Said Nursi, hiç bir zaman ırkları inkar etmedi

Hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslamiye Bediüzzaman'ın zaman zaman dile getirdiği bir husustur

Risale Haber-Haber Merkezi

Risale Akademi’nin, Akademik Araştırmalar Vakfı (AKAV) ile birlikte düzenlediği “Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi” konulu konferans 1 Ekim 2011 tarihinde yapılacak.
Akademisyenler, yazarlar ve gazetecilere gönderilen Münazarat soruları okuyucuların da katılımına açık. İşte 3. soru ve özetlenen cevaplar:

3. Bediuzzaman “Saykal-ı İslamiyet” adını verdiği Muhakemat ve “Ekrad Reçetesi” olarak adlandırdığı Münazarat’ın teliflerini hamiyet-i İslamiye ve hamiyet-i milliye olarak telaffuz eder:

“Sâbian: Şu “Saykâl-ı İslâmiyet” ve “Ekrad Reçetesi” olan iki eser, o dehşetli dağ ve dere ve sahrâlarınkuvve-i münbitesi fevkalâde neşvünemâ vererek, kırk elli gün zarfında hem yeşillendi, hem cesim bir şecere oldu, hem meyve verdi.Evet, öyle bir vakitte vücuda geldi ki, dağlar beni derelerin yed-i haşînine fırlatıyordu. Onlar da, beni sahrâların yüzlerine çarpıyordu. Sonra, hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslâmiye şu iki sınıf meyveleri dağ başından koparıp ve bâzan rüzgâr vurup, derenin dibine düşmüş meyveleri ilâç için toplayıp, medine-i medeniyetin çarşısına getirdiler. Hatta bir kısmı Bâşid Dağının yemişidir, bir tâifesi Ferrâşîn Ovasının meyvesidir, bir miktarı Beytüşşebap Deresinde, kırmızılanmışsemeresidir. İşte, şu iki eseri yazdığım vakit, zaman kısa, mekânvahşi, ben seyyah, zihin müşevveş, vücut yarım hasta, yazmak acele olduğundan, elbette müşevveş olur.”

Şu halde, Münazarat, hamiyet-i milliye ürünü müdür? Öyleyse, bunun İslamiyet milliyet ve hamiyetiyle ilişkisi nasıl kurulabilir? Günümüzde Kürt kimliğine ilişkin tartışmaları bu açıdan nereye koyabiliriz?

Mehmet Ali Kaya:

İslam’ın yüce ahlakından birisi de “Hamiyet-i İslamiye” ve “İslamiyet Milliyeti”dir. Hamiyet, gayret ve ideal anlamına gelmektedir. İslam’ı öğrenmek, imanda terakki ve tekâmül etmek, salih amellerde yarışmak ve zamanını boş yere, oyun ve eğlencelerle geçirmeden “dine, imana, kur’âna ve insanların ahiret hayatına hizmet” için gereken gayreti göstermektir.

Müslümanların dertleri ile ilgilenmek ve yardımcı olmak da hamiyet-i islamiye gereğidir.  Peygamberimiz (sav) “Müslümanların derdini dert edinmeyen onlardan değildir” (Taberani, Mecmau’l-Evsat, 1:151; 7:270) buyurur. Müslümanların derdini dert edinmek kişinin hamiyet sahibi olduğunu gösterir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde müslümanların “İyilik ve takvada yardımlaşmalarını” (Maide, 5:2) bir başka ayette ise “Hayırda yarışmalarını” (Bakara, 2:148) ister. Hayırda, iyilikte ve takvada yarışmak öncelikli olarak insanların imanına ve ahiretine hizmet etmektir. İşte hamiyet-i islamiye budur.

