Said Nursi Ermeni meselesine insani yaklaştı

Bediüzzaman belgeseli “Yolcu”yu hazırlayan Cemalettin Canlı ve Yusuf Kenan Baysülen, Ermeni cemaatinin çıkardığı Agos gazetesinde Said Nursî'yi anlattılar

Bediüzzaman belgeseli “Yolcu”yu hazırlayan Cemalettin Canlı ve Yusuf Kenan Baysülen, Ermeni cemaatinin çıkardığı Agos gazetesinde Said Nursî'yi anlattılar. Canlı, Bediüzzaman'ın Ermeni meselesindeki görüşlerini aktarırken, “O her konuya insanî yönüyle yaklaşan bir din adamı” ifadesini kullandı. 
 
SAİD NURSî’NİN ALEVİLERE BAKIŞI
 
Canlı, Said Nursî'nin Alevîlerle ilgili tavrını da “Onlar da İslâm dairesi içindedir diyor. Onun İslâm algısı dar bir kalıp içinde değil” dedi. Beysülen ise “Said Nursî Türkiye'nin dinî sosyal, siyasal geçmişi ve geleceğinde etkisi olan ve halen de etkisi olmaya devam eden bir isim” diye konuştu.
 
Said Nursî’nin Kemalizm, devlet ve Ermenilerle ilgili görüşleri üzerine

Son dönemde İslam ve cemaatlerle ilgili film ve araştırmalar giderek artıyor. Bu sayede, tabu olarak kalmış birçok gerçek de ortaya çıkıyor. Yapılan filmlerden etkilenenler İslam ve cemaatler konusunda derinlemesine bilgi edinmek için kitaplara sarılıyor. Bu anlamda en son örnek Bediüzzaman Saidi Nursî. Bugünlerde hayatını konu alan 'Hür Adam' filmi henüz gösterime dahi girmeden savcılık soruşturmasına uğradığından, Türkiye tarihinin bu önemli şahsiyetinin hayatı büyük merak konusu. Saidi Nursî’yi konu alan derinlemesine bir çalışma geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik tarafından DVD olarak yayınlandı. Yusuf Kenan Beysülen ve Cemalettin Canlı’nın hazırladığı ‘Yolcu’ belgeselinin yanı sıra hazırlanan kapsamlı kitap, meraklıların ilgisini tatmin edecek nitelikte. Nur Cemaati ve Bediüzzaman Saidi Nursî’yle İlgili detaylı bilgiler edinebileceğiniz bu çalışmalar aynı zamanda tarihin satır aralarında kalan bazı konulara da açıklık getiriyor. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık eden Saidi Nursî aslında Ermeniler açısından da çok bilinmeyenli bir denklemin parçası. Her zaman olaylara insani boyutu ile baktığı söylenen Nursî, 1915 yılında Osmanlı Ordusu adına görev yapmakta olan bir din adamıydı. Bu anlamda önemli kritik bir nokta Saidi Nursî’nin Van olayları sırasında bölgede olması; ancak kendi anlatılarında bölgedeki Ermenilere ilk olarak 1916’da yer verdiği görülüyor. ‘Yolcu’ belgeselinin yaratıcıları, yıllarını onunla ilgili gerçek verilere uğramaya adamış olan Yusuf Kenan Beysülen ve Cemalettin Canlı ile Bedüzzaman, yani “çağın hayret verici şahsiyeti” sıfatıyla anılan Saidi Nursî’yi anlamaya çalıştık. Yusuf Kenan Beysülen ve Cemalettin Canlı uzun yıllar Saidi Nursi üzerine çalıştı.
 
Saidi Nursî kimdir ve neden Saidi Nursî?

