Ömer Özcan’ın haberi:
RİSALEHABER-Cifir ve ebced gibi ilimler her zaman tartışma konusu olmuştur. Cifir ve ebced, İslâm’dan kaynaklanan bir ilim olmamakla beraber, İslâm onu red ve inkâr da etmemiştir. İslâm’dan önce var olup da onun reddetmediği şeyler bâtıl sayılamaz. Kaynağı itibariyle İslâmi olmayan ebced ve cifire imam-ı Ali (R.A), Cafer-i Sadık (R.A), Beyazıd-ı Bistami (K.S), Muhyiddin-i Arabi (K.S), Said-i Nursi (R.A) ve benzeri birçok âlimler ve yüksek tasavvuf erbabı tarafından İslami bir hüviyet kazandırılmış veya İslami bir elbise giydirilmiştir.
Manisalı İsmail Hakkı Zeyrek hoca da bu konuyla ilgilenen isimlerden. Zeyrek hocanın hatıraları yakınlarda çıkacak olan Ağabeyler Anlatıyor-7 kitabında yayınlanmış olacak. Bazı sitelerde çarpıtılarak yazılan kıyametin kopma tarihine dair Zeyrek hocanın açıklamalarını Risale Haber okuyucuları ile paylaşıyorum.
GAYBI ALLAH’TAN BAŞKA KİMSE BİLEMEZ
Kıyametin kopma tarihini Üstad Bediüzzaman Hazretleri vermiş ama kesin olarak o tarihte olacak diye bir şey söylemiyor. Kıyametin vakti Mugayyebat-ı Hamse’dendir. ‘lâ ya'lemu'l-ğaybe illallah’ yani ‘gaybı Allah’tan başka kimse bilemez’ diye başlıyor Bediüzzaman Said Nursi... ‘İhtimaldir ki bu hadis-i şerif böyle işaret ediyor’ diyor. Kıyametin yakınına işaret eden çok hadisler var zaten. Ayet-i kerimeler de var. Yakınına işaret etmek, onun aynı zamanını mutlak olarak bilmek manasına gelmiyor. Yağmurun vakt-i nüzulu da Mugayyebat-ı Hamse’dendir. Hava şartlarına bakıp da birisinin “Allah bilir ama yarın yağmur yağabilir” demesi, gaybı bilmek demek olmadığı gibi...
Said Nursi hazretlerinin ilgili mektubu şöyledir:
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ Cây-ı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette 1506'dan tâ 42'ye, tâ 45'e kadar üç inkılab-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir.” (Kastamonu Lâhikası 28)
EBCED/CİFİR İLMİNİ KABUL ETMEYENLERE CEVAP
İsmail Hakkı Zeyrek anlatıyor:
Benim Mâidet-ül Kur’an’a benzeyen, 1998 senesinde ebced/cifir ilmiyle hazırladığım bir kitabım daha var. Daha kapsamlı... 650 kadar ayet-i kerimeyi içine alıyor.
Kitaba; “Kur’an ve harflerinden riyazî dili ile (sayı değerleriyle) çağımıza verilen mesaj” adını verdim. Kitabın Önsöz’ünde ebced/cifir ilmini kabul etmeyenlere müdellel cevaplar verdik. O kısımdan bir bölümü size okuyayım:
BİR TAKIM ŞARLATANLARIN KULLANMASI ONU DEĞERSİZLEŞTİRMEZ
Cifir ve ebced, İslâm’dan kaynaklanan bir ilim olmamakla beraber, İslâm onu red ve inkâr da etmemiştir. İslâm’dan önce var olup da onun reddetmediği şeyler bâtıl sayılamaz. Kaynağı itibariyle İslâmi olmayan ebced ve cifire imam-ı Ali (R.A), Cafer-i Sadık (R.A), Beyazıd-ı Bistami (K.S), Muhyiddin-i Arabi (K.S), Said-i Nursi (R.A) ve benzeri birçok âlimler ve yüksek tasavvuf erbabı tarafından İslami bir hüviyet kazandırılmış veya İslami bir elbise giydirilmiştir. Ebced ve cifir bir takım şarlatanlar (halkı aldatanlar) tarafından da kullanılmıştır. Fakat bu durum onun değersizliğine delil olamaz. Bilakis onların her şeyi çirkin maksatlarına alet ettiklerini gösterir.
