Risale Haber-Haber Merkezi
1921 yılının bahardan kalma bir günüydü. Bediüzzaman, talebelerinden Molla Süleyman'la birlikte Ayasofya'da cemaatle namaz kılmış, yakında bir çayhanede oturmuşlardı..
Zamanın meşhur birkaç alimi de orada ilmi bir konu üzerinde tartışıyorlardı. Bediüzzaman'ın gelmesiyle hepsinin yüzü aydınlandı. Onun ilmine ve muhakeme gücüne güveniyorlardı. Soruyu Said Nursi'ye de sordular.
Cevaplamak onun için zor olmadı, kısa bir izahla meseleleri bir anda çözüverdi. Herkes memnun ve müteşekkir olmuştu. Bir çay da ona ısmarlamak istediler. Kabul etti.
Çayını içtikten sonra müsaade isteyip kalktı. Süleyman'a, 'Gidelim' anlamında bir işaret yaptı. Dışarı çıktılar.
Zaman zaman sinemaya gitmek adetiydi. Süleyman'a;
"Süleyman, haydi sinemaya gidelim" dedi.
Süleyman: "Olur" dedi, ama şaşırmıştı! 'Sinema mı?' diye geçirdi içinden. Üstad bunu nasıl söylerdi?
Bediüzzaman, Süleyman'ın içinden geçenleri okudu sanki; "Ben sinemaya başkalarının gittiği gibi gitmem. Ben ibret için, ders çıkarmak için sinemaya giderim" dedi.
O zamanki filmler sessizdi ve hareketli filmler değildi. Yerli filmler de henüz yoktu..
Beraberce Eminönü-Sirkeci'deki Alemdar Sineması'na gittiler. (Bu sinema Ayasofya'dan Gülhane Parkına inerken Zepnep Sultan Camii'nin karşısında idi. Şimdi yerinde bir oto galerisi bulunuyor.)
Birinci mevkiden iki bilet aldı.
Her zaman iyi ve güzel yeri tercih ederdi.
Bir süre filmi seyrettikten sonra arkasında oturan Molla Süleyman'a dönerek;
"Süleyman, ne anladın bu filmden" dedi.
Süleyman'ın cevabı kısa oldu:
"Hiiiçç!"
Bediüzzaman:
"İşte dünya da böyledir. Kendisi sabit olmadığı gibi içindekiler de öyledir. Fanidir, durmuyor, gidiyor. Onun için dünyaya güvenme, bu film kadar kısadır. Sinema perdeleri gibi akıp gidiyor, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor."