Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi’nin Barla hayatını anlatan “Allah’ın Sadık Kulu” animasyon filmiyle ilgili değerlendirmesi ilgi toplayan gazeteci Meltem Gürsoy, Said Nursi’nin çevreciliği ile ilgili değerlendirmelere de yer verdi.
İlk yazısı sonrası bir çok okurdan tebrik mesajı aldığını hatırlatan Gürsoy, Gazikent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özdemir’in bir yazı gönderdiğini söyledi. “Yazdıkları benim yazımdan çok daha güzel çok daha edebi. Sevgili okurlarımın bu kadar güzel bir yazıdan mahrum kalmasını istemedim” diyen Gürsoy, Prof. Özdemir’in yazısını okuyucularıyla paylaştı.
İşte, “Sadık ve Çevreci bir Kul” başlıklı yazı:
Bayramda sinemaya gitmekte varmış. Salona girince filmin zamanlamasının yanlış yapıldığını düşündüm. Koca salonda sadece yedi kişi idik. Bayramlaşmak için uzun yollar kat eden ve her yıl trafiğe yüzlerce kurban veren insanımız bayramlaşmayı, sinemaya tercih etmiş olmalı. Film arasında diğer filmlere gelenlerin de az olduğunu gördük.
Filmi çocuklarımla birlikte izledik. Uzun zamandır birlikte izlediğimiz ilk filimdi. Film boyunca bazen duygulandık, bazen de güldük. Resmi ideolojin taşraya yansımalarına bakıp, ülkemizin bugünlere gelmesinde katkıları olanları daha iyi anladık. Dışarı çıkarken kendi aramızda filmin kısa bir kritiğini yapmaya başladık. Öncelikle hepimiz filmi beğenmiştik. Dahası, türünde bir ilk olması, başlı başına takdiri hak ediyordu.
Benzeri Amerikan filmlerindeki aksiyon ve akıcılığın olmaması, dikkatimizi çekmedi değil. Ancak bir İslam âliminin hayatından bir kesiti anlatırken, sadece vakit geçirmek ve hem de hızlı geçirmek; bunu yaparken de olabildiğince eğlenmek anlayışı ile yapılan bir filmden farklı olmalıydı diye düşündük. Filmde hepimizi etkileyen en önemli husus filmin müziği oldu. Hepimizi mest eden müzik, uzun süre kulaklarımızda yankılanacak. Benzer filmlerdeki ucuzluğu kaçıp, tasavvuf musikisinden enstantanelerle durumu kurtarmayı düşünmemişler. Dahası, musiki geleneğimizi, musikinin küresel gücü ile yorumlamlayıp, zenginleştirmişler. Ortaya etkileyici bir musiki çıkmış.
Özellikle Çam Dağı tepesindeki muhteşem gökyüzü manzaraları hepimizi büyüledi. Said Nursi’nin tek başına olduğu sanılan dağ başında, adeta tüm kâinatla kucaklaştığını gördük. Kâinatın sahibinin önünde “sadık bir kul” olma bu olsa gerek. İnsanların gündelik hayatlarının, hırslarının ve dar ideolojik kalıpların esir olduğu bir zamanda, kâinatı bir kitap gibi okumak ve okutmak. Arapça'nın ve hatta ezanın yasaklandığı bir zaman diliminde kâinat kitabını okumayı herkese ve her kesime öğretmek. Dahası kâinatın ve hayatın şifresini çözmek!
Beni en çok etkileyen hususlara gelince; birincisi ilk dönem Nur Talebelerinin sadeliği, hasbiliği, ihlâsı, adanmışlığı ve himmetleri idi. Sanırım Nur Risaleleri'ni bize ve dünyaya ulaştıran da bu hasbilik ve ihlâstı. Barlalı hanımların bu hizmetteki rolünü açık ve net olarak gördük. Kadına şiddetin her gün arttığı; kadın-erkek arasındaki“muhabbet” temelli ilişkilerin bozulduğu günümüz için önemli mesajlar var filmde.
İkincisi ise, filmdeki çevreci bakış açısıydı. Daha doğrusu “derin çevreci” bakış demek lazım. Kâinattaki tüm varlıkları Yaratandan ötürü seven bir zatla karşı karşıyayız. Resmi ideolojinin tüm araçları ile “siyasi düzeni yıkmaya çalışan muhalif siyasi bir figür” olarak tanıttığı bir insanın karıncalarla dostluğunu görüyoruz. Kaplumbağaya eziyete katlanamadığını, kuşlara, böceklere; kısaca hayat taşıyan her şeye nasıl şefkat ve merhametle dolu olduğunu görüyoruz. Bir yandan kendisi gibi düşünmeyenleri sürgün eden; bununla da yetinmeyip zehirleyerek yok etmeye çalışan bir anlayış, diğer yandan etrafındaki en küçük canlıyı rahatsız etmeyen; onların hayatına sevgi ve saygı dolu bir gönül insanı! Sığ çevrecileri bilmem ama derin çevrecilerin “Allahın sadık ve çevreci kulundan” öğrenecekleri var.
Avatar filminden çıkarken eşime “keşke Üstad hazretlerinin tabiat anlayışı da bu filmdeki görsellikte anlatılabilse!” demiştim. James Cameron'un Batıda bulamayıp, Hint Felsefesinden devşirdiği hikmetle “tabiata tuttuğu ayna”; bizim kültürümüzde mevcuttu. Avatar filminin tüm dünyada büyük ilgi uyandırması sadece zengin görselliği ve hareketli sahneleriyle açıklanamaz. Modern insanın zihninde cansız, ruhsuz ve anlamsız olan tabiatın canlı ve anlamlı olduğunu göstermesiydi. Tıpkı Mevlana’nın “tabiat bizim annemizdir” sözü gibi, tabiatın besleyici ve koruyucu boyutu çok güzel vurgulanmıştı. Kısaca, çevremizdeki varlıklara ve bizi kuşatan tabiata farklı bir gözle bakmaya bizi davet ediyordu.
Bu filmi yapanlar da benim gibi düşünmüş olmalı ki, kısa sayılabilecek bir sürede bu filme imza attılar. Kısa diyorum, zira usta yönetmen Cameron Avatar için yıllarca çalışmış ve beklemişti. Bundan dolayı başta Hidayet Karaca olmak üzere emeği geçen herkesi kutluyorum. Sinema tarihimize not düştüklerini bilmelerini istiyorum. Cameron’un kariyerine bakarak, gelecekte daha güzel filmler yapacaklarından da şüphem yok. Zaten filmdeki “Barla” kesiti, diğer kesitlerin de habercisi.
Mevlana, Yunus, Beyazıd-ı Bestami, İbn Arabî’den Said Nursi’ye kadar birçok kişinin felsefeleri ve hayatları bunun muhteşem örnekleri ile dolu. Çağdaş bir Müslüman düşünür olan Said Nursi’nin hayatı ve yazdığı Nur Risaleleri bunun teorik ve pratik örnekleri ile dolu.
Filmi izlerken birçok sahne karşısında büyülendim. Muhteşem bir tablonun, muhteşem bir musiki eşliğinde seyri beni büyüledi; adeta ruhum yıkandı. Yer yer yıkanan ruhumdan bazı damlaların gözlerimden taşmasına engel olamadım. Filmin bu niteliği ile sadece insanımıza değil, tüm insanlığa hitap ettiğini düşünüyorum.