Bazı İslam âlimleri ebced ve cifri bir ilim olarak kabul etmemişlerdir. Bu kısmın özellikle son devirlerde göze çarpan simaları ise daha çok felsefi cereyanlara açık, kuru aklı ön planda tutan ve Avrupa hayranı olmakla tanınan zatlardır. Kuru akla dayanıp ta samedani lütufların esintilerini alamayanların bu gibi ilimleri inkâr etmeleri gayet tabiidir.
BULDUĞUMUZ İŞARETLERİN TERSİNİ BULUP GÖSTERSİNLER!
Cifir ilmini inkâr edenler diyorlar ki: “Bir kimse ileride olabilecek birçok şeyden haber verse hiç şüphe yok ki haber verdiği şeylerin bir kısmı söylediği gibi çıkar.” Biz de diyoruz ki: Bunu iddia edenler de ileride meydana gelebilecek birçok şeyden haber versinler de bunlardan bir kısmı haber verdikleri gibi çıksın. Mesela: Muhyiddin-i İbn-i Arabî hazretlerinin söylediği (sin), (şın)ın içine girdiği zaman “Muhyiddin’in kabri meydana çıkar” şeklinde bir söz söylesinler!
Ve yine Mücedid-i Ekberin (yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma) diyerek kırk yıl önce kendi ölüm tarihini haber verdiği gibi, onlar da ölecekleri tarihi haber versinler de haber verdikleri gibi çıksın!..
Hatta değil gelecek olaylardan haber vermek, geçmiş hadiseler üzerindeki işaretleri -Risale-i Nur’da görüldüğü şekilde- tahlil edip göstersinler! Hatta biz nasıl Müceddid-i Ekber veya onun muarızlarına karşı Kur’an’ın işaretlerini tesbit edip göstermiş isek onlar da sevdikleri ve beğendikleri hakkında Kur’an’ın medih ve senasını veya bizim bulduğumuz işaretlerin tersini bulup göstersinler!
TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR
Tesbit edilen işaretler birkaç taneden ibaret olsa veya bunlarda ayetin manasıyla işaret ettiği zat veya hadise arasında bir veya birçok münasebet bağları bulunmasa idi belki itiraza vesile olabilir, hatta inkâra açık bir yol bulunabilirdi. Fakat bu işaretler ve münasebetler o kadar çok ki, bunları toptan yok saymayı veya kör tesadüfe bağlamayı insan aklı kabul edemiyor. Müceddid-i Ekberin ifade ettiği gibi, “Aslında tesadüf diye bir şey yoktur. Her şeyde bir hikmet, bir sır ve bir mana vardır. O ince münasebet ve ilgilerin manaları var. İşte biz bu manaları açıkça bilmediğimiz için bunlar hakkında ‘tesadüf’ tabirini kullanıyoruz.”
BU GİBİ ŞEYLERİN ÇOĞU BAZI ŞARTLARA BAĞLI OLARAK MEYDANA GELİR
Kendilerinde akıl ve felsefenin hâkim olduğu ilim erbabı keşif ve istihraç yoluyla elde edilen şeylerin çoğu zaman herkesin rahatlıkla bileceği kadar açık olmadığını söylüyor veya hadiselerin beklenildiği şekilde çıkmadığını görünce hemen inkâr yoluna sapıyorlar… Şu hususun bilinmesi gerektir ki, bu gibi şeylerin çoğu bazı şartlara bağlı olarak meydana gelir. Bu şartlar eksik olursa onlar da meydana gelmez. Hem bunlar bazen tabir, bazen de tevil isterler. Çünkü Allah dostlarının keşif ve istihraçlarında bazen bir nokta bir dağ kadar büyük, bazen de bir dağ bir nokta kadar küçük, bazen hususi bir şeyi umumi, umumi olan bir şey de hususi gibi görünebilir. Bunun böyle olması da gereklidir. Çünkü kâinatta mutlak hâkim Allah’ın emir ve iradesidir.
Genel olarak zahirperestlerin en güçlü dayanakları inkârdır. Akıllarına uymayan hususlarda bunların başka bir mana taşıması ihtimalini bile göz önüne almadan hemen inkâr yoluna saparlar. Hâlbuki inkâr bir ilim yolu değildir. İnkâr etmekle hiçbir şey ispat edilmiş olmaz. İsbat ise bir ilim yoludur. Davasını isbat eden kolaylıkla maksadına ulaşır.
