Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Çanakkale harbi döneminde ne yaptığına dair araştırma daha önceki yıllarda Risale Haber'de yayınlanmıştı. Tarihçi Ramazan Balcı'nın yazısını yeniden yayınlıyoruz:
Üstad Bediüzzaman’ın Sarıkamış cephesine III. Ordu vaizi olarak geldiği Kasım 1914 tarihinden Bitlis Cephesinde esir düştüğü 3 Mart 1916 tarihine kadar geçen yaklaşık 15 aylık süre onun bir ilim adamı olarak fiilen cihad emrini yerine getirdiği dönemdir.
Maddî cihad harici düşmana karşı yapılır. Vatanı korumak farzdır. Zira vatan insanın din özgürlüğünü, malını, canını ve hürriyetini her türlü saldırıdan koruyan bir sığınaktır. Sade bir toprak parçasının adı değildir. Bu hürriyetleri kaldıracak bir dış saldırı durumunda silaha sarılmak her Müslüman için farzdır.
Üstadın Sarıkamış cephesine geliş tarihi XI. Kolordu’nun Erzurum’a ulaştığı tarih olmalıdır. O’nun Kasım ayı içerisinde Sarıkamış taarruzundan önce yapılan Köprüköy ve Zivin muharebelerine katıldığı bilinmektedir. Köprüköy savaşından sonra ordu komutanının bir gecede ansızın 15 km geri çekilme emri vermesi ordunun moralini bozmuş, o tarihe kadar ordu emrinde olan 20.000 mevcutlu aşiret süvari alayları köylerini korumak adına dağılmışlardı. Son kalan 2000 süvarinin yanında Bediüzzaman da vardı.
Gerek bu bilgi gerekse onun XI. Kolordu emrinde bölgeye geldiği değerlendirildiğinde bizzat Sarıkamış kuşatmasına katılmadığı, ancak Aras vadisinde Rusları cephede tutmak gayesi ile yapılan taarruza katıldığı anlaşılmaktadır. Sarıkamış kuşatma taarruzu 1915 Ocak ayı ortalarında sona ermiş, bu cephede Mart 1916 tarihine kadar bir yıl süre ile savaş durmuştur. Ardından Başkomutan Vekili Enver Paşa İstanbul’a dönmüştür.
Bu tarihten sonra iki önemli olay yaşanmıştır. Bunlardan biri 19 Şubat 1915 tarihli Çanakkale deniz savaşı, diğeri Nisan ayında başlayan Van Ermeni isyanları ve 16/17 Mayıs’ta Rus işgalidir.
Üstadın Van bölgesindeki çarpışmalara katıldığı dikkate alınırsa Sarıkamış taarruzunun sona ermesinden hemen sonra Van’a geldiği anlaşılır. Mayıs ayının başından itibaren esir düştüğü 1916 Mart’ına kadar 10 aylık bir süre içerisinde Van, Gevaş, İsparit ve Bitlis savunmalarında bizzat savaşa katılmıştır.
Kronolojik olarak bakıldığında 19 Şubat 1915’te başlayan Çanakkale savaşı 8 Ocak 1916 tarihinde sona ermiş, aynı dönemde doğu cephesinde savaşan İmam Bediüzzaman Çanakkale harbine katılma fırsatı bulamamıştır.
BİTLİS SAVUNMASININ ÖYKÜSÜ
Aşağıdaki belge daha önce arşiv kaynakları arasında Fransızca olarak yayınlanmıştı. Bunun bir yabancı esere ait olduğu yanılgısı her nasılsa bazı çalışmalara girdi. Bu belge Üstadın bölgede etkin bir şekilde görev aldığını Ermeni çetecilerin kendisini yakından tanıdığını göstermesi açısından ilginçtir.