Yusuf Kenan Beysülen - “Türkiye’de ‘lanetlenen’ bir sürü insan var; Cumhuriyet’in, bir karşıtlaşma, çatışma zemini kurarak insanları lanetlediğini görüyoruz . Bizim ‘Lanetliler Bahçesi’ adını verdiğimiz geniş bir projemiz vardı. Cumhuriyet’in lanetlediği, bir tarafa ittiği bu insanların neden lanetli olduklarını çok da bilmiyoruz. “Şeyh” olduğu, “isyancı” olduğu, “Cumhuriyet’e karşı” olduğu gibi iddialar var. Bu lanetlenenler çeşitli insanlar. Mehmet Akif gibi milliyetçi-muhafazakâr, modernist bir İslâmcı, bağımsızlıktan yana olan bir insan; Rıza Nur gibi Cumhuriyet’in ilk kadroları içinde olan önemli bir insan; Refik Halk Karay gibi önemli bir yazar; Şeyh Said gibi bir Kürt isyancı... Bunları çoğaltabiliriz. Saidi Nursî de bunlardan bir tanesiydi. Saidi Nursî Türkiye’nin dini, sosyal, siyasal geçmişi ve geleceğinde etkisi olan ve halen de etkisi olmaya devam eden bir isim. Fikirleri, uygulamaları ve cemaatleriyle...

Cemalettin Canlı - Her şeyden önce bir din adamıdır. İkinci olarak politik eylemcidir, ama din adamlığı ve politik eylemciliği belli bir tarihsel birikimin üzerine oturduğu için bu kadar etkin ve anlamlıdır. Üzerine oturduğu bu birikim de, aslında 19. yüzyıl İslam düşüncesinin gelişmesi ve Osmanlı Devleti’nin özgün koşullarıdır. Yani kendi öğrenim formasyonu, medrese formasyonu sıradan bir din adamı, Kürdistan Medresesi Mollası olmasını gerektirirken, çeşidi nedenler, çeşidi rastlantılar sonucunda başka bir yola girmiş bir insandır. Bu başka yol da aslında 19. yüzyıldaki İslami yenilenme hareketleriyle; Cemalettin Afgani’yle ve Muhammed Abduh’un , Şeyh Sunusi’nin düşünceleriyle bir şekilde tanışmış olmasıdır. Bu çerçevede yaklaşıldığı zaman o bir ‘Kürt Mollası’ olmanın sınırlarını aşmış, İslami yenileyebilme kapasitesini de açığa çıkarmaya çalışan, bu anlamda Osmanlı devletinin, Kürtlerin, genel olarak İslam dünyasının ve en genel çerçevede de bütün insanlığın mutluluğu doğrultusunda etkinlikte bulunmuş bir din adamı ve ardından da politik eylem adamıdır.
(...)
Kitapta , Cumhuriyet’in kuruluşunda kurucu kadrolarla ilişkilerinin iyi olduğunu söylüyorsunuz. Sonra neler oluyor da yönetimin bu kadar izlediği, kovuşturduğu biri haline geliyor?

Beysülen - Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır. Kadrolar, anlayış... Hep oradan kalan ilişkiler. İttihat Terakki ve o dönemin önderleri hepsi. Şimdi Saidi Nursî ilk olarak, Osmanlı bütünlüğü içinde her ulusun yaşayabileceği; Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğer etnik unsurlar da dahil olmak üzere herkesin yaşayabileceği bir Hilafet bayrağı altında bir Osmanlı düşünüyor. Fakat siyasal akış, tabii farklı işliyor. Cumhuriyet ilan ediliyor, hilafeti kaldırıyorlar, saltanatı kaldırıyorlar, yani durum daha çok homojenleşmeye gidiyor. Artık yeni bir devlet var; Osmanlı’nın devamı, ama homojen bir yapının kurulmaya çalışıldığı ve bu süreçte bir sürü tasfiyenin yaşandığı bir durum söz konusu.

Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, ona destek verenlerle girilen bir hesaplaşma mı bu?
Beysülen - Elbette, devrim kendi evlatlarını yer derler ya, Cumhuriyeti kuran kadro aynı zamanda Fransız Devrimi’ni de iyi bilen bir kadro. Balkanlar’da, Trablus’ta savaştılar, 1. Dünya Savaşı’nı yaşadılar. Hayatları savaşla geçti. Dünyanın nereye gittiğini biliyorlar. O dünyanın içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yer alması için homojenleşmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar. Daha doğrusu muhalif olan unsurların ayıklanması gerektiği kanaatindeler.