Hamiyet ve gayret fedakârlık duygusunun inkişafı ile ortaya çıkar. Bediüzzaman “Hutbe-i Şamiye” de “Müslümanların en büyük yanlışlarından birisi ve geri kalmalarının sebebi himmet ve gayretlerini kişisel menfaatleri elde etmeye odaklanmalarıdır” demektedir. Şahsi menfaatlerini ikinci plana atarak müslümanların dertlerini dert edinmek ve hayırda yarışmakla kişi himmet ve hamiyet sahibi olunur. Hamiyet, himmetin ileri ve kemal mertebesidir. Himmet ise gayretli olma halidir. “Ehl-i himmet” “Uluvv-ü himmet” gibi kavramlarla kişinin yüksek ideal ve amaçlar peşinde koştuğu ifade edilir.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “hamiyet”, “hamiyet-i cahiliye” (Fetih, 48:26) olarak geçmektedir. Hamiyet-i cahiliye ise övülmek, kahramanlıklarını göstermek ve şöhret için kavim ve kabilesini müdafaa etmek için gösterilen üstün gayreti ve taassubu anlatmaktadır. Buna “Asabiyet-i cahiliye” de denilmektedir. Asabiyet-i cahiliye “ırkçılık” anlamında olup kavim ve kabilesini, milletini mutaassıbane müdafaa etmek anlamına gelmektedir. Cahiliye adeti olarak kabul edilen bu durumu peygamberimiz (sav) yasaklamıştır. Çünkü “Asabiyet-i cahiliye birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslamiye ise, nur-u imandan in’ikâs edip dalgalanan bir ziyadır.” (Mesnevi-i Nuriye, 205)

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ırkçılığı ve milliyetçiliği gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir macun olduğunu ve onu istimal edeni sarhoş ettiğini ifade ederken, hamiyet-i islâmiyeyi imandan kaynaklanan bir ışık olarak tarif etmektedir. Hamiyet imandan kaynaklanırsa nur ve ziya olurken, ırkçılıktan kaynaklanırsa zulmet şekline bürünmektedir.

Dinsiz felsefeden kaynaklanan ve fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet riyaya şan ve şeref namını vermiş, insanları riyaya sevk etmektedir. Hakikaten insanlar riyaya o derece alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi, milletlere ve unsurlara riyayı teşmil ederek gazeteleri dellal, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden ferdî ve şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” unvanı altında milliyetçiliğe feda edilmektedir.” (Mesnevi, 318) Böylece “millet için ferdin hukuku nazara alınmaz” diyerek ferdi ve şahsi hayatlar feda edilmekte ve pek çok haksızlık ve zulme sebep olunmaktadır.

Bediüzzaman imandan kaynaklanan hamiyeti “muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesi” olarak tarif eder ve “nefret hamiyetin zıddıdır” (Sünuhat, 199) der. Hamiyetin en güzel ifadesi kişinin dini ve manevi değerleri için kendi şahsi hayatını feda ederek “şehitlik” mertebesine ulaşmasıdır. (Mektubat, 313) Kişi dini inançlara, manevi değerlere karşı muhabbet duyup hürmet ettiği ve milletine karşı şefkat hissi taşıdığı zaman “hamiyetli” bir insan olur.

Hamiyetli bir Müslüman merhamet gereği “Sen çalış ben yiyeyim” demeyeceği gibi, “Başkası acından ölürse ölsün bana ne” diyemez. Böylece faizcilik ve tefecilik gibi iktisadi yanlışlar içinde olmayacaktır. Hürmet ve muhabbet gereği de “küçüklerini sevecek ve büyüklerine hürmet” edip yardım edecektir. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyüklerine hürmet etmeyen bizden değildir” (Ebu Davud, Edeb, 145) ferman etmişlerdir.

Sevgi ve muhabbetin olmadığı yerde himmetten ve hamiyetten bahsetmek mümkün olmaz. Nitekim peygamberimiz (sav) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız.” (Müslim İman, 93) “Birbirini sevmede, birbirine acımada ve birbirine şefkat göstermede müminler bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca diğer uzuvları da ona ortak olur” (Riyazu’s- Salihin, 1:277) buyurmuşlardır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenidir. Ebna-yı cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir” (Hutbe-i Şamiye, s. 151-152) buyurarak himmet ve gayret sahibi insanın şahsi menfaatinden fedakârlık ederek toplum için çalışan kişi olduğunu belirtir.

