstanbul’da bulunuyor. İngilizlerin hilelerine karşı Hutuvat-ı Sitte kitabını ulemaya neşrediyor. Bunları da sonradan duyuyorum ben.
ASKERLİĞİMİ AHIR OLARAK KULLANILAN SULTANAHMED CAMİSİ’NDE YAPTIM
Süleymaniye Medresesini bitirir bitirmez hemen askere gittim. Bir sene Sultanahmed Camisi’nde askerlik yaptım. O senelerde, Sultanahmet Camisi’nin bir tarafı ahır, bir tarafı kışla idi. Biz medrese/üniversite mezunu sayıldığımız için bir sene yaptık askerliğimizi.
1936’da müracaatımı yaptım, Beşiktaş Yahya Efendi Camisi’nde imamlık vazifesi aldım. 1978’e kadar 42 sene orada imamlık yaptım. 1978’de emekli oldum. Emekli olduktan sonra muhtelif camilerde sohbetlere, derslere gidiyorum. Beni davet ediyorlar. Hep İstanbul’da bulundum, İstanbul dışına çıkmadım hiç.
UYDURMA EZANI SADETTİN KAYNAK ÖĞRETTİ BİZE
Uydurma ezanı artık söylemek bile istemiyorum. “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur…” Çok üzüldük o zaman, nasıl üzülmezsin... Sadettin Kaynak vardı… Uydurma ezan için, Sultanahmed Camii’nde Sadettin Kaynak’tan ders aldık biz. Mecburi olarak ders aldık. Fakat o zaman benim imamlık yaptığım Yahya Efendi Camii’nde cemaat yoktu, kimseler yoktu, caminin minaresi de yoktu. Orası çok tenha bir yerdi. Cemaat yok ki kime okuyayım. Onun için Allah bana o uydurma ezanı okumayı nasip etmedi. Yalnız Cuma ve Pazar günleri kalabalık olurdu. Orada dergâh var ya, Yahya Efendi Hazretlerine ziyarete gelirlerdi. Sabah, akşam, yatsı kimse olmazdı… Ezanı aslından okusan, duyarlarsa tutup götürürlerdi. Namaz kılındı mı polis hemen caminin anahtarını alır, kitlerdi. Sultanahmed Camii ahır olursa gerisini sen düşün artık…
Ezan serbest kalınca aman ne sevindik… Ne sevindik… On gün bayram yaptık biz… Millet çok sevindi… Bayram yaptı insanlar… Menderes bundan dolayı çok sevildi bu millet tarafından.
BEDİÜZZAMAN SIRTIMI OKŞARDI
Bediüzzaman Hazretleriyle karşılaşmamın en son tarihini söyleyeyim; 1953 senesinde Fatih İskenderpaşa Camii’nde oldu. Hilafet zamanının medrese mezunu olduğum için Bediüzzaman benimle çok alakadar oldu, hep sırtımı okşadı. “Senin şansın varmış, medreseden mezun oldun” derdi. İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Efendi hocamızdı, müftümüzdü; O, Bediüzzaman Hazretlerini çok severdi. Bayezid Camii imamı Abdurrahman Gürses de Bediüzzaman’ı çok severdi.
BEDİÜZZAMAN MUSTAFA KEMAL’E ÇOK HİDDETLENDİ
Mustafa Kemal, Bediüzzaman’ın İstanbul’da işgalci İngilizlere karşı yaptığı hizmetlerini duyuyor ve onu hemen Ankara’ya davet ediyor. Bediüzzaman Said Nursi bize bu görüşmeyi anlatırken nasıl celalleniyordu ama... Şöyle anlatmıştı:
“Mustafa Kemal’in odasındayız. Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir de vardı. O anda ezan okundu. ‘Namazlarımızı kılalım’ dedim. O da orada bir şeyler yazıyordu. ‘Siz gidin, namaz zamanı değil şimdi’ dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. ‘… sen beni bunun için mi çağırdın?’ diye bağırdım.” Gidiş o gidiş... Oradan Van’a gidiyor Bediüzzaman. Bunu anlatırken nasıl hiddetleniyordu bilseniz, hala kulağımda gibi. Çok hiddetli anlattı…
KONUŞMASI MÜSLÜMANLARIN HALİNE AĞLAR GİBİ HÜZÜNLÜYDÜ
Bediüzzaman Hazretlerinin teni buğday rengindedir. Sakalsızdır, kalın bıyıkları vardı. Gözlerinin içi renklidir, maviye benzerdi. Uzaktan bakınca göz çevresinden dolayı kara gözlü gibi görünürdü. Başında bulunan sarığın ucunu arkaya atardı. Cüppe vardı üstünde, içinde yelek vardır, cepken yani. Köstekli saati vardı yeleğinde. Bediüzzaman’a çok sıkıntı çektirdiler ama o hiç yılmadı. Manevi cihada çok önem veriyordu. Çok celalliydi. Ciddi ama asık suratlı değil. Konuşması Müslümanların haline ağlar gibi hüzünlüydü.