Risale Haber-Haber Merkezi
Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Ekinci, Bediüzzaman'ın demokrasinin zaaflarından biri olan ayrıcalıklılara göz kırpma hastalığını 'ref-i imtiyaz lazım' ifadesiyle anlattığını söyledi.
Demokrasimizin zaaflarından birinin de ayrıcalıklılara göz kırpması olduğunu belirten Ekinci, "Bediüzzaman bu hastalığı 'ref-i imtiyaz lazım' ifadesiyle anlatır. Yani milletin birliği için imtiyazın, ayrıcalığın ortadan kalkmasıdır. Maalesef yıllardır doğuda yaşanan durum 'imtiyazlı demokrasi'dir. Yıllardır ‘şah’ ile ‘gedâ’ bir türlü bir olamamıştır. Yıllardır imtiyazlı grupların ve seçkin zümrelerin egemen olduğu listeler halka dayatılmıştır. Bu nedenle bölgede aşiret reisinin hakim olduğu bir demokratik kültür geliştirildi. Herkesin katılımcı olduğu demokratik yapı, sadece reyin sandıkla buluştuğu anlarda hatırlandı. Zaman zaman doğunun bazı bölgeleri bu şansı da yakalayamamıştır. Halbuki asıl olan yatay iletişimdir. Emredici ve manevi baskıya dönüşen dikey tavır ve tutumlar değildir. Halk ile siyasetçi arasındaki ilişki, Bediüzzaman’ın ifadesiyle 'peder ile evlat, şeyh ile mürit mabeynindeki vasıta gibi olamaz', olmamalıdır" dedi.
Geçmişte meşveret ve şuranın hakim olduğu dönemlerin toplumun izzetinin ve mutluluğunun güçlendiği dönemler olduğunu vurgulayan Ekinci, Bediüzzaman'ın sözlerine dikkat çekti. Ekinci yazısını şöyle sürdürdü:
"Demokrasi tarihimiz 1837 veya 1864’de seçim esasına dayalı ilk eyalet sistemi ile başlatılır. 168 yıllık sözde bir birikimimiz bulunmaktadır. Bu birikim imtiyazlı gruplar ile seçkin zümreler arasında gerçekleşmiş gibi görünmektedir. Halbuki İslam geleneğindeki “meşveret ve şura” prensibi, toplumun bütün katmanlarına yerleşmiş bir tarih ve muhtevaya sahiptir. Geçmişte meşveret ve şuranın hakim olduğu dönemler, toplumun izzetinin ve mutluluğunun güçlü olduğu dönemlerdir. Bu anlayış kendini yönetme iradesinin hakim olduğu bir kültürü anlatır.
"Bediüzzaman bu anlayışı “Asya’nın bahtının miftahı, meşveret ve şuradır” ifadesiyle özetlemiştir. Meşveret ve Şura toplumsal hafızada 19. Yüzyıldan itibaren silinmeye, yerine ise “besleme bir seçme ve seçilme kültürü” geçmiştir. Seçme-seçilme kültürü, I. ve II. Meşrutiyet dönemlerini, Türkiye Cumhuriyeti ile kapalı ve kesintili dönemleri yaşamıştır. Kapalı ve kesintili dönemlerle seçkinlerin ayrıcalıklılarına göz kırpan anlayış devrini tamamlamıştır. Artık millet hakimiyetini esas alan her türlü çabanın desteklenmesi ve yüreklendirilmesi gerekmektedir. Toplumun taleplerini dillendiren, izzetini ve onurunu koruyan demokratik bir kültürü ortaya koymak gerekmektedir.