Said Nursi Kemalizm'e karşı antitez koydu

Said Nursi'nin İslam müdafaası, Hıristiyan teologların aynı düşmana karşı sergiledikleri savunmadan daha güçlüdür...

ODTÜ Felsefe Bölümü öğretm üyesi Prof. Dr. Yasin Ceylan, Radikal  2'de yazdığı yazıda, "Said Nursi’nin Kemalist modernleşme ve sekülerleşme karşısında ortaya koyduğu antitez. Bu antitezin daha geliştirilmiş şekliyle, Batı medeniyetinin esasını teşkil eden, yeni batı felsefesi ve dünya görüşüne karşı savunduğu İslami yaşam modeli." dedi.

İşte Prof. Dr. Yasin Ceylan'ın makalesi

Said Nursi’nin özgürlük mücadelesini söz ve resimle dile getirmeye çalışan ‘Hür Adam’ filminin vizyona girmesi, Cumhuriyet rejimi tarafından yasaklı olan bu zatın, itibarının iadesi olarak algılanabilir. Bu olay aynı zamanda, rejime karşı, farklı kesimlerden sergilenen özgürlük arzu ve çabasının geldiği noktayı gösteriyor. Nur Külliyatını okumuş, Nur cemaati ile haşır neşir olmuş biri sıfatıyla, filmi izlerken, konuyla ilgili hafızamdaki bilgiler, unutulmuş ama filmdeki sahnelerle canlanan vakalar ve daha önce kısmen bildiğim, film sayesinde tamamına ulaştığım malumat üzerinde, bir bütün olarak düşünüp değerlendirdiğimde, şu noktaları tespit ettim:

1. Said Nursi’nin kişiliği ve karakteri. Ulus-devletin yasaklarının henüz uğramadığı Kürt diyarında, hür bir ortamda yetişmiş, medrese eğitimini almış bir Kürt gencinin, inançlarının zıddına gelişen bir dünyaya karşı sergilediği fevkalade bir direnç. İnandıklarından vazgeçmek yerine, her türlü bedensel mahrumiyet ve işkenceyi tercih eden bir kişilik. Bunun yanında, insanoğlunda ender bulunacak, yüksek seviyede nefse hakimiyet, hazlardan imtina ve saygıyı hak eden erdemli bir yaşam.

2. Yeni kurulmuş bir Cumhuriyetin modernleşme ve batılılaşma programının uygulanış biçimi. Bir bilinç ve zihinsel devrim olan batı menşeli Modernite ve Aydınlanmanın, Türk reformcularının elinde, kanun ve kuvvete dayalı bir baskı ve zulüm düzeneğine dönüşümünün hikâyesi.

3. Said Nursi’nin Kemalist modernleşme ve sekülerleşme karşısında ortaya koyduğu antitez. Bu antitezin daha geliştirilmiş şekliyle, Batı medeniyetinin esasını teşkil eden, yeni batı felsefesi ve dünya görüşüne karşı savunduğu İslami yaşam modeli.

Kürt sorunu

Bir insanın özgürlük iddiası, ya henüz bükülmemiş orijinal vicdanın sesinden kaynaklanır ya da hür bir yaşamı mümkün kılan coğrafi ve kültürel şartların kaybından doğar. Said Nursi, hem eğilmemiş bir vicdana sahipti hem de Osmanlı yönetimindeki Kürteli’nde mevcut olan özgürlüğünden yoksun bırakılmıştı. Sürgün, hapis, mahrumiyet, yalnızlık, hatta zehirlenme, onu özgürlük davasından alıkoyamadı. Özgürlüğün sesi, her türlü zulüm ve desiseyle bastırıldı ancak kesilemedi. Nursi’nin saygın ve muteber bir kişilik olarak film, kitap, makale ve tartışmalara konu olması, bunun belirgin bir kanıtı. Ancak bir özgürlük savaşçısı olarak Nursi’ye şu eleştiri yöneltilebilir: Özgürlüğe bu derecede müptela bir düşünür, Kürt olduğu halde, Kürt sorununa neden bigâne kaldı? Tabii ki bu bigânelik, yeni rejimde yüksek makamlara yükselmiş ama Kürtlüğünden utanır hale gelen Kürtlerle günümüz iktidarında mevki sahibi Kürtlerin, ülkenin bu temel sorunu karşısındaki suskunluğundan farklıydı. O, memleketin farklı ırk ve kültürden gelen insanlarını, “İslam ümmeti” potasında birleştirmeye çalışıyordu. Sanki rejimin uyguladığı, yeni ulus modelinin din birliği yerine ırk ve dil birliği ilkelerini koyduğundan habersizdi. Kürtlerin, bu yeni modelin uygulama alanı olarak duçar oldukları perişan hallerini görmez olmuştu Said Nursi. Şeyh Said’in isyana destek talebini reddetmesi, İslam idealine bağlı bir düşünürden beklenen bir karardı. Doğru, ümmet birliği ilkesi, ulusal birlik ilkesinden daha insancıl ve şerefli bir dayanışma modeliydi. Ama farklı ırk ve dile sahip Kürtler, yeni ümmet (ulus) kavramına sığmıyorlardı. Karşı taraf, senin din kardeşliği talebine itibar etmiyorsa, başka bir kardeşliği şart koşuyorsa, senin bu talebinin ve ısrarlı iddianın kıymeti harbiyesi ne olabilir? Hele “Türkler bin senedir bizi yönetiyorlar, bundan sonra da bizi yönetecekler” sözü, bir özgürlük savaşçısına hiç yakışmamış. Çünkü bu sözler ümmet modeline de sığmaz. Yoksa büyük üstad Türkleri, Kureyş kabilesinin Beni Haşim kolundan mı sandı? İşte bu ve buna benzer Kürtleri önemsemeyen sözleriyle, Nurcuları ve özellikle Fethullahçıları, Türk ırkçılığını mubah görmeye ve Kürt aleyhtarlığı yapmaya cesaretlendirdi. Bu durum, Kürt kimliğinin yok edilmesi konusunda, Kemalistler ile Nurcuları birleştirdi.

