Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER-ÖZEL
Bediüzzaman Said Nursi, Müslümanların andının, yemininin "iman" olduğunu söyler. Bediüzzaman Hazretleri, 27 Mart 1909 tarihli "Sadâ-yı Hakikat" başlıklı Volkan gazetesinde yayınlanan makalesinde İttihad-ı İslam'ın, İslam Birliği'nin özelliklerini ve şartlarını anlatır.
İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedînin (aleyhissalâtü vesselâm) birlik yönünün Allah'ın birliği, yeminin de iman olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri, meclisinin; mescidler, medreseler ve zaviyeler, üyelerinin; bütün Müslümanlar, tüzüğünün; Peygamber Efendimizin (asm) sünneti, kanun, emirler ve yasaklarının ise şeriat olduğunu belirterek, "Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir" diyor.
O makalenin tamamı şöyle:
"Tarîk-i Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi îmâ eden gizlemekten de müstağnidir. Hem o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i umman nasıl bir destide saklanacak?
Tekraren söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedînin (aleyhissalâtü vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlâhîdir. Peymân ve yemini de imandır. Encümen ve cemiyetleri, mesacid ve medaris ve zevâyâdır. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Nizamnamesi, Sünen-i Ahmediyedir (aleyhissalâtü vesselâm). Kanunu, evâmir ve nevâhî-i şer’iyedir. Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir.
İhfâ ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir.
Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâubaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.
جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَئِه اِينْ سِلْسِلَه اَنْد
رُوبَه اَزْحِيلَه جِه سَانْ بِكُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا (Cihanın bütün arslanlarının bağlandıkları bir zinciri hilekâr bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?)
Neşrettiğim fihriste-i makasıddan terk ettiğim bir fıkradır. Şöyle ki:
Zahiren hariçten cereyan eden maarif-i cedidenin bir mecrâsı da bir kısım ehl i medrese olmalı. Ta gıll ü gıştan tasaffi etsin.
Zira, bulanıklığıyla başka mecrâdan taaffün ile gelmiş. Ve atâlet bataklığından neş’et ve istibdat sümumu ile teneffüs eden ve zulüm tazyikiyle ezilen efkâra bu müteaffin su, bazı aksü’l-âmel yaptığından, misfat-ı şeriat ile süzdürmek zarurîdir. Bu da ehl-i medresenin dûş-u himmetine muhavveldir.
(Vesselâmü alâ meni’t-tebea’l-hüdâ)
Said Nursi
SÖZLÜK:
aksü’l-âmel : tepki, tepkime, reaksiyon
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
arz etme : saygıyla bildirme, sunma
atâlet : hareketsizlik, tembellik
bahr-i umman : Hint Okyanusu; çok büyük denizler gibi engin ve derin
cehalet : cahillik
cihet-i vahdet : birlik yönü
desti : testi
dûş-u himmet : himmet omuzu, güçlü himmet
ecnebî : yabancı
efkâr : fikirler, düşünceler
efkâr-ı umumiye : genel halka ait görüşler, düşünceler; kamuoyu
ehl-i medrese : medresede ilim tahsil edenler
emr-i vicdanî : vicdanî emir
encümen : meclis
evâmir ve nevâhî-i şer'iye : şeriatın bildirdiği emir ve yasaklar
fihriste-i makasıd : maksatların anlatıldığı liste
gayr-ı müslim : Müslüman olmayan
gıll ü gış : düşmanlık ve aldatma, kin ve hile
hâhiş : istek, arzu
hariç : dış
havf : korku
husumet : düşmanlık
ihfâ : gizleme
ihtizaza getirmek : titretmek, harekete geçirmek
iknâ : razı etme, inandırma
îmâ : işaret
istibdat : baskı, zulüm
ittihad : birleşme, birlik
İttihâd-ı İslâm : İslâm birliği
İttihad-ı Muhammedî : “Muhammedî birlik” mânâsına gelen ve 5 Nisan 1909’da İstanbul’da kurulan bir cemiyet
lâubali : saygısız, pervasız
maarif-i cedide : yeni bilimler
mahbup : sevilen
meabid-i İslâmiye : İslâm mabetleri
mecrâ : kaynak
medaris : medreseler, din eğitimi ve öğretimi yapan okullar
merakiz : merkezler
merbut : bağlı
mesacid : mescitler
mesleksizlik : belli bir fikri, tarzı olmama
meşreb : hareket tarzı, metod
misfat-ı şeriat : şeriatın süzgeci
muhavvel : havale edilmiş, yüklenmiş
muhit : çevre, etraf
munsif : insaf eden, insaflı
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
münşaib : kollara, şubelere ayrılan
müntesibîn : intisap edenler, bağlı olanlar
müstağni : tenezzül etmeyen, gerekli bulmayan
müteaffin : kokuşmuş
neş'et : doğma, kaynaklanma
neşretmek : yayımlamak
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
nizamname : tüzük; herhangi bir müessesenin tutacağı yolu ve uygulayacağı hükümleri gösteren maddelerin hepsi
peymân : yemin, and, kasem
rabt : bağlama, birleştirme
riya : gösteriş
sadâ-yı hakikat : hakikatın sesi
silsile-i nuranî : nurlu halka, zincir
sümum : zehirler
Sünen-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünneti, ahlâkı ve yaşayış tarzı
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
taaffün : bozulma, çürüme
tahkik : doğruluğunu araştırma
tarîk-i Muhammedî : Peygamber yolu, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yolu, sünneti
tarîk-i terakki : ilerleme yolu
tasaffi : arınma, temizlenme
tazyik : baskı
teneffüs : nefes alma, rahatlama
tevhid-i İlâhî : Allah’ın birliği
ulvî : yüce, büyük
vesselâmü alâ meni't-tebea'l-hüdâ : selâm Hüdâ’ya tâbi olanlar üzerine olsun
zahiren : dış görünüş itibariyle
zaruret : ihtiyaç, fakirlik, son derece yoksulluk, çaresizlik
zevâyâ : zaviyeler; İslâm kültüründe tekkelerin şubeleri gibi çalışmalar sürdüren zikir ve ibadet mekânları
zira : çünkü