Mustafa Duman-Risale Haber
Bugünkü gazete Rehber-i Vatan gazetesi.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra Bediüzzaman Hazretlerinin matbuat âleminde bilinen ilk makalesidir. Bu makale; (Muhteviyatı itibarıyla) II. Meşrutiyet’in ilanının (23 Temmuz 1908) üçüncü gününde 27 Temmuz 1908 tarihinde nutuk olarak İstanbul’da ve bir hafta sonra da Selânik’te irad edildiği gibi; 2 Ekim 1908–9 Ekim 1908 tarihlerinde Misbah Gazetesinin 2. ve 3. Sayılarında “Dağ Meyvesi Acı Da Olsa Devadır” adıyla yayınlanmıştır.
VEŞAVİRHUM Fİ’L EMR
6 Ağustos 1908 Perşembe
24 Temmuz 1324
9 Receb 1326
Kürdistan ulemâ-yı benâmından fâzıl-ı şehîr “Bedîüzzamân Fazîletlû Molla Saîd Efendi Hazretleri” tarafından ihdâ kılınmış ve gazetemize muâvenet-i kalemiyede bulunacakları da va‘d buyurulmuşdur.
Acâib-i Seb‘a-i meşhûre gibi bu inkılâb-ı azîm hürriyeti tevlîd ve meşveret-i Şer‘iye’nin terbiyesine verdiğinden Osmanlılığı cihangîr etmek isti‘dâdını göstermiş şöyle ki:
Bu hürriyet, tam zamânında doğdu, gayet tabîî olarak ahvâl ve ilcâât-ı zamâne terbiyesine hizmet edecek sun‘î ve ihtiyârî değil tâ külfete muhtaç olsun bu kadar tazyîkâtın te’sîriyle o kadar hamiyet galeyâna gelmişdi ki gûyâ hürriyyet tekemmül etmiş ve kademnihâde-i sâha-i imkân olduğu anda hükümfermâlığını icrâ etmiş ve birâderi olan hilâfetpenâh efendimizi cihangîrlik ile tebşîr etmiş. Bu hakikat ba‘zı hakâik-ı sâbite üzre teessüs edecek bir sedd-i âhenîn hiçbir müsâdemâta karşı tezellüle uğramayacak
Birincisi, Mecmû‘da bir kuvvet bulunur hiçbir ferd o kuvvete mâlik olamaz. Bir kalın şerit ile ince bir telin kuvveti gibi.
İkincisi zamân-ı sâlifde vahşetin mülâzımı ve tenâkus ve tedennînin mahkûmu olan kuvvet ve cebir, âlemde hükümfermâ idi. Hangi devletin deverân-ı demi hükmüne geçmiş ise kendi gibi o devleti bir ömr-i tabîî ile kaydetmiş ve ecel-i inkırâzın pençesine vermiş ve bu zamanda âlemin hükümrânı ilm ve ma‘rifetdir.
Müvellidi medeniyyet ve şânı tezâyüd-i ömr-i ebedî olduğundan herhangi devletin hayâtı ve müdebbiri, ölmüş olan a‘sâbına kuvvet vererek o kayd-ı inkıtâ‘dan tahlîs ve küre-i arz kadar yaşamasına isti‘dâd verir.
Üçüncüsü, Zamân-ı mâzîde her ferd isti‘dâd-ı gayr-i mütenâhîye mâlik iken o kadar dar ve mahdûd dâire içinde hareket ediyordu ki bütün himmetleri ve ahlâk ve efkârları o dâire nisbetinde tedennî ve mahsur kalmış idi bu inkılâb-ı azîmden sonra hürriyyet, fikr-i beşerin ağır zincirlerini kırdı ve isti‘dâd-ı terakkiye karşı olan sedleri hedm etdi dünyâ kadar o dâireyi tevsî‘ etdi İsti‘dâddaki gayr-i mütenâhîlik hükmünce cevher-i insâniyet ve hakikat-i İslâmiyet feverâna başladı. Bundan sonra en ufak bir adam en âlî merâtib-i beşer olan idâre-i umûmiyeyi nazara alacak ve oraya kadar elini uzatacak ve ahvâl ve etvârıyle Süreyyâ kadar ulvî olan idâre-i umûmiyede zî medhal olduğunu izhar edecek, serâdan Süreyyâ’ya kadar âmâl ve müyûlâtını îsâl edecek ve himmeti o dece ulvî olacak ahlâkı da o nisbetde teâlî ve efkârı da memâlik-i Osmâniye’ye kadar tevsî‘ edecek Eflâtun’ları İbn-i Sînâ’ları, Bismark’ları, Dekart’ları geri bırakacak birçok şübbân-ı vatan zuhûra geleceği kaviyyen me’mûldür.
