RisaleHaber-Haber Merkezi
Bugün yazarı Toktamış Ateş, Said Nursi ile Mustafa Kemal arasındaki tartışmanın laiklikle ilgili olabileceğini yazdı.
İşte Toktamış Ateş'in 'Hür adam...' başlıklı yazısı...
Said-i Nursi'nin yaşamını konu alan "Hür Adam" filmiyle ilgili olarak oldukça yoğun bir tartışma yaşandı ve yaşanacağa devam edecek gibi görünüyor.
Toplumumuzda geniş kesimlere hitap eden ve farklı yorumlara zemin oluşturan; "Nurculuk" gibi bir anlayışın öncüsünün yaşamıyla ilgili bir sinema filmine böylesine yoğun bir ilgi gösterilmesini doğal karşılamak gerek. Fakat bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde; mesele başka alanlara çekiliyor ya da çekilmek isteniyor. Said-i Nursi ile Mustafa Kemal arasında yaşandığı varsayılan bir sohbet; bu sohbette Said-i Nursi'nin Mustafa Kemal'in karşısında ayak ayak üzerine atarak oturmuş olması ve daha sonra Said-i Nursi'nin Mustafa Kemal'e gönderdiği mektup; filmin önüne geçti. İnsanlar filmi tartışmayı bırakıp bunu tartışmaya başladılar.
Doğrusu; bu yapılanların bir tür "halkla ilişkiler" (Pr) olduğunu düşünmüyor değilim. Bundan ala reklam mı olur? Ancak bu arada Said-i Nursi'ye ciddi tepki uyandırılıyor. Bu türden şeylere ne gerek var?..
Bu konuyla ilgili bir televizyon programına davet edildim. Sayın Ahmet Hakan; "Tarafsız Bölge" adındaki programında nitelikli tartışma zeminleri oluşturur. Buna güvenerek; "Türkiye'de din-devlet ilişkilerinin tartışılacağı" bir program umuduyla toplantıya katıldım. Fakat konu Said-i Nursi-Atatürk tartışmasında takıldı kaldı.
Filmi görmeden bir düşünce ileri sürmenin yanlışlığını bilmeme karşın öyle sanıyorum ki; bu filmi yapan yönetici konuyla ve dönemle ilgili olarak pek bilgili değil. Zira bizim toplantıdan önce katıldığı canlı yayında; yukarıda sözünü ettiğim karşılıklı konuşmanın "kıyafet konusundan" başladığını ve Said-i Nursi'nin getirilmek istenen kıyafete karşı olduğunu söylemesiyle başladığını dile getirdi.
"İnsaf" dedim içimden. Henüz 1922 yılında Lozan görüşmeleri başlamamış; ne Cumhuriyet söz konusu; ne diğer düzenlemeler. Kıyafet tartışmasından nasıl söz edebilirsiniz? (Tabii bu düşüncemi daha sonra yüksek sesle de dile getirdim.)
O geceki tartışmada da gün yüzüne çıkmış olan bir temel farklılık; Türkiye'de "din-devlet" ilişkilerinin (ya da isterseniz çelişkilerinin deyin) özünü oluşturuyor. Bu da şöyle özetlenebilir; "İslamiyet'in gündelik yaşamımızdaki etkisi ne kadar olmalıdır?.."
Tabii bu bireyden bireye değişir ama bu konuda devletin "tutum" ve "beklentisi" nasıl olmalıdır?
Günümüzde Türkiye'nin laik kesimlerinin büyük bir çoğunluğunun; "İslam şeriatı korkusu"nun başlangıcını oluşturan MSP iktidarı ya da MSP iktidar ortaklığı günlerinden kalma bir tartışmadır bu. Zaten bu korku nedeniyle; AK Parti'nin "Milli görüş gömleğini" terk ettiğine bir türlü inanmamakta ve "takiye yapıyor" söylemi sürekli dile getirilmektedir.
O dönemde kimi muhafazakâr siyasetçi ve yazarlar "İslamiyet'i camiye hapsetmek istiyorlar" diye isyan eder ve İslamiyet'i yaşamın her noktasına taşıma arzu ve niyetlerini dile getirirlerdi. Zaten %20 civarında bir oy oranı ile kendilerini iktidarda zannediyorlardı.
Aslında; isteyen istediği gibi yaşayabilmeli. İsteyen İslamiyet'i sadece camide yaşayabilmeli isteyen de yaşamının her yönüne taşıyabilmeli. Fakat hiç kimse; kendi "Müslümanlığını" başkalarına dayatmamalı.
Eğer devlet; İslamiyet'in cami dışına taşmasına göz yumarsa hangi İslamiyet'in cami dışına taşmasına göz yumacak? Zira memleketimizde (çok şükür) çok farklı düzeylerde Müslümanlık yaşanmaktadır.
Kimi kendini Müslüman olarak isimlendirmesine karşın İslam'ın 5 şartını yerine getirmekte tembel davranmaktadır. Bunlar biraz da toplumsal terbiye ile ilgili davranışlardır.
Örneğin benim çevremde; içki içme konusunda oldukça rahat olan insanlar; domuz eti yemek söz konusu olduğunda müthiş Müslüman kesilmektedirler. İçki içebilmekte ve bunun günahını düşünmemekte; fakat domuz eti yemek söz konusu olduğunda ağızlarına bile değdirmemektedirler.
Benzer bir tutum oruç konusunda görülmektedir. Her Ramazan orucunu büyük bir samimiyetle tutan pek çok arkadaşım; namaz söz konusu olduğunda seccadeye hiç yanaşmamaktadırlar.
Bu türden örnekleri çoğaltabiliriz. Türkiye'mizde kendini Müslüman olarak tanımlayan insanların büyük bir çoğunluğu farklı derecelerde din kurallarına uymaktadır. Örneğin; pek çok "Müslüman kadın" saçını örtmemektedir. Fakat bunlardan hiçbiri saçını örtmediğinden ötürü kendini İslamiyet dışı saymamaktadır.
Bir devlet eğer İslamiyet'in toplumsal yaşama müdahale etmesine göz yumarsa; o devlet artık laik olamaz. Zira toplumsal yaşama müdahalesine göz yumduğu din anlayışının savunucusu durumuna girer. Oysaki evrensel olarak herkesin fikir birliği içinde olduğu bir din anlayışı hiçbir yerde yoktur.
Said-i Nursi ile Mustafa Kemal arasında tartışma konusu olan şey bu olsa gerek...
Bugün