Bir de aşağıda misalini arz edeceğimiz şekilde Rafizilerin harfleri istedikleri gibi düzene koyarak manalandırdıklarını gören bu zahir perestler diyorlar ki: “Bu harflerle iman üzerine delil getirilebildiği gibi küfür üzerine de delil getirilebilir. Bunlar bazen iyi ve güzeli elde etme, bazen de elden kaçırmaya işaret olabilir. Meselâ: Allâme Alusi’nin (elif-lâm-mim)in tefsirinde kaydettiğine göre, bir kısım Rafiziler surelerin başlarında bulunan (elif-lâm-mim/elif-lâm-râ ve hâ-mim) gibi harflerin tekrar edilenlerini çıkardıktan sonra geriye kalan on dört harf ile (Ali’nin yolu haktır, biz de sıkı sıkıya ona bağlı kalırız) cümlesini çıkarmışlar ve bu düzme cümle ile –hâşâ- Hazret-i Ali’nin risalete Hazret-i Muhammed (S.A.V) den daha layık olduğuna delil getirmeye çalışmışlardır. Şiilerin mu’tedil (ılımlı) olanları ise bu uydurma cümle ile Hazret-i Ali’nin peygamberliğine değil, hilâfete daha lâyık olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
Ehl-i sünnetin bunlara karşı bu harfleri aynen kullanarak kendilerine uygun cümleler düzenlemeleri mümkündür. Meselâ: Aynı harfleri kullanarak –(Ehl-i sünnetin izlediği yol doğrudur) cümlesi gibi.
Ama şunu kesin olarak ifade edelim ki; ehl-i sünnetin gittikleri yolun doğruluğunu isbat için böyle cümleler uydurmaya hiç ihtiyaçları yoktur. Onun için onlar böyle sakim ve çürük yollara hiçbir zaman başvurmamışlardır.
Hurufilik-ebced ve cifir = Ebced ve cifir ile Hurufilik arasında kesinlikle herhangi bir bağlantı ve bir münasebet yoktur. Ancak bazılarında görünüşe aldanarak cehaletin verdiği bir vehim ve benzerlik kurma gayreti vardır.”
İSMAİL HAKKI ZEYREK KİMDİR?
Manisalı İsmail Hakkı Zeyrek hoca efendi 1935 doğumludur. Kendisini 28 Ekim 2015 tarihinde evinde ziyaret ettik, çok kıymetli hizmet hatıralarını kaydettik ve metrukâtını inceledik.
İsmail Hakkı hoca efendiyi az çok tanıyanlar bilir ki; adı anılınca, Mâidet-ül Kur’an eseri ile Ahmed Feyzi Kul ağabeyin simaları hafızalarda hemen bütünleşiverir. Nedeni şu; Ahmed Feyzi Kul ağabeyin hazırladığı ve İsmail Hakkı hocanın kalemiyle yazdığı, Hz. Üstad’ın da önsöz’ünü ve duasını yazıverdiği Mâidet-ül Kur’an risalesinin hazineler değerindeki aslı İsmail Hakkı Zeyrek’tedir. Mâidet-ül Kur’an risalesi Bediüzzaman Hazretleri tarafından Tılsımlar Mecmuası’na zeyl olarak ilave edilmişti. Sonradan, tedbiren yine Hz. Üstad tarafından bu kitaptan çıkarılmıştır. Mâidet-ül Kur’an’ın bir de ikinci kısmı olan Hazinet-ül Bürhan eseri var ki; anlatımını hatıraların akışına bırakıyorum.
İsmail Hakkı Zeyrek ile merhum Ahmed Feyzi Kul’un çok sıkı beraberlikleri olmuş. “Merhum ağabeyimiz hayatta iken en yakını bendim, beraber çok çalışmalarımız oldu” dedi bize. Zeyrek hocanın anlattıklarının daha iyi anlaşılabilmesi için hemen hatırlatayım; cifir/ebced ilmine tıpkı Ahmed Feyzi Ağabey gibi tam hâkim...
İsmail Hakkı hoca efendinin çok geniş kapsamlı bir eseri daha var. Eserin adı: “Kur’an ve Kur’an harflerinin riyazî dili ile (sayı değerleriyle) çağımıza verilen mesaj.” Adından da anlaşılacağı gibi tamamen ilm-i cifir üzerinden hazırlanmış bu eser... Henüz basılmamış olan bu kitabın önsüzünde cifir/ebced ilmini kabul etmeyenlere İsmail Hakkı hoca efendiden kuvvetli cevaplar var. Bu eserin adını ilk defa Mustafa Sungur ağabeyden duymuştum. Sitayişle bahsetmişti... İsmail Hakkı’nın basılmış başka kitapları da var...
Konu ile ilgili Metin Karabaşoğlu'nun açıklamaları için tıklayınız