Filmde öne çıkan temalardan biri, yeni kurulmuş Cumhuriyet rejiminin modernleşme adına halka reva gördüğü acımasız uygulamalar. Bir zihinsel devrim olan ve batıda filizlenen Modernite, kanun ve kolluk kuvvetleri zoruyla uygulanamazdı. Bu zorbalık, ikna, anlamak, yeniden inşa etmek gibi temel prensipleri olan Modernite ve Aydınlanmanın metoduna aykırıydı. Bu durum, modernliği uygulayanların, bu yeni yaşam modelinin felsefesini ve zihin yapısını kavramadıklarını gösteriyor. Nursi’nin din kaynaklı savunmaları karşısında, yeni rejimin ilkeleri tel tel döküldü. Nursi ikna, şiddetten uzak ve yüksek ahlaka dayalı bir kişilikle taraftar toplarken, yeni rejim korku ve şiddet salarak, halkı itaate zorluyordu. Hele ilerlemiş yaşına rağmen, hâlâ mahkemelere bir mücrim gibi çıkartılması, başlı başına, Cumhuriyet hükümetlerinin büyük bir ayıbı. Filmde böyle bir sahne karşısında duygusallığa kapıldım. Sokrat’ı, Boethius’u, Sühreverdi’yi, İbn Rüşd’ü, Spinoza’yı, Galile’yi anımsadım. İnsanlar ne isterler bu adamlardan? Hangi kötülüklerinden dolayı hapis, sürgün, ölüm gibi cezalara çarptırırlar? Yeni rejimin bu sığ ve ceberut yöntemi, yaklaşık, bir asırdan sonra, meyvelerini verdi. Kemalizm ve Kemalistler artık korkutan taraf olmaktan çıktı, korkan taraf oldu.

Mustafa Kemal’le Said Nursi’nin Mustafa Kemal’le görüşmesine gelince, konuşurken bacak bacak üstüne atması ve rahat bir edayla görüşlerini ifade etmesi, Hür Adam için garipsenecek bir hadise değil. 1907’de Abdülhamit Han’la olan görüşmesinde yine benzer bir tavır takınmış, tabasbus yerine, bir ilim adamı vakarı içinde düşüncelerini ifade etmişti. Nursi’nin bu duruşu, günümüzde, muktedirlerin ve mütegallibenin karşısında eğilip bükülen ilmiye sınıfı için bir ahlak dersi niteliğinde. Ancak Mustafa Kemal, reform planları hususunda kendisinden yardım ve görüş talep edince Nursi, kendisinden beklenen yardımı yapmadı, yol gösterici ve çözümleyici fikirler ortaya koyamadı. Namaz kılmasını tavsiye etti. Namaz sosyal bir proje midir? Büyük bir ihtimalle, yardım talebinde samimi olan Mustafa Kemal, yeni ve çağdaş bir ulus yaratma projesi gibi zor bir meselede, namaz kılmaya başlasaydı, daha mı başarılı olurdu? Tüm İslam alemi namaz kılsa, ne değişecek? İlim ve hikmet sahibi zevattan beklenen, sert mizaçlı, güçlü devlet adamları karşısında, muarız bir tavır takınıp ipleri koparmak değil, bilgi, hikmet ve fazilet tezahürüyle onu etkilemek, yumuşatmak, mümkün olduğu kadar yanlıştan ve zulümden alıkoymaktır. Milyonları etkileyen ve hürmetlerini celbeden Nursi, Cumhuriyetin kurucusunu etkileyemedi.

