Risale Haber-Haber Merkezi
Çevre eski Bakanı Rıza Akçalı’nın yazısı:
İttihad-I İslâm
İttihad-ı İslam konusu pek çok İslam düşünürü tarafından gündeme getirilmiş hatta bunun gerçekleşmesi için cemiyetler kurulmuş ve çok tartışılmış ve hala tartışılmakta olan bir meseledir. Genel olarak bakıldığında daha çok siyasi bir mesele olarak algılanmış ve ona göre tarihi seyri içinde pek çok stratejiler geliştirilmeye çalışılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde İttihad-ı İslam’dan bahseder. Ancak onun bahsettiği ittihad-ı İslam siyasi bir birliktelik, bir cemiyet, bir fırka değildir. Bir şahs-ı manevinin tesisine gayretini ve himmetini sarfeder. İttihad-ı İslamı “Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi” olarak değerlendirir. Maksadını ise “o silsile-i nurânîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk ve hâhiş-i vicdaniye ile tarik-i terakkîde kâbe-i kemalâta sevk etmektir” şeklinde ifade eder. “Zira, ilâ-yı kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.” Ve kendisinin bu ittihadın bir ferdi ve tezahürüne teşebbüs edenlerden olduğunu söyler.
Münazarat isimli eserinde ittihadın cehl ile olamayacağını ittihadın fikirlerin birlikteliğinden, fikirlerin kaynaşmasının ise bilginin (marifet) şua’-i elektriğiyle olacağı tesbitini yapar. Ardından da marifetin nasıl olması gerektiğini Medreset-üz Zehra projesiyle anlatır.
Bu projenin anafikirleri
-Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc. Ve lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak.
-Safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halas etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylaneye ettiği mugalatayı izale etmek...
-İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfî ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile اِنَّمَا الْمُوءْمِنُونَ اِخْوَةٌ Kur'anın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun.
-Felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla tam musalaha etsin.
-Anadolu'daki ehl-i mekteb ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin.
Fikirlerin birlikteliği (imtizac-ı efkar) milletlerin ittifakını netice erecektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre İttihad-ı İslam ve milliyet-i hakikiye-i İslamiye ile gayrete gelerek önce en büyük iki İslam milletinin (Türk ve Arap milletlerinin) ittihadına daha sonra da diğer İslam milletlerinin bu ittihada dahil olmasına (Asya-Afrika milletleri) ihtiyaç vardır.
Emirdağ lahikasında Bediüzzaman Said Nursi, “Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar” tesbitini yapmaktadır. Ayrıca gayr-i Müslimlerin böyle bir ittihaddan çekinmeleri ve rahatsızlık duymaları ihtimaline karşıda “Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz ikna'dır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz” diyerek ittihad-ı islamın taarruz amaçlı olmadığını ifade etmekle kalmıyor Lemalar isimli eserinde “Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar” ifadeleriyle Hıristiyanlarla ittifak edilmesi gereğini ve ehli kitap olarak ehl-i küfrün tecavüzüne set çekerek ve en azından ehl-i küfrü ilzam ederek sulh-u umumiyi gerçekleştirebileceğimizi söylüyor.
Doğru İslamiyet ve İslamiyetin gerektirdiği doğruluğu ef’alimizle izhar etmek suretiyle kuvvet bulacak İslamiyet ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek böylece (müsbet hareketle) sulh-u umumi temin edilmiş olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi ittihad-ı İslam hakikatında olan ittihad-ı Muhammed-i hakkında Hutbe-i Şamiye’de ve Divan-ı Harb-i Örfi’de geniş açıklamalarda bulunur. “Maksadı nedir? Nizamnamesi nedir? Mensupları kimlerdir? Kulüp ve encümenleri nerededir? Yayın organları nelerdir? Başkanı kimdir? Merkezi neresidir? Mesleği nedir? Meşrebi nedir?” gibi mukadder sualleri cevapladıktan sonra zihinlerdeki şüpheleri izale etmek üzere 31 Mart 1909 tarihinde yazdığı Redd-ül evham makalesinde 9 evham-ı fasideyi reddeder. İttihad-ı islamın tarifini yapar.
Bu tarife daha yakından baktığımızda bir cemiyetten ziyade bir cemaatin, ondanda öte bir şahs-ı manevinin teşekkülünün esas alındığını görmekteyiz. Bediüzzaman Said Nursi ittihad-ı islamın özelliklerini sayarken yapılan işin adetten değil ibadet olduğunu ve bu zamanın en büyük farz vazifesi olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla farzda riya olmadığından bu ittihad-ı İslam çalışması (ibadeti) gizlenemez ve korkuya gerek yoktur. Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise cehalet, zaruret ve nifakadır. Bu mübarek heyetin yüzde doksandokuz himmeti siyaset değildir. Ancak yüzde biri siyasiyyunu irşad tarikiyle siyasete taalluk edecektir.
Adalet, hürriyet, meşveret ve şura esas olacaktır. Çünkü “Osmanlıların hürriyeti; koca Asya tali'inin keşşafıdır, İslâmiyetin bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslâm surunun temelidir.” “Asıl mü'min, hakkıyla hürdür. Sâni'-i Âlem'e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.”
Cebir ve zorlama yoktur. Kur’an ve sünnet-i seniyye ortak paydasında bütün Müslümanları kucaklayacaktır. Şahsi kusurlara takılıp kalmamak gerektir. Rekabet ve bölücülüğe sebep olmayacaktır. Çünkü “umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından bu cem'iyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.” Ayrıca “İ'lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz.” Bununla birlikte, “Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir.”
Aynı zamanda kimseyi korkutmayacaktır. -Özelliklede gayr-ı Müslimleri-Uhuvvet, tesanüd, vahdet, ittihad olmazsa olmazlarıdır. Zira “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Hak ve hakikatin, Kur'ân ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder.” Risale-i Nur da Bu ittihadın programı olacaktır.
Bütün bu özelliklerin gerçekleşmesiyle esas maksat olan İttihad, ilâ-i kelimetullah ve kendi nefsiyle cihad-ı ekber hedefine ulaşılmış olacaktır.
Sonuç:
Şahs-ı manevi teşekkülü, Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmek (maddeten ve manen terakki) bilahare ehl-i kitab ile ittifak ederek sulh-u umumiyi tesis etmek.