70 sene önce bugün Büyük Cihat davası sonuçlandı ve Bediüzzaman Said Nursi beraat etti.
1952 yılında Büyük Cihat adlı gazetede yayımlanan "En Büyük İspat" adlı yazısından dolayı Bediüzzaman Said Nursi ve gazete müdürü hakkında Samsun'da dava açıldı.
Said Nursi Hazretleri'nin, Emirdağ'da başına gelen zalimane hadiselerden dolayı söyledikleri, yanındaki talebesi tarafından kaleme alındıktan sonra bir şekilde Büyük Cihat gazetesine gönderilir. Bu gazetede yayımlandıktan sonra Bediüzzaman ve gazete müdürü hakkında "inkılap aleyhtarlığı" suçlamasıyla kamu davası açılır.
Şiddetli hastalıklarından dolayı doktor raporlarıyla mahkemelere katılmayan Bediüzzaman, 29 Temmuz 1953 tarihinde suçlamalardan beraat eder. Ancak talebesi Mustafa Sungur 11 ay, Büyük Cihat Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Yücel ise 22 ay olmak üzere hapse mahkum edilirler.
Zafer Gazetesi 29.07.1953 tarihli haberinde ise şu bilgilere yer verir:
29 Temmuz 1953 tarihinde ise dört ay süren dava; laikliğe aykırı olarak dini hissiyatı alet ederek Saidi Nursi’nin nüfuzunu arttırmak maksadıyla yargılanan Mustafa Sungur 18 ay ve Büyük Cihat Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Yücel ise 22 ay hapse mahkûm olmuşlardır. Mustafa Sungur, Samsun Cezaevinde 11 ay yattıktan sonra temyiz edilen davanın bozulması ile tahliye oldu. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Yücel ise cezasını çekmeye devam etti. 22 ay hapis cezasını çektikten sonra tahliye oldu. Bu davada Saidi Nursi ise beraat etti. Samsun’da açılan Büyük Cihad davası da bu şekilde sonuçlanmış oldu.
Said Nursi Büyük Cihat meselesinin arka planını şöyle anlatır
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Samsun Mahkemesinden Sorgu ve Savcının Büyük Cihad’da intişar eden bir şekvâma dair beni Samsun Ağır Ceza Mahkemesine vermelerine dair bir davetiye geldi. Bana okudular. İçinde yalnız dört nokta nazar-ı ehemmiyete alınabilir gördüm:
Birincisi: Büyük Cihad’ın müdür-ü mes’ulü mahkemede müdde-i umumîye demiş ki: “Said Nursî o makaleyi bana göndermiş. Ben de neşrettim.”
Bu meselenin hakikati şudur: Ben hasta iken Emirdağındaki kardeşlerim yanıma geldiler. Emirdağında başıma gelen zâlimâne hâdiseye dair konuştuk. Hem hastalıklı, hem hiddetli, hem Ankara’ya şekvâ suretinde birşeyler söylemiştim. Yanımdaki hizmetçim kaleme aldı. Nur talebelerinin tensibiyle Ankara’daki bir iki Nur talebesine gönderip, tâ bazı dindar meb’uslara göstersinler, bu hastalığımda bana sıkıntı verilmesin. Hem gönderilmiş. Bazı meb’uslar da görmüş. Ve bilmediğimiz bir zatın hoşuna giderek Büyük Cihad müdürüne göndermiş. Ben kasem ederim ki, o zamandan şimdiye kadar bilmiyorum ki kim göndermiş. Fakat neşrolduktan sonra bir nüsha buraya gelmiş. Yeni harfleri bilmediğim için bana birisi okudu. Ben memnun oldum. “Allah razı olsun neşredenlere” dedim. Gerçi otuz beş seneden beri siyaseti terk etmiştim. Fakat Büyük Cihad gibi hâlisâne dine hizmet eden o cerideye ve onun sahip ve muharrirlerine din namına minnettâr oldum ve “Allah razı olsun” dedim. Haberim olmadan ve para da vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu.
İkinci nokta: Benim Samsun’daki Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmekliğime dairdir. Bu noktada bunu kat’iyen beyan ediyorum ki, Samsun havalisinde, hususan Büyük Cihad dairesine mensup mübarek âhiret kardeşlerim ve Nur talebelerini ziyaretle görmek için oraya gitmek isterdim. Fakat doktorların raporlarıyla, kat’î iktidarsızlığım o dereceye gelmiş ki, beş dakikalık karşımdaki, bu meselenin başlangıcı ve esası olan mahkemeye, bir buçuk senedir bana haber verdikleri halde gidemiyorum. Mecburiyetle müdde-i umumî ve hâkim vazifesini gören sorgu hâkimi yanıma geldiler. Medâr-ı sual ve cevap Büyük Cihad gazetesini de getirdiler. Gazetenin bazı sözleri benim sözlerim içine karıştırılmış. Ben de onlara cevaplarını vermiştim. Eğer faraza Ağır Ceza bu ehemmiyetsiz meseleye ehemmiyet verse, benim mahkememi Eskişehir’e nakline müsaade etsin ki, orada sıhhiye heyetinden iki aylık raporlu zehir hastalığı ile şiddetli hasta bulunduğumdan bizzat bulunabilirim. Yoksa imkânı yoktur. (Emirdağ Lâhikası - 2 / Sayfa: 104)