Said Nursi belanın nasıl önleneceğini anlatır

Musibetler, afetler insanları genellikle hazırlıksız yakalar

Erkam Emre'nin haberi:

Dünyanın neresinde olursa olsun her felaket ertesinde insanlar, ibadethaneleri doldurur ve Allah’a yalvarmaya başlar. Nisyanla malul olduğu için de bir müddet sonra eski hayatına geri döner. Teknoloji sayesinde kimi felaketleri evvelden bilebiliyoruz. Tıpkı Sandy kasırgasında olduğu gibi büyük bir musibetin yaklaştığını önceden duysak ne yapardık?

Musibetler, afetler insanları genellikle hazırlıksız yakalar. Fakat son dönemlerdeki teknik gelişmeler sayesinde felaketler önlenemese dahi bir nebze bilinebiliyor. Örneğin tsunami vakasında, çevre ülkeler yaklaşan dev dalgalardan korunmak için uyarılıyor. Geçtiğimiz haftalarda ABD’nin batı kıyılarını vuran Sandy kasırgası bu konudaki son örnek. Meteoroloji yetkililerinin çağrılarına ve alınan tüm tedbirlere rağmen fırtınada 50’den fazla insan hayatını kaybetti. Ahmet Kurucan, geçtiğimiz haftaki yazısında Sandy kasırgası müşahedelerini aktarmış; yaklaşan bir fırtına karşısında birkaç istisna hariç, külli bir duanın yapılmadığını belirtmişti. Felaket ertesinde insanların ibadethaneleri doldurduğunu, yardımların buralardan halka ulaştırıldığını yazmıştı. Bu tür felaketlerin ardından insanların yaratıcıdan korunma dilenmeleri olağan dışı bir durum değil. Lakin Rabb-i Rahim’i musibet gelmeden hatırlamak gerekiyor.

Rabb’i hatırlatan musibetler

Bakara Sûresi’nin 155. ayetinde şöyle buyruluyor: “Andolsun ki, sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele.” İnsan asli vazifesini unutup başka meşguliyetlere alâka gösterdiği zaman, Allah tarafından uyarılıyor. Pozitivist mantıkla yaklaşıldığında  birtakım hesaplamalardan öteye gidemeyen musibetlerin hikmeti burada yatıyor. Günahsız olduğu halde musibete gark olan peygamberler ve veli zatlar, onları kullukta yükselme vesilesi görmüş, sabır ve tevekkülle karşılamışlar.
Bediüzzaman Said Nursi’nin tabiriyle bu dünya bir “imtihan meydanıdır ve hizmet yurdudur”. Lakin çeşitli vakalarla asıl vazifesini hatırlayan insanoğlu, sonradan yine eski yaşantısına geri dönebiliyor. Kur’an-ı Kerim’de bu tür kişilerin yaptıkları şöyle tasvir ediliyor: “İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.” (Yunus Sûresi, 12) İnsanın bu hali kısa ömründe çoğu kez tekrar ettiği için, insan kelimesi, nisyandan (unutkanlıktan) türemiştir denir.

Az sadaka çok belayı def eder

Sadaka vermek dinî kaynaklarda sıklıkla tavsiye edilmiş, hatta bunun belaları önlemedeki rolü vurgulanmış. Efendimiz (sas), bir hadislerinde “Sadaka vermede acele edin; çünkü bela, sadakayı geçemez.” buyurmuşlar. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise sadakanın belayı nasıl önlediğini Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde şöyle açıklıyor: “Cenab-ı Hakk’ın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar. Meselâ bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarlarının, katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kat’iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler.” İşte verilen sadakalar, kader planında insana vurması beklenen bela ve musibetler e karşı kalkan mahiyetini taşıyor.

Tevbe, istiğfar ve helalleşmek için vesile

Bir musibetin ertesinde ibadethanelere koşup geceli gündüzlü dua etmek bela ve musibetlerden korunmak için elbette yeterli değildir. Zira duanın iki boyutu var ki bunlardan birincisi şimdiye kadar değindiğimiz kavlî duadır. İkincisi ise fiilî dua. Yani muhtemel bir musibet karşısında tedbir almak ve korunmak için  hazırlık yapmak duanın kabulü için birer vesile kılınmıştır.

Bununla beraber felaketi, geçmişte  işlenen hatalar ve günahlar için bir tevbe vesilesi görmek, teşrik-i mesaide bulunduğu kişilerle helalleşmek, borçlarını ödemek adına bir vesile olarak bilmek gereklidir. Zira Sandy kasırgası ve önceden haberdar olunan diğer felaketler dahi can kayıplarına tam manasıyla engel olamıyor. Ecelin bizi ne zaman bulacağı da meçhul.

Musibeti birilerine mâl etmek doğru değil

Bir Müslüman musibet sonrası tevekkül etmeli ve yaşadıklarına karşı sabrederek imtihana tabi tutulduğunu unutmamalıdır. İsyan etmek, gayretullaha dokunacak ifadeler kullanmak, insanın kendi acısı içinde boğulmasından başka bir işe yaramayacaktır. Peygamber Efendimiz (sas) sabrı tarif ederken, asıl sabrın musibet ilk vurduğunda gösterilecek olanı olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle her musibet ertesinde yapılan  yorumlardan biri de musibeti daima toplum içerisindeki günahkarlara mâl etmek. Bazı kimselerin böyle yaklaşımla “İşte gördünüz mü? Başımıza gelen belalar sizin yüzünüzden geliyor. Siz bunları hak ettiniz. Zamanında şöyle zulmetmiştiniz. Reva oldu size…” şeklindeki ifadeleri sağlıklı yorumlar değil. Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İsa Özel, bu tavrı şu şekilde yorumluyor: “Bu bakış açısı meseleyi tam ifade etmediğinden eksik bir yorumdur. Zira musibetler toplum içerisinde işlenen toplu günahlardan dolayı gönderilebildiği gibi insanın kulluk derecesini artırması için de gönderilmiştir. Bunun en güzel örneği vücudundaki yaralardan muzdarip olan Eyüp Peygamber’dir. Günahsızlık sıfatı olan bir kişiye Allah niçin dayanılmaz acılar göndersin? Meselelere tek pencereden bakmak bizi yanıltabilir. Bununla beraber her kişi musibeti kendi şahsında değerlendirmeli ve akıbeti için dersler çıkarmalıdır. Unutulmamalıdır ki bazen musibetler inananlar için de gönderilebilir.”

Zaman

Bediüzzaman Haberleri