RİSALEHABER
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdülkadir Badıllı ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz
26 Aralık 2014'te Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi'nde Hakkın rahmetine kavuşan Badıllı ağabeyin cenazesi Urfa'ya götürülmüş ve kalabalık bir cemaatin katılımı ile Dergah Camiindeki kabrine defnedilmişti.
( Vefatından bir yıl önce hazırlanan kısa Abdülkadir Badıllı belgeseli için TIKLAYINIZ )
ABDÜLKADİR BADILLI ANLATIYOR: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ İLE İLK GÖRÜŞME
Hayli gittik. Bir kapı çaldı. Yukarıdan da Zübeyir Ağabey veya Bayram Ağabey geldi. Aşağı indi. Evvelâ Nuri Benli Ağabey kendisine benim Üstadı ziyarete geldiğimi söyledi. Ve Nuri Benli geri döndü. Kapıya inen o ağabey benimle merhabalaştı. 'Nereden geliyorsun? Adın nedir? Ne için geldin?' dedi. Urfa'dan geldiğimi, ismimin Abdülkadir olduğunu, Üstadı görmeye geldiğimi söyledim. 'Peki kardeşim biraz bekle, Üstadımıza gidip haber verelim' dedi. Kapıyı kapatıp yukarıya çıktı. Fakat bu arada benim yüreğim pat-pat atıyordu. 'Ya Üstad kabul etmezse ne yaparım' diye düşünüyordum.
'GEL KARDAŞIM, ÜSTADIMIZ SENİ BEKLİYOR'
"Fakat Cenab-ı Hakka şükür, biraz sonra kapı açıldı. 'Gel kardaşım, Üstadımız seni bekliyor' müjdesiyle sanki dünyalar benim oldu. Çok heyecan içinde merdivenleri çıkıyordum. Evvelâ Zübeyir Ağabey huzur-u pâke girdi. Ben de arkasından. Koşup hemen ellerinden sarılıp öptüm, başıma koydum. O şefkat sultanı da beni ağuşuna kemâl-i alâka ile çekip başımdan öptü. Ve 'Otur kardaşım' dedi. Hemen diz çöküp oturdum. 'Merhaba, safa geldin kardaşım' dedi. Ben de mukabele ettim.
SEN BANA ŞİFA OLDUN
'Senin adın nedir?' dedi. Ben de, 'Abdülkadir' dedim. 'Maşallah ben Abdülkadir ismiyle çok alâkadarım' dedi. Ve 'Ben birkaç gündür kimseyi kabul etmiyordum, hattâ yanımdaki talebelerimi de... Bana birşey lâzım olduğu zaman yazıp kapının arkasından gönderiyordum. Fakat sen bana şifa oldun. Öyle değil mi Zübeyir' diye sordu. Zübeyir Ağabey 'Evet öyledir Üstadım' dedi.
"Ben daha Urfa'dan dün mektup aldım. Senin için gelmeye lüzum yok, ben onu Abdülkâdir'lerin en birincisi olarak kabul edip duama dahil ettim dedim. Sen niye geldin?' dedi. Fakat bunu söylerken inciterek, tenkit ederek değil, belki okşayarak şaka ederek söylüyordu. 'Madem öyledir, ceza olarak seni bugün tekrar geri göndereceğim.' 'Peki efendim' dedim.
Sonra yazdığım o kitabı çıkarıp kendilerine hediye getirdiğimi söyledim. O kitapla beraber Abdullah Ağabeylerin yazdıkları mektupları kendilerine sundum. 'Maşaallah, bu senin hattın mıdır?' dedi. 'Evet efendim' dedim. 'Ben bunu aldım, kabul ettim. Şimdi arkasına bir dua yazıp benden sana bir hatıra olarak hediye edeceğim' dedi. Ve kalemini çıkarıp bir dua yazdı ve bana uzattı. Ben kalkıp aldım ve teşekkür ettim.
'ZÜBEYİR, BU KÜRT OĞLUNU BABASINA VERMEYECEĞİZ'
Bu muhavereden sonra benim şahsî ve ailevî ahvalimi sormaya başladı. 'Senin babanın adı nedir?' 'Abdurrahman' dedim. 'Kaç kardeşsiniz?' 'Altı erkek kardeşiz' dedim. 'Tamam öyle ise' dedi. 'Ben seni Abdurrahman'a vermeyeceğim. ' Sonra 'Kürt müsün, Arap mısın?' dedi. 'Kürdüm efendim' dedim. 'Zübeyir, bu Kürt oğlunu babasına vermeyeceğiz' dedi. 'Ne iş yaparsın?' dedi. 'Avcılık efendim' dedim. 'Sizin oralarda ne gibi hayvanlar bulunur?' dedi. 'Ceylan, tavşan, ördek ve keklik bulunur' dedim. 'Her ava çıktığınızda ne kadar para masraf edersiniz?' 'Bazen olur ki 50 lira da masraf yaparız' dedim. 'Peki' dedi. 'Siz o parayla ehlî hayvan alıp etini yeseniz, daha iyi olmaz mı?' 'Evet efendim, daha iyi olur muhakkak' dedim.
