Said Nursi kedilerin Allah’ı zikrettiğini anlatıyor

Bediüzzaman, Lem’alar’da her bir çiçek, meyve, ot ve hayvanın Yaratıcı’yı zikrettikleri konusunun üzerinde duruyor

Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle bütün varlıklar Allah’ı tesbih ediyor. Melekten sineğe, mikroorganizmadan gök cisimlerine kadar her varlık, kendi özel dili ile sürekli O’nu anıyor, hatırlıyor, tesbih ve takdîs ediyor. Hal böyleyken kâinatın gözbebeği insan, Rabb’ini en güzel isimleriyle tesbih etmekten nasıl kaçınabilir?

Allah Resulü bir gün ashabı ile birlikteyken “Amellerinizin en hayırlısı ve Rabb’iniz katında en temizi, derecenizi en fazla yükselteni, altın ve gümüş infak etmekten ve düşmanla boğaz boğaza mücadele ederek sizin düşmanı, düşmanın sizi öldürmesinden (şehit veya gazi olmaktan) daha faziletli olanı nedir, size haber vereyim mi?” der. Ashab da, “Evet bu ne imiş, haber ver yâ Resulallah” diyerek karşılık verir. Resulullah (sas), “Allah Teâla’yı zikretmektir.” buyurur.

Ayet-i kerimelerde de göklerde ve yerde, canlı ve cansız ne varsa hepsinin Yaradan’ı tesbih ettiği açıkça belirtiliyor: “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı tesbih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki, hamd ile O’nu tesbih etmesin. Ne var ki siz onların bu tesbihlerini anlayamazsınız.” (İsra, 17/44) Canlı cansız her varlık Allah’ı kendine has diliyle tesbih ederken insan da bu evrensel koroya iradesiyle katılarak Rabb’ini en güzel isimleriyle tesbih ediyor. Melekten sineğe, mikroorganizmadan gök cisimlerine kadar her varlık kendi özel diliyle sürekli O’nu anıyor, hatırlıyor, tesbih, tenzih ve takdis ediyor. Elbette bu tesbih, konuşma kabiliyetine sahip biz insanların tesbihinden farklı, kelimesiz ve harfsiz.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Lem’alar’da her bir çiçek, meyve, ot ve hayvanın Yaratıcı’yı zikrettikleri konusunun üzerinde duruyor. Kedilerin Allah’ı tesbih edip zikrettiğini aktaran Üstad, kendi müşahedelerini şöyle anlatıyor: “Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniye’ye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut, ‘Yâ Rahîm, yâ Rahîm’ ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket sûretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, ‘Yâ Rahîm, yâ Rahîm’ çektiklerini anlarsın.”

Bütün ibadetleri kuşatan şemsiye: Zikir

Zikir, kelime olarak anma-hatırlama anlamlarına geliyor. Müfessir İmam Kuşeyri (ra), zikrin Allah’a giden yolda kuvvetli bir esas ve temel şart olduğunu söylüyor. “Devamlı zikir müstesna, başka bir şekilde hiçbir kimse Allah’a ulaşamaz.” diyen İmam Kuşeyri, zikrin dil ve kalp olarak iki çeşit olduğunu vurguluyor: “Kul, hem dille hem kalple zikir halinde olursa sülûk halindeki vasfı itibarıyla kemâle ulaşmış olur.”

Lisanın kendine göre bir zikri olduğu gibi kalbin, bedenin ve vicdanın da kendilerine göre zikirleri, Allah’ı anma usul ve yolları var. Bu anlamda zikir, diğer bütün ibadetleri bir şemsiye gibi kuşatan önemli ve şümullü bir vazife. Celal Bayar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, zikirde zirve noktanın başta ‘Lâtife-i Rabbaniye’ olmak üzere vicdanın bütün rükünleriyle Allah’ı yâd etmek, İlahi isim ve sıfatlarını düşünmek, varlığın perde arkası sırlarını araştırmak olduğunu söylüyor. Zikrin kalp ve ruhun gıdası olduğuna dikkat çeken Yüce, kişinin iradî bir şekilde her günün belli vakitlerini bu işe ayırması gerektiğini belirtiyor. Tesbihin bir yönüyle dua olduğunu ve duanın kabule en yakın zaman dilimlerinin başında da farz namazlarından sonraki vaktin geldiğini anlatıyor. Abdulhakim Yüce, “Kul, ‘Allahuekber’ (iftitah tekbiri) diyerek masivâ ile irtibatını kesmiş, okuduklarıyla marifet ufkuna doğru yükselmiş, secdeleriyle Rabb’ine en yakın yere ulaşmış, duygu yüklü bir ruh atmosferine girmiş; kısacası dinin direği olan namazla günahlarından arınmış ve nefis henüz günah işlemeye fırsat bulamamış olur.” diyor. Bu durumu elbette iyi değerlendirmek gerekiyor. Yapılacak en güzel şey ise değer ölçümüz olan duaya sarılmak ve evrensel koroya katılıp Rabb’imizi tesbih etmek.

Zikrederken insanlar rahatsız edilmemeli

Halk arasında zikir denilince daha çok tasavvuf ve tarikat ehlinin uyguladıkları, tabir yerinde ise özel zikir akla geliyor. Zikir uygulamaları bazı tarikatlarda sessiz iken bazılarında sesli bir şekilde; ayrı bina, zikirhane, semahane ve tekkelerde yapılıyor. Böylece bu zikre katılmayanlar rahatsız edilmeden icra ediliyor. Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, sesli zikrin mümkün mertebe ya cami cemaatinin de katıldığı camilerde ya cemaatin olmadığı saatlerde ya da caminin dışında bir yerde yapılması gerektiğini söylüyor. Zira zikir gibi ulvi bir iş yapan kişilerin başkasını rahatsız etmesi, onlara kaba davranması, onları küçümsemesi zikrin özüne ve mahiyetine aykırı. Zikir ehlinin mütevazı, müsamahalı, dikkatli, mahviyet içinde, kısacası ahlak-ı hasene ile bezeli olması gerektiğini anlatan Yüce, “Başkasını rahatsız etmemenin yanında zikrin ehli tarafından bilinen bir adap manzumesi de bulunuyor. İşin icracıları bunu bildiği gibi konuyla ilgili kitaplar da kaleme alınmıştır.” diyor.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bediüzzaman Haberleri