Said Nursi’nin, sahip olduğu inanç ve düşüncelerle Mustafa Kemal’i etkilemesi gayet zordu. Kendisi bunun fakındaydı. Çünkü ikisi de ayrı dünyaların insanları olmuşlardı. Nursi, klasik İslam modelini temsil ederken, Mustafa Kemal batı kaynaklı yeni bir dünyanın temsilcisiydi. İçinde bulunduğu ve Nursi’nin de mensup olduğu dünyayı değiştirip yerine bu yenidünyayı kurmak istiyordu. Nursi’nin asıl mücadelesi, bu yenidünyayla idi. Bu yenidünya, batı dünyasıydı. Kurucuları da 17-18. asır filozoflarıydı. Nur Külliyatı’nın büyük bir kısmı, Modernite ve Aydınlanma olarak adlandırılan bu yenidünyanın, felsefi temellerine yapılan eleştiridir. Nursi, Modernite’nin kurucu filozoflarını, dinsizlik ve inançsızlıkla itham eder. Bu itham yerindedir. Ondan önce, Hıristiyan dünyasının teologları, bu filozofların karşısında durmuş, onlara reddiyeler dizmişlerdi. Hıristiyan din adamlarının tanrı, din ve ahlak adına verdikleri mücadele, pek de bir şeye yaramamış, Hıristiyanlık elden çıkmıştı. Din, sosyal hayattan çekilmiş, kiliseye sıkışmıştı. Nursi’nin korkusu, aynı akıbetin İslam’ın başına gelmesiydi. Aslında bu korku, bizzat bu yeni rejimin aracılığıyla gerçekleşiyordu. Şimdi şu sorulabilir: Nursi’nin İslam müdafaası, Hıristiyan teologların aynı düşmana karşı sergiledikleri savunmadan daha mı güçlüdür? Buna evet demek gayet zordur. İkisi de tanrı merkezli ve vahye dayanan bu semavi dinlerden İslam, batı medeniyetine mukavemette daha mı avantajlıdır? Buna da evet demek gayet zordur. Sadece şu söylenebilir: Yenidünyanın felsefi esasları, Müslüman kitleler tarafından henüz tam kavranmadığı için, İslam dini, Hıristiyanlıktan daha imtiyazlı durumdadır.

Felsefe

Said Nursi, Batı filozoflarını ve felsefelerini eleştirirken kutsal metinler, enbiya, evliya ve din ulemasının görüşlerine başvurmaktadır. Bu sebeple, filozoflarla aynı zemini paylaşmamaktadır. Bunda da mazurdur, çünkü felsefi bir donanıma sahip değildir. Okuduğu medreselerde Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozofların eserleri okutulmuyordu. Gazali’nin 11. yüzyıldaki felsefe aleyhindeki fetvası ve Tahafüt adlı meşhur reddiyesinden sonra felsefe kitapları, medreselerde ve hatta sahaflarda görünmez oldu. Hayatının uzun yıllarını sürgünde ve hapiste geçirmesi, onu, kütüphanelerden ve akademik ortamdan uzak tutmuştu. Diğer taraftan, dinsiz ve tanrıtanımaz batı filozoflarının, neden tanrıdan ve dinden vazgeçip, insan merkezli bir dünya görüşünü savunduklarını da pek kavramış görünmüyor. Bu filozoflar, din ve tanrı inancındaki doğruluk ve erdemleri bile bile, onlara sırtını dönüp, sırf kötülük ve ahlaksızlık uğruna, tanrısız bir dünyayı savunmuş olamazlardı. Gerekçeleri ve argümanları olmalıydı. Bu gerekçe ve argümanları inceleyemeyen Nursi’nin, batı filozofları eleştirisi, Gazali’nin Meşşai filozofları eleştirisi kadar güçlü ve profesyonelce olamadı Batı, birçok eksik ve güzel ahlaka aykırı pratiklerine rağmen, bu yenidünya görüşü sayesinde, bilgi teknoloji ve sosyal değer üretti. Bu enstrümanlarla İslam âlemine üstün geldiler. Müslümanların bir şiar haline getirdikleri “İslam üstündür, ona üstün gelinemez” inancının gereği yapılacaksa, Müslümanların güçlü olmaları, mağlup düşmemeleri gerekir. Mevcut konumdan kurtulmak için, “ilim ve fenlerini alalım, ama dünya görüşlerini oluşturan kavram ve değerlerini almayalım” formülü, pek gerçekçi ve geçerli olmadı.

‘Hür Adam’ filminin, Nursi’nin sürgün yaşamının bazı sahnelerini tekrarlamak suretiyle, monoton bir izlenim bırakmasına rağmen, bir özgürlük savaşçısının söz ve tavırlarını resmederek, hayat hikâyesini vizyona taşıması bir başarıdır. Film kahramanının yaşam evrelerindeki fiziki ve kültürel şartlar ustaca canlandırılmış. Filmi izleyen kişi, Cumhuriyetin kuruluşunda gerçekleştirilen kültür devriminin, o dönemin insanı üzerinde ne tür bir travma yarattığına da bir nebze tanık olacaktır.

Sosyal - Medya Haberleri