Kişi şahsi menfaatini terk etmedikçe ne züht ve ne de himmet ve hamiyet sahibi olamaz. Bediüzzaman “Zühdün manası terk-i menâfi-i şahsiyedir” (Münazarat, 277) “Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur” (Hutbe-i Şamiye, 152) demektedir.

Namusunu, şerefini, mukaddesatını koruyamamaktan dolayı utanmak ve sıkılmak da hamiyetten kaynaklanmaktadır. Mukaddesatı, Kur’an ve sünneti müdafaa ve muhafaza gayretine de hamiyet denir. İslam dini “hamiyet-i cahiliye”yi yasaklamış, “hamiyet-i diniye”yi tavsiye etmiştir. Hamiyetin dine ve millete bakan iki yönü vardır. Dine bakan yönü insanı ahrete ve Allah rızasına yönlendirirken, millete bakan yönü ile de bireyi “vatan ve millet için” fedakârlığa ve gayrete sevk etmektedir. İslamiyetin her ikisine de sahip çıkarak teşvik ettiğini belirten Bediüzzaman “İslamiyet katında din ve milliyet bizzat müttehittir. İtibarî, zahirî ve ârızî bir ayrılık var. Belki, din milliyetin hayatı ve ruhudur. Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı, hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kalası olmalı. (ESDE, 2009, Hutbe-i Şamiye, s.357) buyurarak bunun sınırlarını çizmiştir.

Dine dayanmayan ve Allah rızasını gözetmeyen bir hamiyet insanı ırkçılığa götürürken, sadece ahrete yönelen ve dünyayı, milleti ve vatanı önemsemeyen bir yaklaşım da taassuba, ülke için fedakârlıktan kaçınmaya, “neme lazım” düşüncesi ile vurdumduymazlığa ve İslam milletinin zillet ve sefaletine sebep olmaktadır.

Bediüzzaman hamiyet ve gayret “Ümit ve Emel” sahibi olmak gerektiğini ifade etmektedir. Onun zıddı yeistir ve “Yeis aczden gelir. Yeis mani-i her kemâldir. Hamiyet ise şiddet-i mevâniye karşı şiddetle mukavemet etmektir. Çabuk ye’se ınkılab eden hamiyet hamiyet değildir” (ESDE, Münazarat, 214) buyurur.

İnsanı dini bakımdan gayrete getiren cennet ve saadet-i ebediye ümidi olduğu gibi, dünyada da gelişmeyi, terakki ve tekâmülü sağlayacak olan ve izzet ve şerefle yaşamayı netice veren, İslam’ın ve Müslümanların diğer milletler ve dinler karşısında izzetini artıran ve zillet ve sefaletten kurtaracak olan “ümit ve emeldir.” Geleceğe ümitle bakmak ve gelecekten ümitli olmaktır. İstibdadın eseri olan ümitsizlik, insandaki istidat ve kabiliyetleri söndürür ve insanlık cevherini öldürür. Ümitsizlik insanı bencil ve tembel yapar. Her türlü ahlaksızlığın temelinde ümitsizlik vardır. Bu ise Bediüzzaman’ın ifadesi ile acizlikten ileri gelir. Her gelişmeye manidir. Hamiyet ve gayret ümitten nemalanır ve her nevi sıkıntıya göğüs germeyi, dini ve milleti için her türlü fedakârlığı göze almayı netice verir. Himmet ve gayretin büyümesi ile ahlak da o nisbette yücelir. İnsanı da şahsi menfaatini takip eden şahıs olmaktan çıkarır ve ülkesi için çalışan vatandaşlar haline getirir. Bunun için Bediüzzaman “Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başına bir millettir” demektedir.

“Hamiyet ayrıdır, iş ayrıdır” buyuran Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Bence bir kalb ve vicdan fezail-i islamiye ile mütezeyyin olmazsa ondan hakiki hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve sanat başka olduğu için, fasık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salahat ve mahareti, tabir-i âherle fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cemedenler vezaife kifayet etmezler. Öyle ise ya maharettir veya salahattir. Sanatta maharet ise müreccahtır” (ESDE, Münazarat, 236) buyurarak dindar olmayan insanların da hamiyet ve gayret sahibi olabileceklerini belirtmiştir.