"Sonra 'Sen hangi aşirettensin?' dedi. 'Badıllı aşiretindenim' dedim. 'Aşiretin kaç çadırdır?' dedi. Dedim, 'Efendim şimdi çadır yok, 25 kadar köy vardır. ' 'Peki aşiretinizin reisi kimdir?' dedi. 'Amcamdır' dedim. 'Baban mı?' dedi. 'Hayır efendim amcamdır' dedim. Yine anlamadı gibi göründü. 'Ben babanı eski adil reisler gibi kabul ediyorum' dedi.
"RİSALE-İ NUR OKUDUN MU?"
Sonra mevzuu değiştirdi.
"Sen Risale-i Nur okudun mu?' dedi.
"Okuyacağım efendim' dedim. 'Ve ben de Urfa'daki talebelerinizin yanına gidip onlar gibi hizmet etmek istiyorum' dedim.
"Peki benden kabul, fakat onlarla da istişare et' dedi.
"Peki efendim' dedim. Sonra sordu.
"Urfa'dan Van'a yol var mı?'
"Evet efendim' dedim.
"Peki ya Van'dan Bağdat'a?'
"Onu bilmiyorum efendim' dedim.
SEN MADEM BENİM İÇİN GELDİN, SENİN YOL MASRAFLARININ İKİ MİSLİNİ VERMEK MECBURİYETİNDEYİM
"Ben Şeyh Abdülkadir-i Geylâni ile çok alâkadarım' dedi. 'Oralara gelsem Bağdat'a gitmeyi düşünmüyorum. Ve seni talebelerimin içindeki bütün Abdülkadir'lerin birincisi olarak da kabul ettim' dedi. Daha sonra, 'Zübeyir ve Ceylân gibi kabul ettim, sen benim Abdurrahman'ımsın' dedi. Sonra 'Sen Tarihçe-i Hayat'taki Abdurrahman'ın resmini gördün mu?' dedi. Ve çıkarttı bana gösterdi. 'Buna benziyorsun, seni onun gibi kabul ettim. Maşaallah benim Abdurrahmanım maşaallah' dedi. 'Sen madem benim için geldin, senin yol masraflarının iki mislini vermek mecburiyetindeyim. Fakat madem 'Gelmesin' dediğim halde geldin, yalnız iki buçuk lira vereceğim' dedi. Kesesini çıkardı, iki buçuk lira demir paradan bana verdi. Aldım bir kağıda sardım cebime koydum. Sonra sordu:
"Sen Urfa'daki talebelerimden olan Vahdi Gayberi'yi tanıyor musun?'
"Hayır efendim tanımıyorum' dedim. Biriki zat daha sordu.
"Tanımadığımı söyledim. Sonra,
"Nurşin Şeyhleri Risale-i Nur'la alâkadar oluyorlar mı?' dedi.
"Bilmiyorum efendim' dedim.
"Maşaallah kardaşım sen bana şifa oldun. Sesim bütün bütün kesilmişken, şimdi bak tam açıldım. Ben seni has talebelerim içinde evlâd-ı mânevî olarak kabul edip duama dahil ettim. Sen de bana dua et.'
"İnşaallah efendim' dedim.
BÜTÜN URFALILARA SELÂM
Vakit bir saat kadar geçmişti. Dedi: "Kardeşim bir saatlik görüşmemiz Allah için olduğundan, bin saat değerindedir. Beni tarassutlarıyla çok taciz ediyorlar. Yoksa seni yanımda bırakırdım. Yine de inşaallah seni bir zaman yanıma alacağım. Madem öyledir, seni bugün Urfa'ya göndereceğim. Bütün Urfalılara selâm söyle.
"Bütün onlara dua ettiğimi söyle. Hattâ onların mezarda yatanlarına da dua ediyorum. Urfa'nın hükûmetine dua ediyorum. Onun Belediye Reisine selâm söyle, Peki kardeşim' dedi. 'Peki kardeşim' der demez, Zübeyir Ağabey ayağa kalktı. Ben de kalktım. Bir daha mübarek ellerini tutup doya doya öptüm. O da yine beni kucaklayıp boynumdan öptü. Ve huzur-u pâkinden yavaş yavaş çıktık. O da arkamdan 'Maşaallah Abdurrahman'ım' diye söylüyordu.