Tek devlet, tek millet, tek bayrak mı?

Beysülen - Evet. Sünni-Türk bir devlet hedefleniyor . Bunu da başarıyorlar, bugüne kadar bu ideolojinin sürdüğünü görüyoruz. Tabii bu arada ilk Meclis (Kurucu Meclis) çok farklı bir meclis , çok demokrat bir meclis. Önce bu meclisin tasfiyesine gidiliyor zaten. Orda İslamcılar, Komünistle ve benzeri değişik gruplar tasfiye ediliyor. Saidi Nursî bu ekibi tanıyan bir insan. Bu ekiple İstanbul’da tanışmış, Meşrutiyeti yaşamış, Balkanlara gitmiş, 1. Dünya Savaşı’nda bunlarla birlikte savaşmış, İstanbul’a gelmiş, Milli Mücadele’yi desteklemiş, ona inanıyor çünkü. Ama Ankara’ya gittiğinde işin renginin değiştiğini görüyor. Çünkü Ankara’ya gittiği süreç tam da Saidi Nursî’nin, o dönemdeki adıyla “Saidi Kurdi’nin, işlerin artık değiştiği, kurtuluşun sağlandığı ve Lozan sürecinin yaşandığı; tasfiyelerin gerçekleştiğini gördüğü bir dönem. Devletin İslam’a bakışını, diğer etnik gruplara bakışını biliyor. Ve bu tasfiye sürecinde bir muhalif olarak rejimin karşısına çıkıyor, ama etkin bir muhalif güç olarak değil. Daha sonra devlet onu kontrol altına almak istiyor. Şunu ısrarla belirtiyoruz: Tehlike olarak görüldüğü anda devlet onu kontrol ediyor . Yani bu sadece Saidi Nursî ya da Nurculara ilişkin bir operasyon değil, herkese yapılan bir operasyon. Dönem geliyor Komünist avı, dönem geliyor milliyetçi avı başlatıyor; ama İslam’a karşı daha dikkatli, çünkü İslam’ın daha köklerde bir geleneği var. O dönem bir tek Bediüzzaman değil , herkes izleniyor, gözaltına alınıyor ya da tutuklanıyor veya sürgüne gönderiliyor. Bunun için muhalif olmak yetiyor.
 
Saidi Nursî’nin Kemalizm’le ilişkisi nasıldı?

Canlı - Saidi Nursî modern bir adam. İslam’ın gerilemesinin İslam’ın özünden uzaklaşmakla ilgili olduğunu düşünüyor. İslam’a özgü yönetim biçiminin ‘Meşveret’le, ‘Şura’yla olabileceğini, Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in İslam’a içerilmiş bir şey olduğunu, bunların İslam’dan “neşet ettiğini” savunan bir insan. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte süreç farklılaşınca, Kemalizm’e bulaşmamaya, açıktan eleştirmemeye çalışmış. Birtakım eleştirileri var, ancak bunlar da açıktan bir çatışma çağırır pozisyonunda eleştiriler değil. Kemalizm’den hoşlanmadığı açık. Mustafa Kemal’den de hoşlanmadığı açık. Bunu yarı açık ya da ima yollu söylediği yerler var. Yani bunları çok daha açık dile getirdiği yerlerin mutlaka var olduğuna inanıyoruz ama bu dokümanların henüz piyasaya çıkmadığı kanaatindeyiz. Çünkü binlerce, on binlerce sayfanın yazıldığı bir süreçte Kemalizm hakkında da mutlaka bir şeyler söylenmiştir. Kemalizm’le ilgili en sert tartışmaların tartışıldığı eserin ‘5. Şua’ olduğu söylenir . Bundan dolayı, Atatürk’e hakaretten hakkında defaatle davalar açılmıştır ve her defasında da 5. Şua’da yazılanların aslında Mustafa Kemal’le ya da başka birisiyle ilgili olmadığı, dini bir yorum olduğu söylenmiş, sonucunda bilirkişi raporları alınmış ve beraat etmiştir.