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Hizan kazâsının Uçum nâhiyesine tâbi‘ Nurs ve Avnik, End, Mezra‘-i End yaylası ahâlîsindeniz. Şatak kazâsı ile Müküs nâhiyesinin sükûtundan sonra civârımızda bulunan Livar, Kötis-i Ulyâ ve Süflâ, Çaçvan, Şifkâr, Edre-i Ulyâ karyeleri Ermenileri Özim karyeli komite re’îslerinden Lato nâm-ı diğerle Mihran, Serkis ve Rusya'dan geldiği rivâyet olunan Iğdırlı Kazar, Dilo nâmındaki re’îslerin başında toplanarak Kötis-i Ulyâ'ya geldiler ve oradan nâhiye rü’esâsına tezkire yazarak üç cihet teklîf etdiler.
Bu rü’esâ miyânında el-ân esîr veyâhûd telef edildiği meşkûk bulunan ve beyne'n-nâs Bedi‘ü'z-zaman Said-i Kürdî demekle ma‘rûf olan Molla Said de bulunuyordu. Bu teklîflerinde ya teslîm olmak ya nâhiyeyi tahliye etmek veyâhûd işinize gelirse muhârebe etmek idi. Bu teklîflerinden dokuz sâ‘at sonra 600 mevcûdla karyemize hücûm etdiler. Cümlesi şapkalı ve asker elbiseli olduğundan Rus askeri var mı idi, yok mu idi farkedemedik. Yalnız garîb insânlar çok idi. Bunlar ya Rus veyâ Rusya'dan gelen Ermeniler idi ve hiç bir ferd kalmamak üzere çoluk-çocuk, erkek-kadın cümlemizi toplayarak Mezra‘a-i End'e götürdüler.
İçerimizde İpayran [İspandan] eşrâf ve beylerinden Hurşid Bey oğlu Abdurrahman ve mahdûmu Musa ve â’ilesi de bulunuyordu. Erkek ve kadın cümlesi mu‘âyeneden geçirildi ve para ve huliyyâta â’id ne var ise cümlesi alındığı gibi, güzel kadın ve kızlara da ta‘arruz etmekden ve nâmûslarını hetketmekden çekinmediler. O gece istediklerini yapdılar. Sabah oldu. Bizleri ki, cem‘an 33 erkek idik, ayrı bir kâfile ve seksenden ibâret olan kadın-kız, çoluk-çocuğu bir kâfile ederek Müküs'e götürdüler. Kadınlar kâfilesi Çaçvan karyesinde bırakıldı. Erkek kâfilesi ve erkek çocukların kâffesi bir ferd kalmamak üzere cümlesi o gece kılıçdan geçirildi.
Bu sözler Dilo tarafından söyleniyor ve kumanda onun tarafından yapılıyordu. Avdet etdim, Çaçvan'a geldim. Bakdım ki bizim jandarma ve Kürd kuvveti müdîrimiz ve Molla Said Efendi ile oraya gelmişler, dört-beş sâ‘at müsâdemeden sonra kadınlar kâfilesini ellerinden almışlardı. Lâkin ne şekilde görmeli. Hele bî-çâre genç kızları da yüzleri bütün ısırılmış ve yürüyemeyecek bir hâle getirilmiş; çocukların bir çoğu ayak altında telef edilmiş idi.
İşte otuz üç erkek nâmına yalnız ikimizden başka kimse bırakılmadığını ve tahlîs edilen kadın ve çocukların ekserîsi de bi'l-âhire telef olunduğunu ve hele Hurşid Bey oğlu Abdurrahman Bey â’ilesinden bir kadından başka kimse kalmadığını ve gördüğümüz zulm ve gaddârlık kâbil-i ta‘dâd olmadığını ma‘a'l-kasem arzeyleriz.
Fî 18 Haziran sene [1]332 Karye-i mezkûreden olup bi'l-âhire
Iğdır'dan firâren avdet eden Mehmed oğlu Yusuf
Muhâcir karye-i mezkûreden Mehmed oğlu Abdurrahman
Yukarıdaki beyânâtda bi'z-zât hâzır bulunduğumuzu ve bu sûretle ifâde olunduğunu ma‘a'l-kasem tasdîk eyleriz. Fî 18 minh.
İsparan [İspandan] beylerinden Mustafa
Nâhiye Müdîri Mehmed Nezir
Nâhiye eşrâf ve beylerinden Uçum karyeli Mahmud
Ulemâdan Bedi‘ü'zzaman Said-i Kürdî'nin birâderi Molla Abdullah
İMAM BEDİÜZZAMAN’IN TARİHÇELERİNDE ALGI YANILMASI VAR MI?