Lâsiyyemâ bu memleket umûm enbiyânın mahall-i zuhûru ve düvel-i mütemeddine-i sâlifenin mehd-i teşekkülü ve şems-i İslâmiyyet’in maşrık-ı tulûu olduğundan ahâlinin sâha-i fıtratlarında ekdikleri isti‘dâdâtı bu hürriyyet yağmuruyla neşv ü nemâ bulursa şecer-i tûbâ gibi dalı, budakları herbir tarafa açılacakdır.
Dördüncüsü eski zamanda revâbıt-ı ictimâiye ve levâzım-ı teayyüş ve fevâid-i medeniyet okadar teşa‘-ub etmediğinden bazı adamların fikirleri idâresine kâfî imiş ammâ bu zamanda revâbıt-ı ictimâiye iştibâk ve tekessür ve levâzım-ı teayyüş o kadar teaddüd ve tenevvü‘ tenevvü‘ ve semerât-ı medeniyet o kadar tefennün ve teşa‘-ub etmiş ki bunu yalnız kalb-i millet hükmünde olan Meclis-i Meb’ûsân ve fikr-i ümmet makâmında olan meşveret-i Şer‘iye ve kuvvet-i medeniye menzilesinde bulunan hürriyet-i efkâr idâre ve terbiye edebilir. Şimdiye kadar efendimiz iktidâr-ı fevka’l-âdesiyle hârikulâde olarak kerâmetini göstermekle cihangirliğe olan isti‘dâdını izhar etmek içün bu kadar dehşetli ve cesîm devleti fikr-i Eflâtûnâne ve kuvvet-i İskenderânesiyle omuzunda taşımış.
İhtâr ediyorum ki bir cesed def‘aten cemî‘ zerrâtı tehallül ve yeni zerrâtdan teşekkül eylemesi muhâl olduğundan cism-i devletde birdenbire me’mûriyyeti ref‘ ve yenilerini ikâme muhâl olmasa da müteazzirdir. Esâsen kâbil-i ıslah olmayan kesâni tabîat-i hükûmet ifrâz edecek ve tebdîl-i mesleğe kâbiliyet ve isti‘dâdı olan me’murların da tecrübeleri hasebiyle maslahaten me’mûriyetlerinde ibkâları zarûrîdir. Zîrâ dahâ güneş magribden tulû‘ etmediği içün tevbenin kapısı açıkdır. Bunların umûmu aleyhinde idâre-i kelâm etmek Allah esirgesin ittihâd-ı milleti fenâ bir hastalığa hedef eylemek olacağından kat‘iyyen câiz olamaz.
Beşincisi Şerîat-i Garrâ kelâm-ı ezelîden geldiği içün ebede gidecekdir. Sadr-ı evvelin hürriyyeti ve müsâvâtı bürhân-ı bâhirdir ki Şerîat-i Garrâ hürriyyeti cemî‘ revâbıtı ve levâzımâtı câmi‘dir buna binâen kat‘iyyen hükmediyorum ki şimdiye kadar vuku‘ bulan tedeniyâtımız ve noksâniyâtımız ve sû-i ahvâlimiz Şerîat-i Garrâ’nın ahkâmına adem-i mürâatimiz netâyicidir ve ba‘zı müdâhinlerin keyf-i mâyeşâ etdiği sû-i tefsîridir. Zaman öyle müdhiş bir sille vurdu. İnsâniyetimizi mevt derecesine ve İslâmiyet’imizi fenâ bir hastalığa uğranmışdı. İbret alalım ikinci bir silleye istihkâk göstermeyelim.
Meşhur Kürd Hocası Molla Saîd Bedîüzzaman