Anadolu’daki diğer inançlar ve özellikle de Alevi-Bektaşilik’e dair bir söylemi var mı?
Canlı - Din yorumu aslında çok katı değil. Alevilere ilişkin bir şeyler söylerken, sonuçta bunların temel düsturları Ehli Beyt sevgisidir diyor. Ehli Beyt sevgisi bizim için de farzdır, dolayısıyla bunlar da İslam dairesi içindedirler diyor. Bu onun İslam algısıyla da ilgili, İslam algısı dar bir kalıp içinde değil. Bulunduğu yerlerdeki Alevi türbelerini ziyaret ettiği de söylenir. Bu onun İslam algısının hayli geniş olmasıyla ve dar bir tanım içinde olmamasıyla da ilgili bir şey.
 
ERMENİLER VE SAİDİ NURSİ

“Milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir (bağlıdır)”
Cemalettin Canlı - Aslında her konuya insani yönüyle yaklaşan bir din adamı. Bu anlamda Ermeni katliamlarına da başka bir açıyla yaklaşmasını beklemiyorduk. Ermenilerle ilk karşılaşması Osmanlı döneminde Van bölgesine gittiğinde oluyor. Ermenilerin gelişmiş ve uyanışını yaşamış bir millet olduğunu söyleyerek onları örnek veriyor sözlerinde. Aşiret mensupları Ermenilerin kendilerine düşmanlık ettiğini, bu yüzden onlarla ittihat (birlik) kurmalarının zor olduğunu beyan ettiklerinde, yeni bir döneme girildiğini hatırlatarak onlara şöyle cevap verdiği söyleniyor: “Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdadın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzeti milliyeyi muhafaza ederek, musâlaha (barış) elini uzatmaktır.” (Münazarat, s: 678.) Ermenilerin uyandığını ve terakki ettiğini, bölgedeki aşiretlerin ise uykuda olduğunu belirterek, Ermenilerden öğrenilecek çok şey olduğuna vurgu yapıyor: “[Ermeniler] uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikri milliyeti hüşyâr ediyorlar. İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır.” İlginç olan, Saidi Nursî’nin 1915 yılında Van’da görevli olduğu söylenir, ancak kendisinin Van’a girişiyle ilgili bilgi, belge yoktur. Kendisinin söylemlerinde Ermenilere bu dönemde 1916 yılında rastlanır. Van’ın Ney bölgesinde Ermenilerden boşalan bölgeye girmişlerdir. O yıllarda bir takastan söz edilir. Takas sırasında Ermeniler Rusların işgal ettiği tarafa götürülüp bırakılmış diye resmi kayıtlarda var. Aynı dönemde Saidi Nursî’nin de 1500’e yakın Ermeni’yi sakladığı ve bu insanları Rus tarafına gönderdiği söylenir. Bunun tam belgesi kaydı yok ama iki açıdan da olay benzer tanımlanıyor. Bir diğer önemli nokta ise 1908 yılında Boğos Nubar Paşa ile Kürt temsilci Şerif Paşa’nın Paris’te imzaladığı bir anlaşma. Saidi Nursî’nin en fazla sıkıntısını çektiği konu, Şerif Paşa’nın Nubar Paşa ile Paris’te imzaladığı itilafname olmuştur. Ona göre bu itilafname gerçekten tehlikeli ve etkisiz hale getirilmesi gerekli bir yayındı. O bu konuda anında tepki göstermiş ve Şerif Paşa gibi beş-on şahsın Kürt milletini temsil etme yetkisinin olmadığını bildirerek Kürt milletinin hakiki temsilcilerinin Meclisi Mebusân’daki mebuslar olduğunu söylemiştir.

Mehmet Yüksel, Aris Nalcı, Agos
 

Sosyal - Medya Haberleri