Sonuç:

Şu halde, Bediüzzaman’ın “Münazarat”ı, hem hamiyet-i diniye hem de hamiyet-i milliye ürünüdür. İslamiyet milliyeti ile hamiyet ilişkisi yukarıda izah edildiği şekilde kurulabilir. Günümüzde Kürt kimliği Kürtlerin vatanperverlik ve gayret duygularını geliştirirken Türk kimliği de Türklerin, Arap kimliği de Arapların hamiyet duygularını geliştirir ve Avrupa medeniyeti karşısında gayrete getirirken “İslamiyet Milliyeti” içinde Kürt, Türk ve Arap kimlikleri yerleştirilebilirse “İslamiyet” öne çıkar. Böylece Bediüzzaman’ın “Milliyetimiz bir vücuttur, ruhu İslamiyet aklı ve Kur’an ve İman” olur.

Bunu sağlamanın yolu da “Önce Meşrutiyet/Demokrasi idaresi ve Hürriyet Prensipleri” çerçevesinde bir araya gelebilmek ve şiddeti bir kenara bırakmaktır. Devlet ve hükümet bu konuda ortak hareket etmediği ve Türkler ve Kürtler yani her iki taraf ırkçılığı ve şiddeti bırakmadıkça ne hamiyetten ve ne de İslamiyet milliyetinden ve ne de Demokratikleşme ve Hürriyetten söz edilemez…

Vâ esefa ve hayfâ ki Risale-i Nuru okuyan ve Nur Talebesi olduğunu iddia edenler dahi “Demokrasi ve Hürriyete” küfür dedikleri ve Bediüzzaman’ın “Meşrutiyet” fikrini “Krallık idaresinin baskıcı ve istibdada kuvvet veren şeriata uymayan şeriat uygulamaları ve bireycilik, meşveret yerine itaat kültürü ve tarikat düşüncesi” ile çarpıtıldığı sürece istibdat ve hamiyet-i cahiliye, yani ırkçılık kuvvet bulacak ve şiddet cihad olarak adlandırılacak ve kuvvet bulacak, kaos ve anarşi bitmeyecektir.

Yrd. Doç. Dr. Atilla Yargıcı:

Hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslamiye Bediüzzaman'ın zaman zaman dile getirdiği bir husustur. Said Nursi, ırkları inkar etme yoluna hiçbir zaman gitmemiştir. Ancak insanın sadece hamiyet-i milliye ile hareket etmesi, dinin insanları birleştirici, kardeşlik projesini dinamitlemesi demektir. Bu yüzden Nursi, bölge insanın kültürel yapısına uygun olarak bir hamiyet-i milliyeye sahiptir. Ama onun olumsuzluklarını ortadan kaldıracak, ifrat ve tefritten kurtarıp dengeli bir insan yapacak olan hamiyet-i İslamiyedir.

Bölge insanın ihmal edilmesini önlemek, istismarının önüne geçmek, cehaletini izale etmek, kültür ve bilinç seviyesini yükseltmek demokrasiyi esas alan bir devlet ile sağlıklı  bir ilişki kurmalarını sağlamak, sorunları büyümeden çözmek için hamiyet-i milliye önemlidir. Ancak hamiyet-i islamiye olmazsa, bunların hiçbirisini temin etmek neredeyse imkansızdır, olsa bile çok eksik kalacağı, sorunların büyütmekten başka bir işe yaramayacağı  açıktır. Said Nursi bu iki ifadeyi birlikte kullanmakla, hem bölge insanına karşı vefa borcunu ödüyor, hem de gönülden bağlı olduğu ve herşeyin üzerinde tuttuğu islama karşı sorumlululuğu yerine getirmiş oluyor. Kürt sorununa bakarken, bu iki hamiyet arasındaki dengenin kurulmasına dikkat etmek gerekmektedir.

www.RisaleAkademi.com

Said Nursi'nin Kürt Reçetesi Haberleri