Ben kendi adıma özellikle tarihçe çalışmalarında Üstadın daha çok kahramanlık cephesinin ya da şahsî cesaretinin ön plana çıkarıldığını düşünüyorum! Üstad gerçekten de bir insan olarak şahsî cesaretin hep zirvesinde yaşadı.
Ancak bu takdim tarzı zamanla –bana göre- O’nun dua ve ilticasını, insanî tarafını, mesleğinin iki esası olan acz ve fakrı nasıl yaşadığını göz ardı etmeye, en azından fikrî hayatın merkezine bunları yerleştirmeye engel oldu.
Tarihçelerde kahramanlık öykülerine öncelik verilmesinin bir sebebi zamanın ihtiyacının öyle olması olabilir. İkinci bir sebep bölge insanının fıtrat olarak kahramanlık öykülerine ve şahsî cesarete düşkün olmalarıdır. Bu yüzden Üstad’ın hep aynı cephesi ile ilgili hatıralar anlatılmış, O’nun kahramanlık yönü neredeyse ilmî yönünün önüne geçirilmiştir.
90 yıla yakın süren bir ömrün toplamda sadece 12 ayı maddi cihad ile geçmiş, geri kalan 80 yılı manevî ve ilmî cihad ile geçmiştir. Bana göre bu oran Üstadın hayatını takdim tarzında da korunmalıdır.
CEPHEDE BİR ALİM NASIL OLUR?
Külliyat sahibi bir dava sahibinin hayatın bir çok yönü için ortaya bir örnek koymuş olması gerekir. Başlıktaki soru önemlidir. Cephede bir alim nasıl olur? Belki de Bediüzzaman fiili cihada katılarak, imamlık görevinin bir yönünü cephedeki hayatı ile göstermek istemiştir. Hatıralara bu açıdan bakıldığında önemli noktalar hemen göze çarpar.
Birincisi, harp sırasında derslerine ara vermemiştir. İşarat ül İ’caz tefsirini yazmaya devam etmiş, hatta bazı nükteleri at üzerinde Molla Habib’e yazdırmıştır.
İkincisi, savaş süresince bütün hareketlerini muhacirlerin güven içinde geri çekilmelerini sağlamak –çoluk çocuğun, kadının kızın- hayatlarını korumak için yapmıştır.
Üçüncüsü, bunu sadece Müslümanlar için değil aynı zamanda düşman safları ardında kalan gayr-i Müslim mağdurlar için de uygulamıştır.
Söz gelimi İsparit nahiyesini ve doğduğu yer olan Nurs karyesini Ermeni çetelerinin işgalinden kurtarmış, Ermenilerin kaçamayan kadınlarını ve masum çocuklarını “Şer'an bunlara dokunmak caiz değildir” diyerek koruma altına aldırmıştır. Daha sonra bu kadın ve çocukları Ermeni fedailerine teslim edilmesi için göndermesi, Ermeni fedailerin bu tarihten sonra çoluk çocuğa dokunmama kararı almalarına yol açacaktır.
Dördüncüsü, bir dava adamı olduğunu hiçbir zaman unutmamıştır. Esaret hayatı ile ilgili hatıralar bu açıdan önemlidir. Kosturma’da bulunduğu koğuşu hemen dershane haline getirip esirlere ders vermeye başlaması, onun şahsî hislerinin peşine hiç düşmediğini, hayatını sadece davası için yaşadığını anlatan emsalsiz bir tablodur.
Bu değerlendirmeleri çoğaltmak mümkün elbette. Ancak sözün tahammül sınırlarını zorlamadan ifademi toparlamalıyım.
İşaret etmeye çalıştığım husus şimdiye kadar yapılanların yanlışlığını vurgulamak değildir. Ancak ölçüyü elden kaçırmadan şefkat kahramanı ve ömrünün çoğunu, insanların selameti için gözyaşları içinde geçirmiş bir Üstadın, insani yönlerine daha çok ihtiyaç duyulduğu bugün bir hakikattir.